travestipedro | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 102

Ekim Devrimi’nin Travesti Hali

“Devrimden sonra kısa bir süre toplum bir özgürlük nefesi aldı fakat ondan sonra 60 yıl boyunca cinsellik gündemde hiç olmadı.”

Ekim Devrimi’nin yıl dönümünde bu konuyla ilgili çok fazla şey yazılırken LGBT’ler açısından Sovyet dönemini konuşmak gerektiğine inanıyorum. Kafamda devrime ve Sovyetlere dair onlarca soru var. Bu nedenle Rusya’da doğup büyümüş Rus bir arkadaşım olan Aleksandra ile bu konu üzerine biraz konuşmak istedim. O da beni kırmadı ve sorularıma yanıt verdi.

Ekim Devrimi’nin yıl dönümü dolayısıyla onlarca yazı yazılıyor. Bunların bir kısmı ne kadar güzel bir hayatın şafağı olduğuna yönelikken bir kısmı da aslında Rusya’da bir şeyi değiştirmediğini söyleyen yazılar. Bu nedenle ben Ekim Devrimi öncesinden başlamak istiyorum. Rusyalı birisi olarak Ekim Devrimi öncesi hakkında özel anlamda LGBT’ler ve kadınlar için nasıl bir dünya vardı?
Rusya’da kadın, Hıristiyanlık kabul edildiğinden beri 1917 Ekim Devrimi’ne kadar hukukça haklardan yoksun ediliyordu. Bekar kadın babasının, evli kadın kocasının mülküydü. Kocasından izin almadan birçok resmi faaliyette bulunamıyordu. Erkek sadece çocuklarına değil karısına da fiziksel şiddet uygulayabilirdi. O dönem toplumdaki bireylerin arasındaki ilişkileri esas olarak kilise, yani din tarafından düzenleniyordu.

LGBT bireylere gelince, ilk defa kanunca eşcinsel ilişkiler ya da oğlancılık 18. yüzyılın başında I. Petro döneminde yasaklandı. Ama sadece erkekler arasında ve orduda… Bunun dışında kanun eşcinselliğe değinmiyordu. 1832 yılında Rusya İmparatorluğunun ilk kanunları düzenlendiğinde “oğlancılık” tamamen yasa dışı oldu. Kadınlar arasında eşcinsel ilişkilere ise kanun tümden aldırmıyordu.

19. yüzyılın sonunda psikiyatristler tarafından ilk defa “oğlancılık” yerine homoseksüellik kavramı kullanıldı ve ilk defa sadece erkekler arasında değil kadınlar arasındaki eşcinsel ilişkilerden bahsedildi. Yurt dışındaki araştırmalara dayanarak homoseksüellik bireyin doğuştan olan biyolojik bir özelliği olarak değerlendirilmeye başlandı. Yani eşcinselliğin bir suç veya günah olmadığı ve bu yüzden bu tür “sapmaların” hukuk alanından çıkarılıp sadece tıbbi alanda psikiyatristler tarafından incelenmesi gerektiği düşünülüyordu.

20. yüzyılın başında ise liberal hukukçular da eşcinselliğin ceza kanunundan çıkarılması gerektiğini düşünüyorlardı. Literatürde eşcinsel ilişkiler, üçüncü cins ve travestiler bireylerden bahsedilmeye başlandı. Ama toplumda LGBT’ler ne tür zorluklar çekiyorlardı, bu tür bilgilere ulaşmak zor. Dünyaca ünlü klasik Rus yazarların eserlerinde buna dair hiçbir şey göremiyoruz. Yani anlaşılan LGBT’lerin hayatı gayrimeşru, gizli kapalı bir şekildeydi. Kanımca genel olarak insanların özgür yaşamadığı, kadının eşit bir vatandaş sayılmadığı bir toplumda LGBT hakları da söz konusu olamazdı. Devrimden önceki Rusya çok ataerkil ve muhafazakar bir toplumdu.

Peki devrim sürecinde LGBTlere yönelik bir propaganda var mıydı?
O dönemde sosyalistlerin gündeminde LGBT hakları ana konulardan biri değildi. Genel olarak V.Lenin de, A.Kollontay da cinsiyetlerin eşitliğinden, maddilikten kurtarılmış aşk ve ilişkilerden bahsediyorlardı. Ve bu bağlamda tüm sosyalistler, ceza kanunundan oğlancılıkla ilgili maddenin çıkarılması gerektiğini savunuyordu.

Devrimden sonra neler değişti?
Devrimden sonra 1920 yılında oğlancılık bir suç olmaktan çıkarıldı. Ama aynı zamanda cinsel rüşt yaşından da bahsediliyordu, 14 yaşından büyük olan erkekler için eşcinsel ilişkiler serbest oluyordu. 1922 yılında RSFSC ceza kanunu tam olarak düzenlendi ve kanundan oğlancılık kavramı da, cinsel rüşt yaşı da çıkarıldı. Zorlama, küçükleri baştan çıkarma gibi durumların olup olmadığı doktorların kararlarına bırakılıyordu. Yani aslında bilimden çözüm bekleniyordu. Ve diğer ülkelere göre bu kesinlikle büyük bir ilerlemeydi. O dönem Almanya’da eşcinsel ilişkiler için 5 yıl, İngiltere’de ise ömür boyu hapis söz konusuydu.

Sovyet doktor ve psikiyatristler tarafından bu alanda birçok araştırma yapılıyordu. Eşcinsellik hala bir hastalık olarak değerlendiriliyordu ve örneğin hipnozla tedavi edebileceği düşünülüyordu, ki bu durum çok normal, çünkü bilim gelişmeye devam ediyordu. Ünlü Sovyet psikiyatristler ve doktorlar, sağlık hizmetleri komiseri dahil olmak üzere Alman seksoloji uzmanı Magnus Hirşfeld tarafından kurulmuş Uluslararası Cinsel Reform Birliği’nin konferanslarına katılıyorlardı.

Ancak Sovyetlerin tüm bölgelerinde oğlancılık ceza kanunundan çıkarılmadı, örneğin Özbekistan’da. Bolşeviklere göre bunun sebebi, o bölgedeki yaygın olan erkek çocukların seks işçiliği, çocuk istismarıydı.

Bazı kaynaklar Stalin dönemi ile ilgili çok ağır koşulların olduğunu söylüyor. LGBTler açısından nasıldı Stalin dönemi?
Stalin’in iktidara gelmesiyle beraber toplumun birçok alanında değişiklikler oldu. “Sovyet insanın ahlakı” diye bir kavram ortaya çıkarıldı. Aile yine toplumun kutsal bir kurumu durumuna getirildi. Kürtajlar yasaklandı. Sağlıklı Sovyet toplumunda cinsel ilişkiler araştırma konusu olamaz diye ilan edildi. Sağlıklı bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkileri incelemesine gerek yok, çünkü bireysel ilişkiler toplumsal ilişkilerle aynıdır. Yani anlaşılan devrimden sonrası cinsellik alanında yapılan araştırmalar durduruldu, gereksiz ve son derecede tehlikeli bulundu. Ve tüm bunlar Marksizm teorisiyle destekleniyordu, yani ortada Marksizm’in vulgarizasyonu söz konusuydu. Bireycilik ve birey vulger bir şekilde yorumlanıyordu.

1933 yılında eşcinsel ilişkiler yine kanunca suç ilan edildi. Bunun açıklaması da şöyleydi: “Eşcinsel propagandası batı kültürünün bir sapmasıdır, Sovyet insanında böyle bir sapkınlık olamaz, bu yüzden eşcinsel bireyler devrim ve sosyalist toplumun düşmanları ve batı burjuvazisinin ajanlarıdır.” Eşcinsel ilişkiler ile suçlanan vatandaş çalışma kampında 5 yıl ceza alıyordu.

Sovyet sonrası dönemde ne değişti? Daha özgür bir Rusya mı yoksa daha muhafazakar bir Rusya mı oldu?
Stalin’in döneminden 1993 yılına kadar eşcinsellik yasa dışıydı. Yani devrimden sonra kısa bir süre toplum bir özgürlük nefesi aldı fakat ondan sonra 60 yıl boyunca cinsellik gündemde hiç olmadı. Ondan bahsetmek ahlaksız ve ayıp sayılırdı. Eşcinsel ilişkiler de söz konusu olmuyordu. LGBT’ler de, rejime uygun olmayan diğer unsurlar gibi kendilerine bir şekilde yaşam alanı yaratmak için gizli bir şekilde belli yerlerde toplanıyorlardı.

Sovyetler yıkıldıktan sonra uzun bir süre toplumun tüm alanlarında kaos vardı, sınırsız özgürlük hissi. Sovyetlerin son 60 yılına göre bireysel anlamda daha özgür bir Rusya diyebiliriz. En azından artık istersen seksten, istersen geylerden bahset, istersen iktidarı eleştir, istersen destekle. Toplumun büyük kısmı tek tip insan, tek tip düşünceden kendini kurtarılmış hissediyordu.

Putin’in iktidara geldikten sonra özellikle son 5 yılda muhafazakar politika uygulanmaya başlandı . Zorunlu din dersinden bahsetmeye başladılar, kadın haklarına saldırıldı, kürtajları yasaklamaya çalıştılar. Sürekli din, kilise ve geleneksel değerlerden bahsediliyor. Ve tabi ki LGBT’ler geleneksel değerler dışındalar. Toplum da çok muhafazakar ve milliyetçilik dalgası var son zamanda. Bu yüzden medya tarafından hep çevirilen homofobik söylemler toplumda benimseniyor. Her sene Gey Onur Yürüyüşleri yapılıyor, ama kitlesel değil, ve son derecede tehlikeli bir şekilde geçiyor, çünkü milliyetçi ve faşistler tarafından saldırıya uğruyorlar, polis de hiç bir şekilde müdahale etmiyor.

Son olarak sosyalistler Sovyetler döneminde nasıldı LGBTlere karşı, bugün nasıl yaklaşıyorlar?
Yani aslında SSCB’de sol muhalifler ayrı bir konu, yeni sol diye bir kavram var, ama LGBTlere yönelik ne tür tutumları vardı bilmiyorum.

LGBT konusu Rusya’daki sosyalistlerin gündemine daha yeni yeni girmeye başladı diyebilirim. Ben Rusya’dayken 2005-2008 yıllarında daha böyle bir şey yoktu. O zaman daha yeni yeni Marksist feminizmden bahsetmeye başlıyorduk, kadın çalışmalarını yürütmeye çalışıyorduk, ve başarısızdık. Bana göre daha doğrusu tecrübeme göre sosyalist partilerde kadın sorununa yaklaşım ve LGBT sorununa yaklaşım paralel olarak gelişiyor.

Rusya’da şimdi, özellikle 1 Mayıs’larda bunu görebiliyoruz, LGBT konusunda solcular ve sosyalistler iki cepheye ayrılıyor. Bir kısmı LGBT’lerle beraber yürür ya da daha pasif bir şekilde destek verir, diğerleri ise gayet saldırgan bir biçimde onları meydandan kovmaya çalışır. Özellikle anarşistler son zamanda iki gruba ayrıldılar. Biri feminizme ve LGBT mücadelesine olumlu yaklaşırken, diğer grup ise feministlerin yaptığı etkinliklere gelip orada her türlü olumsuzlukları çıkarır, LGBT bireylere saldırır. Böyle bir olaya da kendim şahit oldum. Bir grup anarşist sosyalistlerin düzenlendiği feminizm konferansına gelip öncesinde sözlü olarak katılımcılara hakarette bulundular, sonrasında eşcinsel bir bireye saldırdılar, ki kavgayı başlatan anarşist kadınlardı. Yani gericiliğin cinsiyeti yoktur. Ama tüm bunlara rağmen diyebilirim ki, benim döneme göre Rusya’daki sosyalistler arasında birçok şey değişti, olumlu değişiklikler oldu, kadın ve LGBT mücadelesi yükselmeye başladı. Ama ne yazık ki bu yeni gelişmelere karşıt olarak bazı sosyalistler ve solcular tarafından her türlü olumsuz tepkiler geliyor. Ama oradaki yoldaşlar her şeye rağmen mücadelelerini devam ettiriyor ve başarılı olacaklarına inanıyorum.

Ayrımcılık Mevzuatı Travestileri de Kapsamalı!

Hükümetin sivil toplum örgütlerinin taleplerine kulak vermesini talep eden çağrının tam metni şöyle:

2006 yılında İHOP ve Uluslararası Azınlık Hakları Komisyonu tarafından hazırlanan Ayrımcılık Mevzuatı ve Eşitlik Kurulu Yasa Tasarısı, Hükümet tarafından 2009’un sonlarında, “Demokratik Açılım”ın bir adımı olarak düzenleme vaadiyle İçişleri Bakanlığı aracılığıyla Barolara, Akademik çevrelere ve STK’lere ulaştırıldı.

Taslağın “Eşitlik ilkesi, ayrımcılık yasağı, yasak kapsamındaki ayrımcılık türleri” başlıklı 3. Maddesi’nde, “cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, etnik köken, cinsel kimlik, felsefi ve siyasi görüş, sosyal statü, … ve benzeri temellere dayalı ayrımcılık yasaktır” hükmü yer alıyordu. İçişleri Bakanlığı’nın resmi sitesinde duyurulan Taslak’ın son halinden ise “cinsel kimlik” ve “etnik köken” ibaresi çıkartıldı.

Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Kasım 2009’da TBMM kürsüsünde yaptığı konuşmada, insan hakları ile ilgili idari denetim mekanizmalarının uluslararası kurallara uygun olarak kurulacağını, Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu oluşturulacağını belirtmişti.

İnsan hakları örgütlerinin temsilcilerinin Bakan’la görüşmeleri ile olumlu bir süreç başlamıştı. İçişleri Bakanlığı bu alandaki çalışmasını, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Azınlık Hakları Grubu (MRG)’nin katkısı ile İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) tarafından hazırlanan taslağı esas alarak başlatmıştı.

Ayrımcılığın temellerini yeniden tanımlayan bu çalışmada tanımlanan ayrımcılıklar arasında “cinsel kimlik” de yer alıyordu.

İHOP’un hazırladığı ve Adalet Bakanlığınca kabul edilen Taslak’ta, “cinsel kimlik” tanımlanmış ve “heteroseksüel, eşcinsel, biseksüel, transeksüel, travesti ve benzeri cinsel kimlikleri ifade eder” olarak belirtilmişti.

Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunundan cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin içinde olduğu ayrımcılık yasağını düzenleyen madde tamamen çıkartılarak kanunlaştı.

Sivil anayasa tartışmalarında anayasanın eşitliği düzenleyen ve ayrımcılığı yasaklayan maddesinden “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibareleri CHP ve BDP’in ısrarlı taleplerine rağmen çıkartıldı.

2010 yılından bu yana tasarıya ilişkin her hangi bir çalışma yapılmadı. Kasım ayı başında yapılan Reform İzleme Grubu toplantısında İçişleri Bakanının önerisiyle Ayrımcılık Mevzuatı ve Eşitlik Kurulu yasa tasarısı yeniden gündeme geldi.

Kaos GL, Pembe Hayat ve Siyah Pembe Üçgen İzmir Dernekleri olarak, Ayrımcılık Mevzuatı ve Eşitlik Kurulu Yasa tasarısının sivil toplumun taleplerini kapsayacak şekilde ve “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ile “etnik köken” ibarelerinin “Eşitlik ilkesi, ayrımcılık yasağı, yasak kapsamındaki ayrımcılık türleri” başlıklı 3. Maddesine eklenmesini talep ediyoruz.

LGBTİ’ler ve travestiler açılmadan topluma kendini kabul ettirebilir mi?

“Denizli LGBTİ ve Aileleri” olarak oluşumumuzun adına yakışır bir şekilde bu haftaki buluşmamızı da gerçekleştirdik. Tam 40 kişiydik bu hafta da. Üniversiteden birçok bölümden öğrenci arkadaşlarımız vardı: Fizik Tedavi, Sınıf Öğretmenliği, Beden Eğitimi Öğretmenliği, İşletme, İnşaat Mühendisliği, Tıp Fakültesi, Çalışma Ekonomisi, İktisat, Felsefe… Bu hafta tartıştığımız “açılım” konusuna uygun olarak, açılımlarını yapmış anneleriyle katılan eşcinsel ve transseksüeller vardı, gene başka şehirden oluşumumuzu duyan ve katılan transseksüel bir arkadaşımız vardı, sosyalistler vardı, taraftar grupları vardı…

Buluşmamıza katılımcıların kendilerini tanıtmalarıyla başladık. Daha sonra da açılımlarını ailelerinin tamamına yapmasalar da gerçekleştirdikleri kadarıyla hikayelerini dinledik. Şehir dışından gelen trans arkadaşımız, buluşmalarımıza katılan bir arkadaşımızın aracılığıyla katılmış bu akşamki buluşmaya. O, annesine açılımın yapmış. Aslında aile bireylerinin hepsi biliyormuş ama kabul edemiyorlarmış; özellikle ailenin erkek tarafı. O da tedavi sürecini yaşamış ve şu ifadeyle karşılaşmış; hormonların normal, her şeyin normal, sen neden böylesin? Babasının moralini bozan olaylar durulduktan sonra, babasıyla da bu konuda yüzleşmeyi düşünüyor. Hep tartıştığımız konudur açılımımızı çeşitli sebepler yüzünden ertelemek. Oysa kimliklerimizin ertelenecek hiçbir tarafı yoktur. Çünkü olaylar olmaya devam edecektir ve belki de açılım yapma fırsatını hiçbir zaman yakalayamayabiliriz bu gerekçeler yüzünden. Olaylar öyle veya olacak zaten. Bu durum bizim kendimiz olarak yaşamamızı ertelememize engel teşkil etmemeli. Arkadaşımız da bu arada üniversite öğrencisi. Her LGBTİ ailesinin duyduğu korkuyu onun annesi de duyuyormuş; ya seks işçisi olursa. O da trans cinsiyet kimliğinin başarısına engel teşkil etmeyeceğini anlatmaya çalışmış. Heteroseksist dünyanın transseksüelleri seks işçiliğine mahkum ettiğini göz ardı edemeyiz ama buna rağmen LGBTİ’lerin çalışma hayatında da var olabilmek için mücadele vermesi gerekiyor.

Geçtiğimiz haftalarda erkek kılığında gelen trans arkadaşlarımızdan biri, bu hafta trans kadın cinsiyet kimliğine uygun giyinmiş olarak, yani kadın kılığında annesiyle geldi. İlk geldiği hafta gözü yaşlı annenin yüzü gülüyordu artık. Evet, gerçeklerle barışmak ve hayatı olduğu gibi kabul etmek hayatımızı kolaylaştıracak, daha yaşanılası kılacaktır kuşkusuz.

Eşcinsel bir gencimiz de açılımını yaptığı annesiyle geldi bu haftaki buluşmamıza. Aslında bu arkadaşımızın ailesi her şeyi en baştan beri biliyormuş anne-baba olarak, aile olarak ama bu durumu bir geçiş süreci olarak düşünüyorlarmış; “bu yaşları da atlatacak ve heteroseksüel olacak” diyorlarmış kendi aralarında. Anne bir gün gerçeği itiraf ettiriyor çocuğa. Nasıl mı; eşcinsel arkadaşımızın eşcinsellikle ilgili damarına basarak. Neden mi itiraf ettiriyor; çünkü çocuğunu düşünüyor ve eve geç gelmelerinden dolayı çocuğunun başına bir şey gelmesinden korkuyor. Arkadaşlarıyla buluşmalarına istinaden “Kimmiş bu arkadaşların?” diyor anne ve arkadaşımız da arkadaşlarını getiriyor bir gün eve. Bir tanesi aşırı kibar-feminenmiş. Daha sonra anne, “Senin bu arkadaşların da ’nonoş’ gibi” diyince, arkadaşımız sinirleniyor, “Evet nonoş, ben de istanbul travesti olacağım” diyor tepkisel amaçlı. Şu anda her şey biliniyor. Bu annemizin korkusu da diğer annelerinkinden farklı değil; ya travesti olursa, ya… Arkadaşımız da anlatmış defalarca; “Anne ben transseksüel değilim, erkek bir eşcinselim.” diye. Annenin hala umudu var çocuğunun bir gün heteroseksüel olması konusunda. Çünkü o bir erkek çocuk annesi. Askere gidince ya başına bir şey gelirse; askere gitmeyip pembe teskere alırsa, “aile çevreme durumu nasıl açıklarım” kaygısı taşıyor. “Biz anne, baba, aile olarak durumu kabul ettik ama bunu yakın çevremize anlatamayız” diyor. Annemiz ilk başta konuşmak istemiyordu ama zamanla ortama ısındı ve çok samimi bir sohbet ortamı oluştu.

Ben seviyorum oluşumumuzda ailelerin de olmasını. Çünkü biz bireysel bir kültüre sahip değiliz şu aşamada. Yani sorunlarımızı aile içinde halledemedikten sonra istediğimiz noktaya gelemeyebiliriz. Çünkü birçoğumuzun kendimizle değil, ailelerimizle sorunu var kimlik konusunda. Çünkü bizi tanımayanların kimliklerimize müdahalesi yakın çevremiz kadar sert değil. Uzaktan herkes “bana ne” diyebiliyor ama aileler söz konusu kendi çocukları olunca bu konuda korku, kaygı duyuyorlar. Mesela bu ailemizin yetişkin eşcinsel arkadaşları var kabul ettikleri ve eşcinselliğin, biseksüelliğin ne demek olduğunu biliyorlar bu sayede. Belki çocuklarını bir ölçüde de olsa kabul etmelerinin sebebi bu konuya fazla yabancı olmamaları. Demek ki LGBTİ’lerin kabul edilmemesinin en büyük sebeplerinden birisi de bu konuda yeterli ve doğru bilgiye sahip olunmaması.

Kimsenin, hatta LGBTİ’lerin bile çoğunun bilmediği farklı bir cinsel kimlikte arkadaşımız da vardı bu akşam; panseksüel bir kadın. Solistlik yapıyor kadın olarak ama o görsel kadınlığı bir aksesuar olarak kullanıyor. Çünkü kendini hiçbir cinsiyete ait hissetmiyor ama cinsiyet veya cinsel yönelim ayırt etmeksizin herkese aşık olabiliyor. En son bir travestiyle aşk yaşamış ve bu ilişkiyi lezbiyen bir ilişki olarak tanımlıyor. “Yarın bir erkeğe de aşık olabilirim, bir kadına da, heteroseksüel veya eşcinsele de” diyor. Mesela ben de cinsel yönelim olarak kendimi net bir şekilde tanımlasam da, cinsiyet kimliği olarak tanımlayamıyorum; ben kadınlığın veya erkekliğin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum; hissedemiyorum böyle bir şeyi yani. Şimdi bu arkadaşımız kendi bile kendini belli bir kalıba oturtmak istemezken, başkalarını kimliğinin renkliliği konusunda nasıl inandırabilir. Hasta gözüyle bakıldığını söylüyor. O yüzden kendisini kabul etmiş ailesine bile daha bilindik bir kimlik olarak biseksüelim demekle yetiniyor. 50 cinsel kimlikten bahsediliyor, unutmayalım.

Biz LGBTİ’ler açılımımızı yapmayarak kendimizi doğru ifade edebilir miyiz ve de dolayısıyla kabul edilebilir miyiz? Bazı arkadaşlarımız sert tepkiyle ve dışlanmakla, ayrımcılıkla karşılaşırız gerekçesiyle gizli kalmayı tercih ediyorlar ama bizi kendiliğinden kabul edecek bir dünya mı var? Ve gizli kalarak ne kadar koruyabiliriz kendimizi; mutlaka bir gün kendimizi ifade etmediğimiz için önyargıların oluşturduğu homofobi veya transfobiyle karşılaşacağız. Hemen hemen her hafta buluşmalarımıza katılan Berrin arkadaşımız açılıma en güzel örneklerden biri. Yeri ve zamanı geldiğinde herkese açılımını gerçekleştirdiği gibi LGBTİ’ler adına dostlar da kazandırıyor. LGBTİ’ler açık olmadıkları sürece hak mücadelesi yapabilecekler mi? Heterosesküel dünya ile bir araya gelmedikten sonra kapalı kapılar ardındaki LGBTİ buluşmaları bizlere ne kazandıracak?Bizim oluşumun en büyük özelliği de, heteroseksüllerle birlikte gerçekleştirmemiz buluşmaları; zaten amacımız heteroseksüellere kimliklerimizi kabul ettirmek değil mi? Kendimizi asıl anlatmamız gereken onlar değil mi?

LGBTİ’leri tanıyan, eşcinselliği, transseksüelliği ve diğer kimlikleri öğrenen heteroseksüeller, LGBTİ’lere karşı ayrımcılığı yenmek adına kendi çevrelerini de dönüştürdükleri gibi, yakın çevrelerindeki gizli LGBTİ’lerin de bu harekete dahil olmasını sağlıyorlar. Çünkü eşcinselliği, transseksüelliği kabul etmiş heteroseksüel bir çevre, eşcinselleri açılma konusunda cesaretlendirecektir de. Bu akşamki buluşmada bunun örneklerini gördük. Eşcinselliği, transseksüelliği bilen heteroseksüel çevre, LGBTİ’leri daha kolay kabul ediyor. Hemen kabul etmese bile, tepkileri, bu konuda bilgisiz olanlar kadar sert olmuyor.

Açılım bence sadece cinsel yönelimini veya cinsiyet kimliğini halka duyurmak değildir; eşcinselliği, transseksüelliği doğru bir şekilde anlatabilmek, yansıtabilmek ve de kendini savunabilmektir de. Zaten ortada doğru veya yanlış bilinen bir eşcinsellik, transseksüellik… var ama önemli olan bir karşıtlık olması; homofobi, transfobi… Kendi kimliğimizle varolmamız ve bunun arkasında durmamız işte bu karşıtlığı azaltacaktır. Yani demek istediğim kuru kuru bir açılım hiçbir işe yaramayabilir. “Anne, baba ben eşcinselim, hadi beni kabul et” diye bir şey bizi sonuca götürmeyebilir çok büyük ihtimal. Eşcinselliğe, transseksüelliğe doğru bilgiyle onları ikna da etmeye çalışmalıyız.

Ailelere açılımımız ve onları kendimize inandırmamız, çevrenin LGBTİ’lere inanmasına da katkı sağlayacaktır. Annesinin, babasının sahip çıktığı LGBTİ’lere kim ne söyleyebilir? El alem ne der, diye bir korku var ya; el alem bir şeyleri söyleme hakkını ailelerinin bu düşüncesi yüzünden buluyor zaten. Çocuğunu kabul etmiş aileye el alem söyleyecek ne bir şey bile bulabilir, ne de söyleyecek yüz bulabilir.

En önemli şeylerden biri de, açılımını yapmış LGBTİ’lerin aileleri bir araya gelince, “Sadece bizim çocuğumuz böyle değilmiş” diye bir güç, bir güven buluyorlar kendilerinde. El alem ne der demeyi bırakıp çocuklarına sahip çıkıyorlar. Çünkü el alem sadece heteroseksizm için var; çocuklarımız için değil. Öyleyse niye el alemin dediklerine bakarak çocuklarımızın yanında durmayalım? Biz oluşum olarak belki şimdilik siyasi bir mücadele veremiyoruz ama LGBTİ’ler ve aileleri arasında bir barışma sürecine vesile oluyoruz. Amacımız homofobiyi, transfobiyi bitirmek değil mi; yavaş yavaş da olsa “barış” enerjisi zincirleme bir şekilde yayılıyor.

Önce kendimize açılmanın örneğini de biseksüel bir arkadaşımız yaptı. Bir film sayesinde farketmiş kendi cinsine yönelimini. “Güzel bir şey mi?” diye sorduğumda, “Hatta heteroseksüel yönelimden çok daha güzel bir şey” cevabını aldım.

Kendi kendimizi keşfetmemiz ve akabinde kendimizle yüzleşmemiz, kendimize bir şeyleri itiraf etmemiz de kendimizin kendimize yaptığı bir açılım sayılmaz mı? Ama bunu ahlakçı bir toplum olmamızdan dolayı yapmamız çok zaman alabiliyor. Kendimizi keşfederken tereddüt ve iç çatışma yaşayabiliyoruz. Çünkü bilgi toplumu değiliz ve bir şeyleri öğrenmek için o şeyi gerçekleştirme yaşına gelmemiz gerekiyor. Cinsel duygularımızı uygulama yaşımız gelecek de, bir şeyleri tecrübe edeceğiz de… Biraz önce dediğim gibi tereddüt ve çatışma yaşayacağız, sorgulayacağız, araştıracağız, öğreneceğiz ve dünyada bu konuda tek kendimizin olmadığını ve kendimizin kim olduğunu öğreneceğiz…. Öğrensek de o yaşa gelinceye kadarki koşullanmamızdan dolayı belki de kendimizle tam anlamıyla hiçbir zaman barışamayacağız. Kendi kendimizden bile nefretimiz hayat boyu devam edecek bazılarımızda. Oysa eşcinsellik, transseksüellik ve diğer cinsel kimlikler çocukluktan itibaren bireylere öğretilse, LGBTİ’ler kimlikleri konusunda sıkıntı yaşamayacaklar. Ama heteroseksizm sıkıntısız, müreffeh bir LGBTİ’lik istemez ki.

Berrin çocukken de kendini kadın hissediyor ama kadınlığın ne menem bir şey olduğunu bilmiyor. Kadınlık kendisi gibi bir şey oluyor yani; kazak giydiriliyorsa kadınlar da kazak giyer, pembe tayt giydirilirse kadınlar da pembe tayt giyer… Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi Berrin belli bir yaşa kadar kadınların da pipisinin olduğunu zannediyor. Ne zaman okul çağında cinsiyet ayrımcılığı başlıyor, o zaman kafasına dank ediyor kadınlık ve erkeklik meselesi. Belli bir yaşa kadar kendini gay olarak tanımlıyor, gay olarak yaşıyor, gay olarak tanıtıyor. Gay olmadığını öğrendiği zaman da trans kadınlık konusunda açılımını hemen yapamıyor. Çünkü trans olmak demek, daha görünür olmak demek ve bu da onun eğitim hayatında sorunlar yaratabilir. Bir trans olarak üniversiteye gitme hakkı olsa bile, okul burnundan getirilebilir; öğretmenler tarafından, öğrenciler tarafından… Şu anda yakın çevresine açıldı ama hala kendini çırılçıplak hissetme durumunda kadın kılığında insan içine çıkınca. Herkes sanki ona bakıyormuş gibi. Oysa dışarıya atfettiği rahatsız edici bakışlar, beynine yer etmiş heteroseksist dünyanın homofobi veya transfobisinden başka bir şey değil.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti