travestipedro | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 104

Üçüncü Sayfa Gerçekleri

Bu hakikat 23 yaşında trans bir kadını ölüme zorlayan ve dahi öldüğü günü en güzel gün addetmesine yol açan düzenin adıdır. Düzen sizden öte sizden yüce müdahale edilemeyecek bir tepe asla değil, LGBTİ hareket için hiç böyle olmadı. Düzen bizatihi yaşamın kendisi, insanların pratiği ve bittabi devletin doğası…
Bu hafta gazetelerden okuduğumuz bir “istanbul travesti terörü” vakası değil, toplumsal terörün aldığı bir canın hikâyesiydi. Gazetelerin nefret dili bu hafta yerini mağdur diline bıraktı. Sunuluşu acıklı, içeriği boş haberler okuduk… Acıklı dil yeterince tıklanmaya yetmedi ki mesele magazinleştirilerek intiharın ‘sırrı’ aydınlatılmaya çalışıldı. Transları hep önyargıyla ve olumsuz temsille sunmayı görev edinen medyanın, herkesin bildiği sırrı aydınlatma çabasını kendilerine bırakıp ‘hakikatimize’ bakalım.
Eylül Cansın’ın intiharının altında bir sır değil, bir hakikat var: 17 yaşında aile baskısına dayanamayıp intihar eden Okyanus Efe’nin, ailesi tarafından öldürülen Roşin Çiçek ve Ahmet Yıldız’ın, nefret cinayetine kurban giden İrem Okan ve onlarca trans kadının hikâyesinin hakikatidir bu intihar.
Bu hakikat 23 yaşında trans bir kadını ölüme zorlayan ve dahi öldüğü günü en güzel gün addetmesine yol açan düzenin adıdır. Düzen sizden öte sizden yüce müdahale edilemeyecek bir tepe asla değil, LGBTİ hareket için hiç böyle olmadı. Düzen bizatihi yaşamın kendisi, insanların pratiği ve bittabi devletin doğası…
“Hiç trans kadına benzemiyorsun” cümlesi ile başlayıp “Benden daha güzelsin!” ile devam eden cümleler bütünü hakikatin kendisi, düzenin örtülü ifadesi; iyi niyetle, övme maksatlı sarf edilmiş cümleler, o üstten sevmeler yahut hoş görmeler… Bunların hiç biri hakikatini bilen translar için sır değil, mesele toplumun daha ne kadar kendi inkâr ve yalanlarında ısrarcı olacağı!
Ne ilk ne de ne yazık ki son olacak
Herkesin istediği gibi, herkesin istediği şeyi yaptığı için ölmek istedi Eylül, öyle diyor bize son seslenişinde. Seslenişi, ölümü ve sonrası bile mâduniyet halinin devam ettiğinin kanıtı. Kendi sesiyle hitap ettiği ve kendi acılarını anlattığı videosu kolektif bir sesin öyküsüydü. Toplumsal işleyişe müdahil olamayanların, varoluşu kabul edilmeyenlerin, yok sayılanların ve en iyi ihtimalle dışlananların.
Yer altına çekilmiş hayatların dipten gelen sesi olduğu için bunca etkilendik bu intihardan. Zira bu intihar ne ilk ne de ne yazık ki son olacak.
Trans kadınlar yine iş bulamayacaklar, yine seks işçiliği yapmak zorunda kalacaklar. Seks işçilikleri yasal alanda sayılmayacak, kriminalize edilecek ve yine yer altına çekilecek. Seks işçileri her gün daha fazla güvencesiz ve nefret cinayetlerine açık halde çalışmaya zorlanacak.Yasal güvenceleri olmadığı gibi kolluğun, doktorun, avukatın, komşunun ve herhangi birinin ayrımcılığına, baskısına, şiddetine uğrayarak yaşamaya devam edecekler; onların istediği gibi ve onları ‘rahatsız etmemeye’ çalışarak… Yasal boşluktan faydalanan ve burayı rant alanına dönüştürme çabasında olanlar mafyalaşacak ve sokakta, evde seks işçiliği yapanları haraca bağlayacak. Arkadaşımız buna itiraz etmek isteyecek ve bir cesaret polise şikâyetçi olacak; bir çözümü olmayacak, dosya rafa kaldırılacak. Mağdura “mağdur kalmaya devam edeceksin” denilecek. Ses çıkarmak isteyecek, sesi duyulmayacak. Çünkü çoktan ahlaksız ve namussuz ilan edilmiş olacak sesi duyulması gereken kesimler tarafından. Hatta bu kesimler seks işçileriyle “fuhuşla mücadele” adı altında mücadele edecek o sese kulak tıkayıp.
Hayat böyle akıp gidecek, yine bir intihar vakası olacak ve yine iki bilemedin üç gün bu mesele konuşulacak, sorunlar nelerdir neler yapılmalıdır, biz neler yapmalıyız denilecek. Sonra unutulacak, transfobik şakalar yapılmaya ve onlara gülünmeye devam edilecek, sokakta rastlandığında tacizler ve aşağılayıcı bakışlar aynı şekilde sürüp gidecek.
“Yapamadım, çünkü insanlar bana izin vermedi, çalışamadım” diyor Eylül ve devam ettiriyor “Bir şeyler yapmak istedim ama yapamadım, bana engel oldular ve beni çok mağdur ettiler.” Yaşam pratiğimizi bir iktidar ilişkilenmesi üstüne kurmazsak ‘izin’ gibi bir müessesenin olmayacağını söylemeye gerek yok. Tıpkı izin olmadığı zaman engel de olmayacağını söylemeye gerek olmadığı gibi. Aynı şekilde izin ve engel olma kelimeleri ve performansları olmadığında da mağduriyet olmayacak ve derken karanfil elden ele…
Patronsuz ve pezevenksiz bir dünya
Mücadele eşit ilişkilenmek ve eşit yurttaşlık için; tahakküm ve baskı sadece devletten değil, belki en çok da bizden, bizim toplumsallaşma pratiğimizden. Estetik alandan tutun bilgi alanına kadar her yerden. İktidar içten bir kuşatmanın adı ve faşizm gayet gündelik bir pratiğin kendisi olabilir. Majör kelimeler minör hayatlarımıza değmiyor diye düşünmekse yok saymak ve suça ortak olmak. Koruyucu yasa yoksa biz olmalıyız, devlet yalnız bırakıyorsa biz kalabalıklaştırmalıyız, varoluşu yok sayılıyorsa biz görünür kılmalıyız. Mevzu her şeyden evvel biziz, toplumsal olanlar. Velhasıl yasal alan elbette ki yabana atılmayacak denli mühim fakat varlığımızı maduna yoldaş kılabilmek ondan çok daha mühim ve aciliyetli. Tahayyülde bütünleşmeli: Patronsuz ve pezevenksiz bir dünya!
Bir kez daha bu yazıdan sonra o videoyu izleyin ve ‘kader’ mefhumundan değil insanlardan söz edildiğine dikkat kesilin. Bu kader değil, bu kaderi yaşatan insanlar: sen, ben, onlar!
Gazete sayfalarında karşılaşmamak umuduyla…

Travestiler İçin Tek Seçenek Gökkuşağından Darağaçlar Değil

Bütün bu karamsar atmosferin yanı sıra; LGBT’ler için tek seçeneğin “gökkuşağından darağaçları” olmadığını vurgulamamız gerekiyor. Ayrımcılığın bin türlüsüne karşı direniş odakları olarak homofobi ve transfobi karşıtı örgütlenmelerin artması; LGBT’lerin kendi hakları için sokakta, Meclis’te, okulda, iş yerinde, evlerde, sendikalarda mücadelesini arttırması; istisnasız her birimizi şekillendiren heteroseksizmin hem LGBT toplumundan hem de bütün toplumdan kovulması için umut ışığını canlı tutuyor.

Yıldız Tar, Eylül Cansın’ın intiharının ardından Yeni Demokrat Kadın’ın LGBT intiharlarına ve süreçte öne çıkan “Devlet-polis-çete el ele” sloganına ilişkin sorularını yanıtladı:

“LGBT intiharlarının politik olduğunu söylediğimizde; homofobik ve transfobik iklimin lezbiyen, gey, biseksüel ve translara yaşama, nefes alma alanı bırakmadığını kast ediyoruz. Bütün bir toplumsal yapıyı ve kültürü şekillendiren heteroseksizm; ürettiği ve yeniden piyasada dolaşıma soktuğu normlar üzerinden gerek fiziksel şiddet gerekse de çeşitli ayrımcılıklar yoluyla LGBT’lerin kendilerini gerçekleştirebileceği alanları yok ediyor. En iyi ihtimalle asimile olmaya, kendi kimliğini saklamaya ve düzene boyun eğmeye zorlayan heteroseksizm; inkar ve imha politikaları yoluyla LGBT hakikatini görünmez kılmaya çalışıyor.

“Haliyle, böylesi bir iklimde LGBT’lerin bütün bu toplumsal hiyerarşi ve ayrımcılıkla sarmalanmış hayatları LGBT olmayanlara göre iki kat daha zorlu oluyor. Ayrımcılık ve şiddet sadece ayrımcılık ve şiddet değildir. Şiddete uğrayan ya da ayrımcılıkla karşılaşan kişilerde büyük bir tahribat, özgüvenin ve öz benliğin yerle bir edilmesi sonuçlarını doğurur. Söz konusu LGBT’ler olduğunda sosyal destek mekanizmalarının olmaması bu sonuçlarla başa çıkabilmenin ve hayata devam etmenin önünü kesebiliyor.

Dönemin ifadesiyle “Eşcinsel ve travesti cinayetleri politiktir. Evlerinde, sokaklarda, parklarda öldürülen; intihara sürüklenen eşcinsel ve travestilerin hesabı bir gün sorulacaktır” denerek daha 90’lı yıllarda dikkat çekilmeye çalışılan gerçeklik; şiddetin sadece nefret cinayetleri şeklinde kendini göstermeyebileceği hakikatidir. Nefret ideolojileri ve onunla yakından ilgili ayrımcılık; yöneldiği grupta yarattığı etkiyle de değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Nefret suçları sadece öldürülen ya da saldırılan kişiyi değil; o kişinin maruz kaldığı toplumsal grubu da hedef alır. O toplumsal kimliği taşıyan kişilere açık bir mesaj gönderir. Yarattığı korku ve yılgınlık atmosferinden beslenir. Bu atmosferle mücadelede ise ilk etaptan yaratılması gereken dayanışma ve güven duygusu olmalıdır.

“Eylül Cansın ya da Mehtap Zengin’in kendi hayatına son vermesini konuşurken bu şiddet mekanizmaları kadar; gündelik hayatın her alanına sinmiş ayrımcılığı da konuşmamız gerekiyor. Düşünün ki cinsiyet kimliğiniz veya cinsel yöneliminizden ötürü hayatın her anında yargılayıcı bakışlarla karşılaşıyorsunuz, çalışma hayatında tacize sürekli maruz kalıyorsunuz hatta çoğu zaman iş bulmanız mümkün olmuyor, Avcılar Meis Sitesi’nde olduğu gibi barınma hakkınız linç girişimleri ve transfobik medya kampanyaları ile engelleniyor… Ve bütün bunlar sistematik bir şekilde normalleştiriliyor. Bu koşullara maruz kalmanın kendisinin yaratacağı yıkım, kişisel bir bunalımdan ziyade toplumsal bir sorunun kişide yarattığı yok edici ve yıkıcı etkilerdir.

“Haliyle, LGBT intiharlarının politik olduğu o kadar aşikar ki… Psikologlar Derneği’nin intiharın ardından açıklamasında dikkat çektiği araştırmalar da bu tezleri doğruluyor. Yapılan araştırmalar, ayrımcılığa maruz kalmanın, hak ihlaline uğramanın ve aileden dışlanmanın; depresyon, kaygı, travma sonrası stres bozukluğu gibi psikolojik sağlık bozulmalarına yol açtığını, intihar düşüncesine yatkınlık riskini arttırdığını, bireylerin bağışıklık sistemlerini zayıflattığını ve iyileşmeyi geciktirdiğini ortaya koyuyor.

“Tek seçeneğimiz ‘gökkuşağından darağaçları’ değil”

“Dikkat çekmemiz gereken bir diğer nokta ise; meselenin “LGBT’ler ve onlara zulmeden heteroseksüeller” sanal ikiliğinden çok daha çetrefilli olduğu. Heteroseksizm; diğer toplumsal ayrımcılık ideolojileri gibi toplumun tamamını şekillendiren; ilişkide olan bir ideoloji türüdür. Haliyle LGBT’ler de heteroseksizmden, onun yarattığı zehirden azade olmadığı gibi; LGBT’lere dönük nefret cinayetleri, ayrımcılık ve ayrımcılığın yarattığı yıkıcı etkilerle mücadele etmek için LGBT olmak gerekmez. İstisnasız her birimizin heteroseksizmin faili yani uygulayıcısı ve yine aynı şekilde mağduru olabileceğimiz gerçeğini görmemiz gerekiyor. “Devlet-polis-çete el ele” sloganı ile kast edilen de heteroseksizm ve onunla bağlantılı davranış biçimlerinin LGBT’ler de dahil herkeste görülebileceği ve sistemin zehrini bünyelerimizden atmanın aktif bir mücadele ile mümkün olduğu gerçeğidir.

“Sloganın ilk kısmında yer alan “devlet” ifadesine ilişkin birçok şey söylenebilir ancak güncel örneklerden birisi; Anayasa’nın ayrımcılık ve eşitlik ilkelerinde “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ifadelerinin ısrarla yer almasının önüne geçilmesi olabilir. Nefret söylem ve suçunun ilk ve en önemli hedefi olan LGBT’lerin herhangi bir yasal korumaya sahip olmadığı gerçeği de ayrımcılığın katmerleşmesine ve toplumsal bir olgu olan intiharların yaygınlaşmasına yol açmaktadır.

“Bütün bu karamsar atmosferin yanı sıra; LGBT’ler için tek seçeneğin “gökkuşağından darağaçları” olmadığını vurgulamamız gerekiyor. Ayrımcılığın bin türlüsüne karşı direniş odakları olarak homofobi ve transfobi karşıtı örgütlenmelerin artması; LGBT’lerin kendi hakları için sokakta, Meclis’te, okulda, iş yerinde, evlerde, sendikalarda mücadelesini arttırması; istisnasız her birimizi şekillendiren heteroseksizmin hem LGBT toplumundan hem de bütün toplumdan kovulması için umut ışığını canlı tutuyor. Mesele özgürlük ve eşitlik için mücadeleyi hep beraber, dayanışmayla örebilmenin yollarını bulmakta…”

Travesti Politikaları

Ben senin bildiğin erkeklerden değilim ve olabildiğince de hiçbir anlamda onlara benzemek istemem, dahası erkek olmayan ama bir şekilde beni erkekleştiren her şeyden olabildiğince kaçarım.

Trans erkek beden politikalarının Queer okumalara her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğunu düşündüğüm şu günlerde, yazı boyunca beni buraya getiren, bir nevi sancının, (yazma eylemliliğimin…/ yazı işçiliğimin ) en azından; metine dönüşmesi ve biraz da başkalarını uykusuz bırakması çabasıyla başlıyorum.

Politikanın alanından kaçmak mümkün mü sorusu özel alan/politik alan; Özel olan ve politik olan söylemleri benim için artık hayatımdaki her An’ımı, her karşılaşmamı, seçtiğimi sandığım mesleği, yaşadığım şehri, kıyafetlerimi, ilişkilerimi, izlediklerimi, maruz kaldıklarımı belirleyen her şeyin POLİTİKA olduğu yanıtıyla noktalandı.

Dahası politik alanda kimilerine göre aktivist kimilerine göre STK’cı kimilerine projeci kimilerine göre herhangi bir şey olarak algılandığım toplumsal cinsiyet ve trans hareket içinde / ben kendime daha başka şeyler diyorum çoğu bu yazının kontekstine uymadığı için söylemiyorum; LGBT hareket içinde de ilişkilerimi belirleyenin genel anlamda politikadan farklı olarak; her gün TV’de görmeye alışık olduğumuz birbirlerine çok benzer / içinde çoğunlukla kötücül şeyler olan bu sarmal olduğuna artık eminim.

Klişelerin ışığa dönüştüğü cümlelerden biri bu yazının başlığı olarak planlanmıştı, “ben senin bildiğin erkeklerden değilim.”

Devamı benim için; aslında bildiğin hiç bir şey gibi değilim, muhtemelen şimdiye kadar gördüğün, duyduğun hiçbir şeye benzemeyen tuhaf huylarım, tuhaf bir hayatım, tuhaf bir öğrenme biçimim, tuhaf bir bedenim, tuhaf bir seks algım, tuhaf bir sevişme şeklim muhtemelen gördüğün çoğu şeye benzemeyen bir şeyken elbette ben senin bildiğin erkeklerden değilim. Çoğunlukla maço çağrışımları olan ve muhtemel bir kadına sertliğini, büyüklüğünü, eziciliğini, iktidarını, ayağını denk almasını hatırlattığı zamanlardaki fallik bir çığırtı gibi geliyor kulağıma. Farklı olarak ben bu cümleyi alçak sesle /zaten sesim boğuk çıkıyor/ daha çok etrafımdaki her şeyi uyarmak için yani bir üstünlük ve iktidar hatırlatıcısı olarak değil, karşımdaki beni tanıdıkça şaşırmasın garipsemesin şok olmasın diye iyi niyetli bir uyarı olarak fısıldıyorum. Ben senin bildiğin erkeklerden değilim.

Gerçekten de değilim, onlar gibi tepki vermem, onlar gibi sevişmem, onlar gibi yürümem, onlar gibi konuşamam, bedenimin öğrendiği gündelik hayat bilgisi kesinlikle erkeklerinkine benzemez, iyi ki dediğim şeylerden / ama gündelik hayat ve tüm zihnimiz o kadar çok o erkekler tarafından kuşatılmış, yönetilmiş, tahakküm altına alınmış, hırpalanmış, şiddete uğramış, öldürülmüş, kadınlara kendilerini suçlu, eksik hissettirmiş erkeklerle dolu ki o kadar hayatımızın içindeler ki onlardan bağımsız / onların dışında düşünme, hissetme, yaşama duygusunu neredeyse bilmiyoruz.

Bu yüzden bildiğin erkeklerden olmamam sadece seni korkutmuyor, tahmin edemeyeceğin kadar çok sayıda kurum, tahmin edemeyeceğin kadar çok öğretmen, polis, ev sahibi, bakkal, bar, piknik alanı, sinema, okul, sınıf, dernek, bildiği gibi / bilindiği gibi olmayan erkekten korkuyor. Bu mutlak bilgi kurguluyor gündelik hayatı.

Erkek gibi olma belası / zorunluluğu her alanda ne kötü ve maalesef kadınları / başka bir deyişle erkek olmayanların hepsini / ibneleri, istanbul travestileri, transerkekleri / o bilinen erkeklerden olmak zorunda bırakıyor. Mecliste kelimenin tam anlamıyla erkekçe siyaset yapan kadın milletvekilleri kadar, okul müdürüne, patronuna, hatta ve evet maalesef diğer kadınlara örneğin kızına, babaya, kocaya, abiye, abilere sayısı büyüdükçe anlaşılan ve ne kadar çok ve bitmeyen abilere karşı bilinen erkek olma kurallarını hemen öğretiyor ve hızlıca ve çoğunlukla fark etmeden içimize sızıyor.

Erkekliğin kıyımından, göbek bağımı bıraktığımda biraz olsun kurtulabildim.

Daha güzeliyse bir kadın bedenine doğmak, (tek başına bu değil) başka birçok şeyle birleştiğinde, o bilinen erkeğinkinden çok farklı şeyler öğretti bana.

Bana daha çok hayatta kalmak için hep ve her zaman daha çok çalışan kişi olmayı, bedenimi örtmeyi, saklamayı, annemi anlamayı ve ne yazık ki mutsuz-kırgın-güvensiz bir kadın olmasına sebep olan o bildiğin erkeklerin annemi nasıl üzdüğünü görüp buna üzülmeyi, yine de bir şey yapamamayı, bacaklarımı ayırarak oturmamayı, sürekli tedbir alarak ve gündelik hayatım erkeklere dokunmadan / onlara ilişmeden aman onları ürkütmeden, sinirlendirmeden arka sokaklardan yürüyerek, sessizce oradan yok olarak geçti.

Ben senin bildiğin erkeklerden değilim ve olabildiğince de hiçbir anlamda onlara benzemek istemem, dahası erkek olmayan ama bir şekilde beni erkekleştiren her şeyden olabildiğince kaçarım.

Onlar gibi oturmadığım, onlar gibi yürümediğim, onlar gibi görünmediğim, (erkek ayakkabılarının 40 numaradan başlaması ve birbuçukmetre olmam) onlar gibi kokmadığım, onlar gibi sevişmediğim, onlar gibi yaşamadığım, onlar gibi işemediğim, onlar gibi temizlenmediğim, onlar gibi konuşmadığım, onlar gibi politika yapmadığım, onlar gibi öğrenmediğim için çoğunlukla erkeklerin ilişki biçimlerine (günde kaç kadın öldürdüğünü artık düşünmediğim) onların bedenlerine, cinsel pratiklerine, tepkilerine benzemiyor olmam bu bilinmezliğin yaşattığı telaş, bu korku keşke güzel insanları kaçırmasaydı hayatımdan.

Trans beden, trans kimlik bir şeye birine ve çoğunlukla ona benzemeye çalışmadığı sürece, trans beden kendisinin onlara benzemeyen onlardan farklı olduğu bilgisini “Transgender güzeldir” diyerek, çocukluğunu dizine oturtup sevdiğinde, yıllarca görmediğim bedenime / yasak bedenime dokunup kırılan yerlerini tamir ettiğinde, bildiğin erkeklerin dünyasında devrimi yapacaklarını görmek şimdiden gelsin istenen bir kutlama değil de nedir?

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti