travestipedro | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 103

“Hapishane de cinsel tacize maruz kaldım, travesti bu rızasıyla yapmıştır dediler”

Samsun hapishanesinde cinsel tacize maruz bırakıldım bir gardiyan tarafından. Şikâyet ettim. Sperm kalıntılarını, delilleri, kendi ellerimle teslim ettim. 1 yıl yargılama süresince tutuklu kaldı. Yargılanma sonucunda çıkan kararda, “zorla değil, gönül rızasıyla olmuştur” diyerek gardiyana beraat verdiler. Darp raporlarımı hiçe saydılar.

Meydan gazetesi 23. sayısı için trans tutsak Esra ile söyleşti:

Hapishanelerde, her dönem farklı kimlikten, inançtan, düşünceden olanlara; siyasi tutsaklara; Kürtlere; eşcinsellere; gayrimüslimlere yönelik baskı, işkence ve saldırılar olurdu, her zaman. Ama bir yolu bulunup, gerekçelendirilip, binbir yöntemle üzere örtülürdü bu saldırıların. AKP iktidarının, özellikle “ustalık” döneminden sonra her şey çok açık, umursamaz ve korkusuzca, en alttan en üste sıralı amirine kadar birbirlerini kollayarak yapılır oldu. Kişisel güvenliği sebebiyle ismini vermediğimiz bir hapishaneden, travesti bir tutsak gazetemize verdiği röportajda, hapishanelerde eşcinsel ve trans mahkumlara yönelik sistematik baskıyı ve işkenceyi anlattı. Geçekleştirdiğimiz röportajı siz okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Meydan: Kendini tanıtmak ister misin?

Yirmi bir yıldır travestiyim. Tek bir umut için yaşıyorum; pembe kimliğimi alabilmek. O da, cezaevi şartlarında prosedür engellerine takılıyor.

Farklı kimliklere ilişkin devlet ve çeşitli iktidar odaklarınca oluşturulmuş bir algı ve politikadan bahsetmek mümkün. Bu sana nasıl yansıyor?

Bu ülkede eşcinsel olmak, çok zor bir hayat yaşamak demektir. Bazen hayatın yükü ağır geliyor. Bu hayatı seçtiğin andan itibaren zorluklar başlıyor. Önce ailen dışlıyor, sonra toplum dışlıyor. Devlet karşısında, hakların sırf eşcinsel olduğun için elinden alınıyor. Resmi olmasa da yasal haklarından muaf tutuluyorsun. İnsan yerine bile koymuyorlar.

Mahkeme sürecinden kısaca bahseder misin?

En basitinden, mahkemede söz hakkın yok. Yaptığın savunmanın hiçbir hükmü yok. Savcı ve hakimlerin gözünde potansiyel suçlu, cani, canavar olarak görülüyorsun. Aşağılık bir insan olarak yargılanıyorsun. Her davranışlarıyla hissettiriyorlar. Söz konusu olan bir travestiyse, yasalarda kanaat cezası olmasa da kanaat cezası veriyorlar. Hiçbir delil olmadığı halde, sadece olay yerinde bulunduğum için suçlandım. Birkaç kişinin hakkımda yalancı şahitlik yapmasıyla, olay üstüme yıkıldı. Yapmadığım bir suçtan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hüküm giydim. Bu kadar ağır bir cezayı, travesti olmamdan dolayı, hâkimin kanaati üzerinden bana verdiler.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının kendisine özgü bir infaz uygulaması, birçok sınırlılıkları da var. Hapishanede yaşadığın sorunlardan bahseder misin?

Toplum, özgür hayatta nasılsa hapishanede de aynı. Hakaret, sözlü taciz, aşağılayıcı tavır ve davranışlara maruz kalıyoruz. Hapishanede gardiyanlar tarafından elle tacize uğruyoruz. Şikâyet etsek, hiçbir sonuç alamıyoruz. Yaşadığım bir olaydan bahsedeyim. Samsun hapishanesinde cinsel tacize maruz bırakıldım bir gardiyan tarafından. Şikâyet ettim. Sperm kalıntılarını, delilleri, kendi ellerimle teslim ettim. 1 yıl yargılama süresince tutuklu kaldı. Yargılanma sonucunda çıkan kararda, “zorla değil, gönül rızasıyla olmuştur” diyerek gardiyana beraat verdiler. Darp raporlarımı hiçe saydılar. “Gardiyanın görevine iadesine, tutuklu kaldığı sürenin tanzimine ve tazminat verilmesine” hükmetti hâkim. Hani adalet? Tacizci bir gardiyanı nasıl tekrar göreve iade kararı veriyorlar, anlamış değilim. Rahatlıkla bu kararı verebiliyorlar, çünkü onların gözünde biz eşcinseller potansiyel suçluyuz.

11 yıldır hapishanedeyim, 9 yıldır tek başıma tecrit ortamında tutuluyorum. Cezam ağırlaştırılmış müebbet olduğu için yasal kısıtlılıklar var. Ama eşcinsel olduğum için, ağırlaştırılmış müebbet hükümlülerine tanınan kısmi haklardan da muaf tutuluyorum. Hiçbir sosyal aktivitem yok. En basiti, kütüphaneye bile çıkamıyorum. Haftada 1 kez sohbet odası hakkımız var. Eşcinsel olduğum için bana yok. Açık ya da kapalı spor salonuna çıkamıyorum. Tek başıma olduğum için “spor sahasında ne işim var?”mış.

Günde 1-2 saat havalandırma hakkı veriyorlar. Tek başıma odanın önündeki beton zemine çıkıp içeri giriyorum. Günümün 22-23 saati 10 metre karelik tecrit odasında geçiyor, hareket alanım kısıtlı. Dış dünyayla tek bağlantım televizyon. Sıkıntımı derdimi paylaşacak kimse yok. Ancak mektupla derdimi paylaşabiliyorum. Onu da birkaç arkadaşıma yazabiliyorum. Her şeyi yazmak yasak, yazılacak olanlar kısıtlı. Burası hapishane; aile yok, gelen yok, ziyaret yok, para yok, hiç kimsem yok.

Hapishane şartlarında yaşamın idame ettirilmesi için, ekonomik katkı da gerekiyor.

Verilen cezaya göre, ben bu şartlarda ömrünün sonuna kadar kalacağım. Bu şartlarda bir insan ne kadar dayanabilir; bu sorunun cevabını bilmiyorum. Hapishanede kimsesizsen, paran yoksa bir hiçsin. Kimse sanmasın ki hapishanede ekmek elden, su gölden, parayı napıcan; öyle değil işte. Elektrik parayla, parayı ödemezsen kesiyorlar. Çay, kahve, şeker, sabun, deterjan, şampuan, aklınıza ne gelirse parayla. Yanlış anlamayın, zorunlu ihtiyaçları söylüyorum. Kantinde satılan eşyalar hem çok sınırlı, hem de dışarının 2 misli pahalıdır. Hapishanede kimse yardım etmiyor. Ben ihtiyaçlarımı karşılayabilmek için el işi yapıyorum. Yaptığım boncuk elişlerini alan olursa -ki her zaman satılmıyor- bir gün akşama kadar çalışsam, kazanacağım para 6 lira. Benim için 6 lira, servet değerinde. Keşke yaptığım el işleri sürekli satılsa da ben günlük 6 lira kazanabilsem, aylık 180 lira para kazanırdım. 80 lira bile kazansam şükrediyorum. Kimsem olmadığı için kıyafet temin edemiyorum. Param olmadığı için özel ihtiyaçlarımı alamıyorum. Birileri feryadımı duysun istiyorum.

Bu röportajı yapmamıza da gerekçe olan, son zamanlarda yaşanılan, kurum idaresinden kaynaklı sorunlardan bahsetmek ister misin? Nasıl muamelelerle karşılaşıyorsun?

Bunca sorunum olmasına rağmen, bir de haklarımı korumak için mücadele ediyorum. Tek başıma da olmuyor. Şu anda kaldığım kurumda psikologla ya da müdürle görüşmek istesem, görüşemiyorum. Rahatsızlansam revire çıkamıyorum. Bana karşı, tamamen keyfi uygulama yapılıyor. Sosyalleşmeyi zaten unuttum. Mektup gönderiyorum, mektubum en az beş gün bekletiliyor, bazen on günü buluyor. Kalmış olduğum tecrit odası hiç güneş görmüyor. İdare, kaloriferi saatle yaktığı için kışın ısınmıyor. Bu sorunları savcılığa, Adalet Bakanlığı’na şikayet ediyorum, idare yalan beyanda bulunuyor. Savcılık, bakanlık, -bir travestiye inanacak halleri yok ya- hapishane müdürüne inanıyorlar. Bu şartlarda bu hapishanede kalmam imkansız; özel sevk yazıyorum, ret cevabı veriliyor. Sorunları belirten sevk yazdım, hapishane müdürü “Hiçbir sorunu yok” yazısı yazdığı için gidemedim. Açlık grevi yaptım, gidemedim. Hapishane müdürü, “Ölene kadar seni buradan göndermeyeceğim!” diye tehdit ediyor. Tüm bunları bana, Samsun hapishanesinde beni taciz eden gardiyanın arkadaşı olduğu için yapıyor; açıkça söyledi. Birinci müdürle görüşmeye çıkabildiğimde, aşağılıyor, hakaret ediyor. Sinkaflı küfürlerle odasından attırıyor. Kapalı zarf olarak resmi kuruma mektup gönderme hakkım olduğu halde, Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiğim mektuba el koydu. Daha iki hafta önce aynı mevzuları yaşadık. Yine mektubumu göndermedi.

Öyle çaresiz kaldım ki, intihara teşebbüs ettim. Bir kutu hap içtim, hastaneye kaldırdılar. Midem yıkandı, yoğun bakımda kaldım. Hastane psikoloğunun yardımı sayesinde polise tutanak tutturarak 1. müdürü şikayet edebildim cezaevi savcısına. Gerçi kimi kime şikayet ediyorum? Ben tek başıma, kimim kimsem olmadan bir travestiyim! Ölsem cenazeme sahip çıkacak kimsem yok, elimden bir şey gelmiyor. Bu hapishanede, bir memurun yalan söylediğini belgeyle kanıtladığımda “Yalan söylüyorsun, işte kanıtı, yalancısın.” dedim. O kelime hakaret sayılıyormuş, disiplin cezası verdiler: İki ay! Şimdi 1. müdür bana hakaret ediyor, aşağılıyor, sinkaflı kelimeler söylüyor, ama hesabı sorulmuyor.

Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

Adalet arıyorum! Soruyorum sizlere, müdürlerin gardiyanların, bana ve diğer hapishanelerde kalan eşcinsellere zulüm etmesine sessiz kalacak mısınız? Yoksa “hayır” mı diyeceksiniz bu zulme?

LGBTİ, Travesti Sağlıkla (da) İlgili Bir Kısaltmadır

Üremenin cinselliğin yegane gayesi olduğu düşüncesi, geleneğin, dinin, yasanın modern tıbba önemli miraslarından biridir.

Bir canlı türü olarak insanların soyunun devamı ile ilgili kaygılanmasını gerektirecek çok sayıda sebep bulunabilir. Bunların önemli bir çoğunluğu insanların birbirlerine ve yaşadıkları çevreye yaptıklarıyla ilgili gibi görünmektedir. Yine de, birçok insana cinsellik neden var diye sorulduğunda ilk akla gelen yanıt “türün devamı” olacaktır. Evet, cinsellik insanların üremesi, soyun ve türün devamı için gereklidir. Ancak cinsellik sadece soyun devamı amacına mı hizmet etmektedir? İnsanların cinsel davranışları üreme hedefine yönelik olanlarla sınırlı mıdır?

Uzun bir dönem kurumsal tıbbın bu soruya verdiği cevap ‘evet’ olmuştur. Tıp, bilimsel referansları olan bir klinik uygulama alanı olarak, toplumsal düşünce ikliminden diğer bilim alanlarından daha az etkilenmemektedir. Üremenin cinselliğin yegane gayesi olduğu düşüncesi, geleneğin, dinin, yasanın modern tıbba önemli miraslarından biridir. Cinselliğin tıbbın konusu haline gelmesinin tarihi incelendiğinde, Batı’da cinselliğin sadece üremeye yönelik olduğunda sağlıklı, normal, kabul edilebilir görüldüğü bir düşünce atmosferinin hakim olduğu görülecektir. Biyoloji ve evrimle ilgili heyecan verici yeni görüşler, geçmişten kalan değerlerle kaynaşarak bu dogmanın yerleşip yaygınlaşmasına neden olmuştur. Üremeye yönelik olmayan cinsel eylemlerin ardında patoloji aranmış, bu davranışların yinelenmesinin kişinin bedensel ve ruhsal iyilik haline olumsuz etkileri ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Örneğin bugün hiç de bu gözle değerlendirilmeyen mastürbasyonun, edinilmesi tehlikeli bir alışkanlık olup, engellenmesi gerektiği, yinelenmesinin kişinin akıl sağlığını bozmakla kalmayıp fiziksel hasara da neden olacağına inanılmıştır.

Oysa insan cinselliği, evrimin temel ilkelerini dışlamayacak şekilde, diğer canlılardan farklılaşarak gelişmiştir. Üreme cinsellik yoluyla olsa da, cinsellik hemen hiçbir zaman sadece üreme amaçlı olmamıştır. Haz almak, haz vermek gibi temel işlevlerin yanı sıra, cinsellik iki insan arasında duyguların yoğun ve samimi bir ifade biçimi olarak önemli bir rol oynamıştır. Cinsellik üremenin olası olmadığı dönemlerde, üremeyle sonuçlanmayacak şekillerde yaşanagelmiştir. Günümüzde, genel olarak cinsel davranışa eşlik eden temel kaygı üreyebilmek değil, üremeden cinsel birliktelik yaşayabilmek gibi görünmektedir. Cinsellik insanların alabildiğine çeşitlilik ve zenginlik kattığı bir kültürel birikim alanı haline gelmiştir. Birey ve ikili ilişkilerin ötesinde, kişinin kendi cinselliğini nasıl anladığı, tanımladığı, ne gibi istek, fantezi ve düşünceleri olduğu, bu doğrultuda başkalarıyla ilişkilenme biçimi gibi birçok özellik toplumsal yaşamın hemen her alanında boy göstermektedir. Toplumsal ve bireysel olanı düzenlemeye çalışan her iktidar odağı böyle bir alanı denetlemeye girişmiştir. Dolayısıyla üremeyle ilgili temel bilgiler durağan ve evrensel gibi görünse de, insan cinselliğiyle ilgili, kültürel olarak ifadesi değişken olabilen, açık gizli geniş bir çeşitlilikten söz edilebilir.

İnsan cinselliğinin çeşitliliği, kişinin kendisini hangi cinsiyete ait gördüğü, hangi cinsiyetten hissettiği şeklinde tanımlanabilecek ‘cinsiyet kimliği’ni, kişinin cinsel ve duygusal ilgisinin hangi cinsiyete yönelik olduğunu ifade eden ‘cinsel yönelimi’ de kapsamaktadır. İnsanlığın başlangıcından beri, her tarih ve coğrafyada, her insan topluğunda kendini bedensel olarak sahip olduğu cinsiyet özelliklerinden (‘bedensel cinsiyet’) beklenen cinsiyetten farklı hisseden bireyler (transgender) ve cinsel yönelimi kendi cinsine yönelik olan bireyler (eşcinsel ve biseksüeller) bulunmuştur. Tıp ve psikiyatri, sağlık ve hastalık arasındaki sınırı, geçmişten gelen üremeye yönelik olma/olmama ölçütü üzerine kurduğundan, insan cinsel yelpazesinin bu yönü uzun bir süre ‘hastalık’ damgası taşımıştır.

Sağlık sadece hastalık ya da sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam bir iyilikhali olarak tanımlanacaksa, cinselliğin beden yapısı, işlevleri ve üremeyle ilgili olmayan, farklı boyutlarıyla cinsel kimlikle ilgili yönleri de sağlık çalışanının gündeminde olmalıdır. Eşcinsellik ve biseksüellik kırk yıldan uzun zamandır psikiyatri tarafından hastalık olarak görülmemektedir. Trans bireylerin halen sınıflandırılıyor olmaları ise bedensel cinsiyet değişimi sürecine yöneliktir. Lezbiyen, gey, biseksüel, transgender ve interseks bireyler toplumun her alanında örgütlü bir şekilde mücadele ederek toplumu dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Her yıl Haziran ayında giderek artan sayıda katılımla, bu sene İstanbul dışında da, gerçekleştirilen “Onur Yürüşü” bu değişimin işaretlerinden sadece biridir. Buna rağmen tıp eğitimi ve uygulamasında halen cinsel sağlık üreme sağlığıyla sınırlı olacak şekilde ele alınmaktadır. Daha fazla gecikilmeden, LGBTİ bireylerin ayrımcılık ve damgalanmaya maruz kalmadan sağlık hizmetine erişimlerinin sağlanması için harekete geçilmelidir.

Kimi sağlık çalışanları tıbbi bir zorunluluk, yasal bir hak olan cinsiyet geçiş sürecini haddini bilmeme, şımarıklık hatta günah olarak kabul etmektedir

“Öleceğimi bilsem, belki doktora gitmeyi düşünürüm”

Devlet tarafından verilen kimlik kartında cinsiyetinizi belirten bir bölüm yoktur. Ancak başka hiçbir ülkede olmayan bir uygulama ile doğduğunuzda hangi cinsiyete sahip olduğunuza göre, pembe ya da mavi bir kimlikle cinsiyetiniz ifade edilir. Erkek ya da kadın olmanın renklerle bilinen bir ilişkisi yoktur; bu ayrım ne evrensel bir durumdur, ne de tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Kimliğini görünceye kadar kişinin cinsiyetiyle ilgili kanaatimizi görünümü, giyimi, hal ve tavırlarına dayandırırız. Böyle dışarıdan değerlendirdiğimizde erkek ya da kadın olduğunu düşündüğümüz herkes, doğduğunda bizim tahminimizle aynı cinsiyetin özelliklerini taşımıyor olabilir. Açıkça söylemek gerekirse, çevrenizde gördüğünüz erkeklerin hepsi, doğduklarında “oğlunuz oldu” sözleriyle karşılanmamıştır. Bedensel cinsiyeti ile kendini tanımladığı cinsiyeti örtüşmeyen transbireyler, benimsedikleri cinsiyet kimliği doğrultusunda giyinir, davranır ve toplum tarafından öyle değerlendirilmeyi bekler.

Doğduğu cinsiyetten farklı bir cinsiyet kimliğine sahip olma, hayatın çok erken dönemlerinden itibaren ipuçları verse de, kişinin bunu dışavurmaya, söze getirmeye başlaması zaman alabilir. Zira toplumun geneli, ailesi, öğretmenleri, akranları nasıl bunun yanlış olduğunu düşünüyorsa birey de kendinde bir bozukluk olduğunu düşünebilir. Dahası çevrenin baskısı, ayrımcı tutumları, öldürmeye kadar varabilen şiddeti kişiyi her an hoşnutsuzluk hissedeceği bir cinsiyete hapsedebilir. Deneyimi olmayanların anlaması, empati yapabilmesi için, kendilerinin bir sabah başka bir cinsiyetten bir bedenle uyanmış olduklarını, tüm çevrelerinin de bundan sonra hayatlarını bu şekilde geçirmeleri için ısrar ettiğini hayal etmeleri işe yarayabilir.

Psikiyatri transbireyleri akıl hastası olarak kabul etmemektedir. Zira bedensel cinsiyet ve cinsiyet ifadeleri ile ilgili arzuladıkları değişiklikleri gerçekleştirmeye başladıklarında ya da “herkes hangi üreme organına sahip doğduysa cinsiyet kimliği o yönde olmalıdır” zihniyetinin katı bir şekilde hakim olmadığı bir çevrede toplumun geri kalanından farklı değillerdir. Ruhsal bozukluk sınıflandırmalarında bu duruma yer verilse de, kişinin cinsiyet kimliği değiştirilmesi gereken bir belirti gibi ele alınmaz, bedensel cinsiyetle örtüşmemesi kişinin kendisiyle ilgili karar verebilecek yetkinliğinden kuşku duyulmasına neden olmaz. Transbireylerde tıbbi uygulama, bedensel cinsiyeti benimsenen cinsiyet kimliğine uygun hale getirecek şekilde hormon tedavileri ve cerrahi girişimleri içeren cinsiyet geçiş sürecidir. Psikiyatrın süreç öncesi değerlendirme, sürecin planlanması ve izlenmesinde temel sorumlulukları vardır. Süreç uluslararası meslek örgütlerince geliştirilen bilimsel kılavuzlar doğrultusunda, yasal düzenlemeler çerçevesinde yürütülmektedir.

Trans bireylerle ilgili ön yargılar, içine itildikleri şiddet ortamında verdikleri tepkilerin “travestiler terörü” manşetleriyle topluma aktarılmasından beslenmektedir. Çocukluk dönemlerinden başlayarak, var olma mücadelesi veren bu bireyler, görmezden gelinme, hor görülmenin ötesinde, kimlik özelliklerine dayanılarak sağlık, eğitim, çalışma ve barınma gibi temel insan haklarından mahrum bırakılmaktadır. Hukuk ve güvenlik uygulayıcıları tarafından kamusal alanda sadece ‘var’ olduklarında teşhircilik, öldürüldüklerinde tahrik etmekle itham edilirler. Transerkek ve transkadınlar kimlik özellikleri nedeniyle ayrımcılığa ve bu zeminde işlenen nefret suçlarına maruz bırakılırlar. Uzun bir süredir ayrımcılık ve nefret suçları ile ilgili yasal düzenlemeler yapılması için diğer gruplarla birlikte mücadele vermekteler. Bu haklı politik talep iktidar sahiplerince alaya alınır, görmezden gelinirken transbireylere yönelik şiddet artarak devam etmektedir.

Sağlık kuruluşları transbireylere yönelik ayrımcılığın sergilendiği diğer bir platformdur. Birçok transerkek ve kadın, ayrımcı tutumlara maruz bırakılmak endişesiyle gerekli olduğu halde sağlık kuruluşlarına başvurmamaktadır. Başvurduklarında kimi kurumlarda hizmet verilmemekte, kimi sağlık çalışanları tıbbi bir zorunluluk, yasal bir hak olan cinsiyet geçiş sürecini haddini bilmeme, şımarıklık hatta günah olarak kabul etmektedir. Herhangi bir kimlik özelliğine dayanarak hekimlik uygulamalarını gerektiği gibi yerine getirememek görmezden gelinemeyecek bir etik sorundur. Sağlık çalışanlarının bu konudaki duyarlılığı 20 Kasım Nefret Suçları Mağduru Transbireyleri Anma Gününde TTB, Türkiye Psikiyatri Derneği, Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği tarafından yapılan basın açıklamasında ifade edilmiştir. Kurumsal ve yapısal ayrımcılıkla mücadele meslek örgütlerince yürütülürken, sağlık çalışanlarının transbireylerle etkileşimlerinde tutumlarını gözden geçirmeleri gereklidir. Kişinin cinsiyetini kimlik kartının rengiyle değil de benimsediği, varoluş mücadelesi verdiği haliyle kabullenmeleri, başkalarınca belirlenen şekilde değil, kendi sahiplendikleri isim ve unvanlarla hitap etmeleri bile önemli bir adım olacaktır.

Kim Daha Ahlaksız ! Tapeler Mi, Travesti Kartvizitleri Mi ?

İlk defa sokaklara kartvizit dağıtan trans bireyler hapis cezasına çarptırıldı. Öyle böyle değil, inanılır gibi değil! Hapis cezası, İzmir’de neden cezaevi inşa ettirildiğinin de cevabı aslında

Bir tarafta toplum ve devletin elbirliği ile sosyal ve kamusal yaşamdan izole ettirilip seks işçiliğine mahkûm edilen trans bireyler, diğer tarafta bu izolasyona var güçleriyle su taşıyan yönetenler, siyasetin ağır figüranları.

Önce trans bireylere şöyle bir bakalım. Çok küçük bir kısmı dışında kendilerine seks işçiliği dışında hiçbir yaşam hakkı bırakılmayan bu insanlar, seks işçiliği için bulabildikleri her fırsatı değerlendirmek zorunda kalmışlardır. Bazen kulüplerde çalışarak, bazen otostop yaparak, bazen nette sayfa açarak, kimi zaman da kartvizit bastırıp dağıtarak. Gerçek şu ki bu iş alanlarının hiçbiri ne sağlıklı ne de güvenlikli, ne de en ideal sistemi barındırıyor. Bu gerçeğe rağmen trans bireyler bırakın itiraz etmeyi, hiç değilse bu çalışma alanları ellerinden alınmasın diye adeta şükretmekteler.

Ama gelin görün ki, iktidarın ahlakçı anlayışı yavaş yavaş bu çalışma alanlarına da göz dikmiş durumda. Uzun süredir eline geçirebildiği bütün ahlakçı yasalarla internet üzerinden çalışan kızları zaten sıkı takibe alan emniyet, sayfa kapatma, müşteri gibi davranıp suç üstü yapma, para cezaları uygulama vb yöntemlerle yıldırmaktaydı. Ancak son uygulama eşcinsel ve trans bireyler için İzmir’de neden cezaevi inşa ettirildiğinin de cevabı aslında. Çünkü ilk defa sokaklara kartvizit dağıtan trans bireyler hapis cezasına çarptırıldı. Öyle böyle değil, inanılır gibi değil! HAPİS CEZASI! Doğrudan seks işçiliği olmasa bile çalışma şekli ve yöntemlerine ahlak yasaları üzerinden yaklaşarak bu insanlara resmen hapis cezaları yağdırıldı. Ve dahası aynı gerekçelerle nette ve otostopta çalışanlara da hapis cezası verilmeyeceğinin hiçbir garantisi yok üstelik.

Geçen sosyal medyada denk geldim. Trans bireylerin kendisi zaten sokaklara kartvizit atılmasını uygun bulmuyorlar aslında. “Toplumla uyumlu olma” adına, oraya buraya kartvizit atan kendi arkadaşlarını şiddetle eleştirip adeta yerden yere vuruyorlardı. Hatta nette aşırılığa gidenleri de. Ancak devletin bu uygulamadan yola çıkarak yakın zamanda onları hapse atacağına sanırım hiçbiri inanmıyordu. Çünkü çırılçıplak sokağa çıkmak bile benim bildiğim en fazla teşhirciliğe girer ki, onun da cezası zaten bellidir. Bin lira para cezası. Gelin görün ki, bikinili resim barındıran parmak kadar kartvizite para cezalarının yanında, bir buçuk yıl hapis cezası verildi.

Bir tarafta 700 bin liralık kol saatlerini, milyon dolarların sıfırlanmasını, havuz medyaları için avanta şartlarını, milletin anasını s.kecez türü küfürleri, alo fatihleri, ayetleri ti’ye alan bakara makaraları barındırdığı halde hakkında takipsizlik kararı verilen tapeler; öbür tarafta şu turbo kapitalist acımasız hayata sadece tutunabilmek için bir kartvizit bastıran seks işçisi Travesti Talya. Biri sizin deyiminizle “kadın kılığına girmiş erkek”, öteki bizim deyimimizle, “demokrat kılığına girmiş otoriter”.

Biri nereden geldiği belli haram milyar dolarlarla montajsız, apaçık çırılçıplak ortalıkta, öteki üstünde kah bikini, kah etek – sutyen ama alabildiğine de fotoşoplu, montajlı küçücük g.t kadar bir kartvizit. Biri hiçbir emek sarf etmeden milyar dolarla konuşup onlara ulaşıyor, ötekinin emek sarf ederek en fazla ulaşabileceği yüz bilemedin birkaç yüz lira.

Şimdi el insaf deyip ellerinizi o çok ahlakçı, devletçi, maneviyatçı kalplerinize götürüp karar verin; hangisi pornografik? Tapeler mi yoksa Talya’nın kartviziti mi?

Ya da hangisi ahlaksız? Sizin tapeler mi, bizim kartvizitler mi?

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti