travestipedro | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 100

Olağan Bir Travesti Gecesi

Ankara’ya vasıl olduğumuzda bu olağan travesti gecesi, dünyanın bütün geceleri gibi kendi sabahına mağlup düşmekteydi.

Sıradan bir travesti günüydü. Kötü bir çarktı sanırsam. Çarkın ilk saatlerinde biraz para yapabildim. Derken, plakası bende yazılı, beş kişilik bir araç geldi. Dördüyle konuşurken, beşincisi, ikinci el mağazalarından 100 liraya aldığım -ki, satsam 20 lira veren çıkmaz- telefonumu gasp etti.

Biraz tartaklaştık. Arkadaşımın telefonundan “155 Polis İmdat” hattını aradım. Ahiret soruları sordular. Karakol, adliye, savcı falan… 20 lira etmeyecek bir telefon için gece beraber çalıştığım hırsız kardeşlerimin 5 yıl içerde yatmasına gönlüm razı gelmedi sanırsam. Hem biri çok çok yakışıklıydı. “Bir gün fırsat olursa eve götürebilirim” diye de aklımdan geçirdim.

Gecenin son demlerinde, kirli sakallı, ortalama sevişilebilir bir manti abla, “70 liram var eve gitmek istiyorum” diye yalvardı. “İyi. Bira falan alır, geçeriz” dedim. Çerez gibi geldi aslında. İyi sayılır. Aldım paramı. Bira içtik, öpüştüm falan… Aniden oral yapmak istedi. “Olmaz” dedim. Neyse, bir hamlede derdest edip üzerimden attım. Cüzdanında 100 lira daha görmüştüm. Çocuk bana şarkılar filan da söylüyor. Ben de insanım. Sarhoşum da… Ne yapalım? Arabasıyla gezmeyi teklif ettim. Aslında biraz da ben yazıyorum. Gece nereden alış veriş yapabilirdik, bilmem.

Masum içki denen bu bira, bira torbacılarının eline düşmüş yeni bir sektörün girdisi olmuş. Kıçıkırık birayı 5 liraya marketten almak mümkünken, şimdi, gecenin bu saatinde bira karaborsasından başka bir seçenek kalmadığından, el mahkum, 10 liradan 4 bira aldıracağız. Gezeriz falan olduk. Sanırsam ben de biraz hoşlandım.

En son Ankara’ya bir saat mesafedeki, Çermik’te bulduk kendimizi. Travesti olduğum için jakuzili bir oda tutmak zorunda kaldı. Çermik’te, 30 lira karşılığında bir saat kalınabiliyor. Odadaki havuzun içine girdik. Offf! Helal olsun. Çocukla bir saat seviştik. Zorlu çocukmuş. “Bu saate asla kalkmaz” dediğim organımı erekte etmeyi başardı. Bana yapacak bir şey bırakmadı. Bu kadar gayret, bu kadar oral… Neyse… İstemesem de penetre ediverdim. Hamamın sıcaklığı bir yandan, boşalmanın verdiği yorgunluk öte yandan; uyuklayıvermeyeyim mi?

Eser: Ferhat İgit

Vay başıma gelenler! Sen, bir kısmı kendisinin verdiği banknotlardan oluşan çantamdaki desteyi de al, beni Ankara’ya bir saatlik yerde bırak, kaç. İyi mi? Aaaaa! Vay başıma gelenler!

Çok geçmeden hamamcılar kapıyı vurmaya başladı:

“Abla çıkmıyor musun?”

Aklım başıma geldi ama iş işten geçmiş. İstifimi bozmadan, onurlu ve asil duruş sergiledim. Bu tarafa, “Tamam, çıkıyoruz! Üfff, parası neyse veririz!” diye cevap yetiştiriyorum ama kendi kendime de “Şimdi boku yedik” diyorum.

Hemen çantayı açtım, baktım, çantamın yırtık yerine gizlediğim ’kaza bela parası’nı bulmamış. “Abla enişte kaçtı” dedi hamamcılar. Ayy! Ne diyeceğimi bilemedim. “Yok be! Ne kaçması? Ben yol verdim ona.” diyerek kırılan onurumu kurtarmaya hamle ettim.

Şimdi durum şöyle: Ankara’nın en belalı pisliklerinin ve Kürt ülkücülerinin harman olduğu şirin ve güzide bir ilçesindeyiz. Gece zifir. Dışarı çıksam; anlarsınız… Herhalde herkes, ayrı ayrı bana Ankara’nın yolunu tarif etmek için sıraya girer. Üstümdekiler de iş kıyafeti bu arada!… Kürdün, kurt kökenlisiyle nasıl başedilir? Kızz, kıpkızz başıma kızardım tabiyatiyle…

Ülkücü Kürt kardeşlerim son derece endişelendiriyordu beni. Hamamdan da yeni çıkmışım… Makyajla pek güzel görünmem gerçi ama ülkücü Kürt kardeşlerim, valla bana Banu Alkan’a bakar gibi bakmıyorsa ne olayım. Havuz da var hazır. “Bu havuzun yanında neler neler olabilir” diye içimden bir fetiş geçirmedimse insan değilim . Ama “Kürtlerin ülkücü cinsinin kafası gibi, politik kimliği de karışık olur” diye iyimser ihtimallere dayalı fikirler yürütüyorum.

Ay taksi kaça giderdi ki aslında? Bu ilçede bu saate taksi var mı ki? Neyse, Allahtan, benimle ilgilenen çocuğu ziyadesiyle yardımsever çıktı. Çocuk da çocuk valla; bıyıklar yanlardan sarkmış, bıçkın mı bıçkın. İçimden küfrediyorum. “Bu kadar Türk ülkücüsüsün madem, bu Türkçe ne böyle!” Esefle kınamalarımı benden başka kimse duymadı tabi. “TÖMER’i tavsiye etsem mi?” diye aklımdan geçirdim bir ara. Düşündüm; deli miyim ben ay! Sana ne elin Türkçe’sinden Sanki Türk Dil Kurumu’nun gönüllü müfettişiyim.

Neyse, söylediklerinden anlayabildiğim kadarıyla çocuk, bu saate ilçelerinde hiç bir vesaitin eksikliğinin çekilmeyeceğini endişe buyurmamam gerektiğini söylemekteydi. Allah’a da şükretmeyi de ihmal etmeden:

“Devletimiz, karakolumuz, jandarmamız görevinin başındadır. İstersen çocuğu ihbar edelim” filan diyor.

“Lüzumu yok” dedim.

Lokanta sordum. Yokmuş, ama olsun. Caanım devletimin içindeyim. TC.’deyim. Ne olmuş azıcık Türkçesi bozuksa? Kürtlerden ülkücü olamaz mı? Hele şu şartlar altındayken, eşyanın tabiatını tartışacak değilim. “Ülkücü Kürt kardeşlerim de pek felsefe tartışmayı sevmez zaten” deyip içimdeki sesleri susturdum.

“Taksi kaç lira yazar?” diye sordum.

150 civarında tutarmış. Ay, derin bir nefes aldım. Çok iyi. Hemen asil öz hakiki Türkçe’mle iyi bir araba olmasını rica ettim; eski bir araçla gitmeye razı olacaklardan değildim. Memleketimin güzide ilçesinde mecburen bir taksicinin uyandırılması ve yatağından kaldırılması gerekti. Neyse, benim gibi asil bir kadın için fazla bir zahmet sayılmaz.

Uyandırdılar taksiciyi. İçlerinden geçeni biliyorum. “Eşşek düştü gecenin olmaz bir vakti” demiyorlarsa, ben üç kere eşek olayım. Havamda hiç geri vites yok. Gecenin o vaktinde, o varoş ücralarında, kusursuz Türkçe’m ve kırılmış onurumla beklerken, “Bi’şey içer misiniz?” sorusuna muhatap kaldım. “İçmem” dememek için bir bardak kapiçino rica ettim. Olmadığını söylediklerinde, son derece büyük hayal kırıklığı yaşadım. Öyle büyüktü ki, gören, kapiçinosuz yaşayamam sanır.

Canım Çermik’in her yeri maşallah, Türk bayrakları ve Atatürk resimleriyle dolu. Türkçeleri bu imajı biraz bozuyordu ama ne yapcan? Alkolün kafası, hamamda kalmıştı. Kuyruğu dik tutmakta zorlanıyordum. Allah’tan ilçenin vatana yaptığı hizmetleri dinleme fırsatını yarı yarıya kaçırarak müsaade isteyip kalktık.

Sıra pençeleşmeye geldi. Burada öyle idareten tokalaşamazsın. Parmakların güçlü, sert, Türk gibi olmalı. Şöyle, av yakalamış leopar gibi kavramalı. Neyse ki, taksici o nispeten mülayim çıktı. O kadar ülkücü falan da değil. Ama sıkı çakaldı. İyi. Adam arabeskin en damarını biliyormuş. O bile güzel canım vatanımda. Hafif benim bacaklarımı kesiyor, arada penisiyle oynaşıyor. Canım benim.

Çok çok eskiden, bir travesti mi varmış, neymiş, onu sordu. Ankara Travestileri tanımadığım gibi aynı zamanda da kendilerinden hiç hazzetmediğimi söyleyerek konuyu kapatttım.

Anlaştığımız rakamı ödedim. Uyanması için müzik dinlemeliymiş. “Arabeks” istemediğimi söyledim. Halay havası açtı. “Müslüm yok mu?” dedim, belki ortak bir dil olur umuyorum. Bu sırada siki erekte olmuştu. Bana bakıyordu.

Aslında verdiğim 150’yi kurtarmak için bir fırsattı. Ama gece fazla yıpratıcı olmuştu.

“Sen benim abimsin. Hem biz Türk’üz. Müşteriye öyle davranılmaz. Bu senin ekmek kapın” gibi sözleri gayet kurallı bir şekilde cümle içinde kullanarak, bol nasihatli bir nutuk derledim.

Derhal vaziyeti kurtarmaya girişti. “Yanlış anladın ablacım”lar yaptı. Kızarıklıktan mustaripmiş, sabahları bacak arasını kaşımadan rahat edemezmiş. Hem ben onun ablasıymışım.

Ankara’ya vasıl olduğumuzda bu olağan travesti gecesi, dünyanın bütün geceleri gibi kendi sabahına mağlup düşmekteydi.

Komşu Travesti Komşunun Külüne Muhtaçtır

Bu sene aşure kaynatıp gideyim diyorum meclise. Dağıtayım hepsine. Bir iki polis ve askere numaramı veririm hem, diye düşünüyorum. Ama çok saygılı polisler, nereden getiriyorlarsa bunları… İki sokak üste, bu yakışıklı polislerden isteyeyim diyorum. Bu meclistekiler hariç, bugüne kadar bana “hanfendi” diyen bir polisle karşılaşmamıştım. Genellikle polis beni canlı olarak ele geçirir, kimliğime bakıp, “Sen kız değilsin” diye, annemin babamın bana taktığı ismi bağırarak gülerler. Biraz daha yakından bakarlar bana, sonra biraz da tadıma bakarlar. Ama yukarıda Allah var. Meclis polisinden bu güne kadar tadıma bakan olmadı. Onlar tadıma bakmak istese, hiç kızmam. Niye? Çünkü çok beyefendiler.

Meclisin üzerinde oturuyorum. Ne garip değil mi? Milletin, kendi meclisinde vekaleten oturan yüzlerce vekili var. Sürekli önünden geçmem gerektiği için karşılaştıklarıma dikkatli bakıyorum: Acaba hangisi benim vekilim? Televizyonlarda ve gazetelerde de rastlıyorum. Bana benzeyen ya da benzeme eğilimi gösteren, hoş, çiçekli kıyafetleri olan bir vekil bulamadım. Hadi bana benzemesi üzerinde fazla durmayalım; o zaman milletin vekili olan ve büyük bir ekseriyetle “bey” olan kişiler, benim vekilim olduklarından haberdar mı? Diyelim haberdar ve beni bağrına basmak için çıldırıyor, bunda da bir tehlike yok mu? Ben, bana kollarını açmış bir vekili milletle paylaşır mıyım? Paylaşmam. Bu vekilden gelecek cukkaları bir başıma yerim, cebime indiririm. Yani gene milletin vekili olamaz, bir iki kişinin vekili olur gibi geliyor bana…

Komşularımı enine boyuna tanıma çabam, çok disiplinli ve kararlı şekilde devam ediyor. Bir yerde beni yaşatan merak bu. Değil mi ki TBMM duvarının bir iki bina üstünde oturuyorum; çok normal. Acaba benim bu kötü evde başıma gelenler, duvarın arkasındaki bahçede yaşayan vekillerin başına da geliyor mu? Yaşıyorsa, bunları biz de bilsek ve toplanıp bir hal çaresi düşünsek. Ama beni bahçeye sokmuyorlar. Çok güvenli bir yer herhalde. Çok asker ve polisle korunuyor.

Bir gün demek istiyorum ki komşularıma, “Sizin polisleriniz, hiç bizim bildiklerimiz gibi değil, bizimkiler gibi davranmıyor. Hepsi gayet saygılı ve nazik. Bir sokak üstte, polisler bize çok kötü davranıyor” Garip değil mi? Milletin kendisine kötü davranan polis, vekaleten onun yerine bakanlara çok saygılı.

Ama bunlara çok kızıyorum. Bir daha bunlardan seçmeyelim. O bizim evin arkasındaki bahçe çok yeşil. Seçilmeyince valla, oraya vekillerden kimse gelmez. Biz de çarktan filan dönüşlerde, veya hafta sonları meclisin yerinde piknik yapsak, ne güzel olur. Hem meclisin polisleri çok saygılı, nazik, küfretmeden konuşan, tehdit etmeyen, tecavüze kalkışmayan, gaz sıkmayan ayrı bir kategori oluşturuyor. Vekil korumaları ve polisler çok yakışıklı. Ben bazen, oradan geçerken, bunların beyefendi ve yakışıklı oluşuna fazla dikkatli bakakalıyorum. “Bir şey mi istiyorsunuz hanfendi?” diyorlar. Aralarında, “Ne bakıyon ibne travesti?”, “Götürüyüm mü lan!”, “Gel sana bir Kabahatler Kanunu’ndan bir döşeyim de ananın …. görürsün!” diyenlerinden bir tane bile yok.

Kendilerine iyi ve insan gibi yaşamayı bilen polisleri almışlar, bizim nasibimize ise –ki halbuki bir üst sokakta oturmaktayız- Balyoz Ekibi düşsün. Yakışık alır mı? Bir devletin tüzel kişisi bunu yapar mı? Şurada komşu değil miyiz? Ayıp!

Bakın, şu aziz mübarek Ramazan günü, hanginiz gelip komşularını ziyaret etti. “Aç mısınız? Tok musunuz?” diye soranınız oldu mu? Aramızda bir komşuluk hukuku var. Dönmüş olabiliriz ama siz de vekilsiniz. Bize benzemiyorsunuz, istanbul travestileri değilsiniz ama travesti komşularınız var. Bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını insan merak eder, gelip sorar.

Bu sene aşure kaynatıp gideyim diyorum meclise. Dağıtayım hepsine. Bir iki polis ve askere numaramı veririm hem, diye düşünüyorum. Ama çok saygılı polisler, nereden getiriyorlarsa bunları… İki sokak üste, bu yakışıklı polislerden isteyeyim diyorum. Bu meclistekiler hariç, bugüne kadar bana “hanfendi” diyen bir polisle karşılaşmamıştım. Genellikle polis beni canlı olarak ele geçirir, kimliğime bakıp, “Sen kız değilsin” diye, annemin babamın bana taktığı ismi bağırarak gülerler. Biraz daha yakından bakarlar bana, sonra biraz da tadıma bakarlar. Ama yukarıda Allah var. Meclis polisinden bu güne kadar tadıma bakan olmadı. Onlar tadıma bakmak istese, hiç kızmam. Niye? Çünkü çok beyefendiler.

Aşureyi meclise götürdükten sonra konuşacağım hepsiyle bir bir. Şurada komşuyuz; koskoca Türkiye’yi düzeltmeye yakınlardan itibaren başlasak ya! Bakın, hemen bir üst sokağınızda neler oluyor. Sizde para yoksa, sorun etmeyin. Aramızda para toplayalım. Ben bizim kızlardan çark sonrası toplarım. Mahallede fukara varsa arayalım, bulalım, yardım edelim. Sizin polisler daha güçlü ve yakışıklı. Ayrıca disiplinliler. Bir tanesi çok iyi. Görseniz, aman Allahım! Gözlerinize inanamazsınız. Çok yakışıklı. Polis değil de, şerif tadı var. Clint Eastwood’a benziyor. Çok havalı. O güzel polislerden ilk önce bizim mahalleye koysak. Çok iyiler. Nereden buluyorsunuz bunları? Maaşallah…

Bizim polisleri de bir yere atsak da önce şu mahalleyi bir temizlesek. Çok yararlı olur bence. Hem bir meslek içi eğitim çalışması saymak lazım bunu. Bizimle arkadaş olurlar hem. Kimbilir, belki içinizde, bize benzeyen bir vekil olsun istersiniz. Ya da, zaten vardır içinizde bize benzeyen bir gizli ibne, o da rahatlar.

Ben çok sıcak bakmam böyle işlere; istemem. Vekilim eksik kalsın. Ama kızlar istiyor. “Şöyle bir kaç tane ibne, dönme falan vekil olsun” diyorlar. Hevesleniyor gariplerim. Ne diyeceksin?

Hem mecliste yemekler de ucuzmuş. Bir sokak altta hiç de hijyenik olmayan lokantalara, tavuk dönercilere dünyanın parasını veriyoruz. Bizim mahalleye meclis duvarından bir kapı açsanız, biz de gelip gitsek. Çok lüks restoranınızda neler yiyormuşsunuz da tavuk döner parası ödüyormuşsunuz. Ayıp ama size. Çarkta para mı kaldı? Bak o kadar maaş alıyorsunuz, ucuza yemek yiyorsunuz. Bize benzemeyen vekillere bir şey dediğim yok. Ama kırılıyor insan… Bak bayramda gelecem. Kapıda öyle, “Rezervasyonunuz var mı?”, “Kime geldiniz?” falan diye sormak yok. Valla bu sokakta ben, sizden daha eskiyim. En eskileriniz, dünkü çocuk sayılır. Gelince uzun uzun konuşuruz bunları inşallah. Kapıda bana, “hanfendi” diyen polislerden, askerlerden ve korumalardan istiyorum, karışmam. E, güzel de giyinmem lazım.

Ben geldiğimde, şu Türkiye’yi kurtarma işine, kısa bir süreliğine ara vermelisiniz. Önce sokağınızdan başlayın. Buraları acilen, öncelikle ve ivedilikle düzeltelim. Hemen bir sokak üstte çeteler, zorla çalıştırılan mülteciler filan var. Her gün bir trans saldırıya uğruyor. Önce çetelerden, sonra polislerden neler çektiğimizi anlatcam. Siz önce şu sokağa bi’ el atın, bu sokakta kendinizi bir tartın…

Şu yakışıklı polisi de bizim evin oralara bir yere koyun. Bana “hanfendi” diyen polisi canıımmm. Çeteler filan saldırınca, ben ondan imdat isteyeyim. Beni kurtarsın, pamuklara sarsın.

Tabi, şu kapı açma işini de konuşacağım. Yaşlı insanlar var mahallede. Valla, kızlardan oruçlu olanlar var. En azından sizin restoranlarda iftar açabilsinler. Zaten aynı sokakta çalışıyoruz. Biraz üstünüzde oturuyorum. İlk önce mahallede kim açtır, kim toktur, bu zenginler, bu travestilere sürekli ne yapıyorlar?… Bunları filan konuşup, mahallenin gelir dağılımına filan baksak… Transfobi, etnik kimliklerin hazin dramatik hikayelerini filan anlatırım, vakit su gibi geçer.

Bekleyin, bayramda geliyorum. Önce sokağı düzeltelim. Öncelik onda. Sonra siz gene Türkiye’yi düzeltme işine geri dönersiniz. Ona ben karışmam. Bizim sokakta önce bir… Staj gibi düşünün. Kızmayın ama…

Hırsızlık, BDSM ve Taocu seks üzerine

Tao seksinin sonunda ben sikiliyorum. Ben bunu anladım yani, anladın mı? Üzerine ne koysan, önemli olan içerik. En son sana giriyor. Tao seksinden ne anlayacak?

Aslında bizim olduğumuz yerde yüzde yüz hırsız vardır. Çingenenin travestinin olduğu yerde nasıl hırsız olmaz? Hırsızı anlamak için, onu utandıran şeylerle nasıl başa çıktığına yakından bakmak lazım.

Hırsızlar çok agresif tavırlar sergiler. Hırsızlığı hiç kabul etmezler. Küfrederler. “Bana hırsız diyenin anasını sikeyim” filan derler.

Travestinin hırsızlığıyla hırsızın hırsızlığı da aynı değil. Travestilerin de satın alınmanın verdiği bir intikam duygusu var. Kapitalizmin başka rahatsızlıkları üzerinden nüksetmesi hali var.

Travestiler hırsızlıkları yüzünden utandırılamazlar. Birbirlerinin evlerini soyarlar. Çalıyor olabilir. Niye bunun için utansın ki? Götünü siktirme pratiği geliştirmiş. O da utanç verici bir şey değil mi? Eskiden zaten utanmış, götünü siktirdiği için. Ya da utandırılmaya çalışılmış. Hırsızlıktan ayrıca niye utansın ki?

Buna rağmen, bazen kimse onu utandırmaya uğraşmıyorken, ya da uğraşıyorsa bile artık vazgeçmişken, beklemedik biçimde kendi kendine ahlaki sınırlar geliştirir. “Ben sadece götümü siktiriyorum, hiç hırsızlık yapmadım” diyerek övünmek ister mesela. Başka bir trans çeşidi de, “Ben sadece hırsızlık yapıyorum, hiç götümü siktirmedim” diyebilir. Aynı gurur, aynı mağdur, aynı övünme psikolojisi… İtibarını kurtaran bir çıkış yolu buluyor.

Hırsızın minneti büyük olur
Hırsız arkadaşlarım hep soyarlar beni. Ben bunu hiç sorun yapmam. Çünkü hırsızların minneti büyük olur. Çok hızlı getirirler. Giderken, yüzde yüz bir şeyini çalıp giderler. Evimden telefon gitti, laptop gitti. Ev arkadaşım, “Sen peygamber gibisin, bunların hepsini nasıl anlıyorsun” diyor. Çünkü hırsız grubu ortak özellikler gösterir. Mesela çok hızlı sikerler. Panik sikerler. Hırsızlık yapar gibi sikerler. Seksi de kötü yapıyorlar.

Kötü mü demek lazım bilmiyorum aslında; ne istediğine bağlı. Benim bütün kocalarım hırsız ve torbacı oldu. Birisinin BDSM olduğunu farzettim. Dövüp günlük on tane filan pıt alıyordum ama bunu realize edemiyordum. Dayaktan keyif aldığını anlamıştım. BDSM’nin ne olduğunu bilmiyordum. Sapkın bir hal diye düşünüyordum. Ama sapkınlığı beni rahatsız eden bir hal değildi. Ben Ankara’nın ilk BDSM çalışan travestisiyim. Etrafımdaki herkes “sapık geldi anneeeee!” filan diyorlardı. İstemeden nam yaptım. Aslında ben bu duruma BDSM dendiğini daha yeni öğrendim. Sapkınlıklarım beni var ediyordu o zaman. Neyin sapkınlık, neyin değil olduğuna daha tam karar vermemiştim ki. Bir altında, eşcinsellik de hastalıktı.

Sapık, senden sapandır
Şimdi bir karara vardım mı? O zamanki kararımla aynı kararım. Sapkın olma hali değil demem de neyi kurtarır ki? Kesin bir şey değil ama, bende varmış BDSM. Hani bir tarafıma bulaşmış. Sapkınlık derecesine gelince yani aslında her yerden, karşı taraf sapkın. Anlayamadığın her şey, senden sapıyor. Sapkınlık böyle bir şey değil mi? Bana düz gelen, sana gelince sapıyor yani. Anlayamıyorsun, sapıyorsun. BDSM’yi seviyorum ben aslında. BDSM imişim. Ben bunu bilmiyordum ki. Bunun pratiğini ben kendim geliştirmiştim. Bir yerde okumuş değildim.

Taocu tedrisat
Bir keresinde Tao seksi diye bir şey okuyordum. TRT’de bir müdürle seks yapıyorum. Aramızda bir ilişki başlamıştı. Taocu seksten ne anladığımı sordu. “Gel ben sana göstereyim çok önemli bir seks şekli” filan deyip, heriften çok büyük bir para alıp, ondan sonra karşılığında domalıp, tükürüp, “sik hadi” dedim. Ondan sonra adam, “Tao Seksi bu muymuş?” dedi. Kitabı herife verdim, “Ben bunu anladım” dedim, “Bir de sen oku”.

“Hadi sok” dedim, tamam mı?

Adam, “Bu parayı fazlasıyla hak ettin” dedi. “Bu kitabı ben okuyacağım” dedi.

Tao seksinin sonunda ben sikiliyorum. Ben bunu anladım yani, anladın mı? Üzerine ne koysan, önemli olan içerik. En son sana giriyor. Tao seksinden ne anlayacak?

BDSM eğilimlerinin ne zaman farkına vardım? Aslında bu sapkınlık tırnak içinde bende olmalıydı. Çünkü ben sapkınlıklar sınırındaydım. Şu anda BDSM ile karşılaşmış olsaydım bu bilinçle BDSM bir birey olur muydum, bilemiyorum ama onun gizemi çekti beni. Sapkın olması çekti. Sapkınlık olmasaydı zaten benim orada işim olmazdı. BDSM olmak zorundaydım zaten. Olmasam bile olmak zorundaydım. Bulaşmak zorundaydım. Zaten her bulaştığın şey, çıkartıyor seni, başka bir yere itiyor. Mesela BDSM’ye takılıp gidemiyorum. Oradan sıçrıyorum yani.

Benim hayatım hızlıdır, hani, anladın mı? Manevralı bir hayattır.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti