travestipedro | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 95

Kendilerine Fobik Travestiler

Uzun zamandır anlatmak, yazmak, paylaşmak ve üzerine konuşmak istediğim bir konu var. Konu nedir diye soruyor olmalısınız. Konu kısaca şu aslında: kendilerine ve kendisi gibi ötekileştirilenlere fobik LGBT’ler.

Ayrımcılık virüs gibidir. Yayıldıkça yayılır, büyüdükçe büyür; müdahale edilmedikçe de dur demedikçe de sonu gelmez bu büyümenin ve yayılmanın. Aaah ah, bir anlatamadım insanlara şu ayrımcılık denilen lanet virüsten kurtulmaları gerektiğini.

Öyle garip bir durum ki içinde bulundukları durum, kendilerine dıştan bakıldığında ne de komik ne de aptalca göründüklerinin farkında bile değiller. Böyle söylüyorum ama belki de bu ayrımcı söylemleri ben de uyguluyorum farkında olmadan. İçimizde yer etmiş bu virüs. İçimize yerleştirmişler bir kere, büyümesini engelleyebilmek öyle sanıldığı kadar da kolay olmuyor maalesef!

Nasıl anlatsam nereden başlasam bilemiyorum. Fakat içime çok dert oldu bu durum.
LGBT’lerin LGBT’lere bu virüsle yeniden ve yeniden saldırıyor olması tanımlanması anlatılması çok karmaşık bir konu.

Eh nasıl oluyor bu durum derseniz örneğin şöyle oluyor: Bir lezbiyenle konuşuyorum ve biseksüeller için aynen şöyle bir söylemde bulunuyor: “Biseksüeller kişiliği oturmamış ne istediğini bilmeyen insanlar. İnsan hangi cinsten hoşlanacağını bilmeli, bence biseksüellerinki hastalık gibi bir şey.”

Evet evet size de ironik gelmedi mi?

Hastalık gibi bir şey diye tanımlıyor biseksüelleri, biseksüel eğiliminin olup olmamasına göre değerlendiriyor insanları ve biseksüel değil de eşcinsel ya da heteroseksüelse sağlıklı oluyor onun gözünde karşısındaki kişi.

Peki ya, insana sormazlar mı? E be kardeşim bu toplum sen lezbiyensin diye seni hasta, karaktersiz, kişiliği bozuk vesaire vesaire şeklinde tanımlamıyor mu? Peki ya, sen nasıl böyle bir ayrımcılıkla karşı karşıya kalırken kendinden farklı hisseden bir bireyi bu şekilde ötekileştirebiliyor ve ayrımcılık yapabiliyorsun.

Evet evet, oluyor bunlar. Maalesef ve maalesef oluyor!

Mesela başka bir lezbiyen de şöyle söylüyor: “Ben erkek gibiyimdir; ama dışarıda çok belli etmem, yani topluma aykırı değilim. Dışarıdan bakılınca öyle tepki almam.”

Evet, burada söylenmek istenen şey bir kadının erkek gibi hissetmesi, erkek gibi davranması, hatta trans-erkekler anormaldir ve ben anormal olmamak için o kategoride yer almamak için kadınları sevdiğimi de belli etmeden dıştan bakıldığında uslu uslu tabiri caizse hanım hanımcık yaşıyorum ve kimse de beni dışlamıyor demek istiyor.

Ne söylemeliyim nasıl bir tepki koymalıyım bilemiyorum ve donakalıyorum çoğu zaman.
En çok canımı sıkan şey de toplum tarafından öylesine acımasızca ve sertçe dışlanan, farklılıkları dolayısıyla varoluşları kabul görmeyen bireylerin kendisi gibi dışlanan, ötekileştirilen bireylere karşı olan tutumları.

Mesela feminen geyler maskülen geyler tarafından acımasızca dışlanıyor. Söylemleriyse aynen şöyle: “Oğlum bu halin ne lan, travesti misin? Kız gibi takılıyon!” vesaire vesaire diye heteroseksist cümlelerle devam ediyor aşağılama. Toplum tarafından belirlenmiş o kalıplara uymadığı için, bilinen erkeklik anlayışının dışında bir yaşam biçimi olduğu için ötekileştiriliyor. Üstelik kendisi gibi cinsel yönelimi dolayısıyla dışlanan ayrımcılığa maruz bırakılan, ötekileştirilen bir benzerine yapıyor bunu.

Transların ise eşcinsellere karşı daha farklı bir ötekileştirme tekniği var. Eşcinsel bir bireyi geçişini tamamlayamamış, eksik yarım, kalmış gibi tanımlamalarla tanımlayan ve ötekileştiren homofobik translar onlar. Fakat aynı şekilde de eşcinseller bunu translara yapıyorlar. Bir kadın erkek gibi davrandığında bir erkek kadınca davranışlar içerisinde olduğunda “sen ne biçim erkeksin/sen ne biçim kadınsın” gibi söylemlerle dışlanabiliyorlar.

Kısacası ve de en garip olanı ise eşcinseller için dönme olunması, transseksüeller içinse ibne olunması aşağılık bir durum gibi görünebiliyor. Tabi bu fobik LGBT’lerde görülen bir durum. Kendisinin dışlandığının ve ötekileştirildiğinin farkında olan ve bir başkasını nda farklılığı sebebiyle ötekileştirilmesine karşı duran LGBT’lere hayranlığımı belli etmeden geçemeyeceğim.

Şimdi düşünüyorum da buraya ne yazmalıyım ki bu fobik LGBT’leri bu virüsten kurtarayım. Doğrusu öyle kurtarıcı etkileyici şöyle afili mi afili bir cümle bulamıyorum. Ama diyorum ki ayrımcılık yapanın, ötekileştirenin, kendisinden farklı olanı yok sayanın ayıplanmaya başlandığı bir toplum olabildiğimiz gün bu virüsten kurtulmuşuz demektir.
Ve ben başlıyorum ilk olarak o halde: kendisinden farklı olanı dışlayan, ötekileştiren bütün fobikler sizler fobik olmaya devam ettiğiniz sürece gökkuşağının o en güzel halini hiçbir zaman göremeyeceksiniz. Bu da sizin için en büyük kayıp olacak. İçinizdeki virüsten kurtulmayı başardığınız gün sizinle aynı gökkuşağının altında buluşabileceğimize inanıyorum. Yoksa benim için her daim ayıplanmayı hak eden fobikler olarak kalacaksınız.

Şunu unutmayalım homofobi, transfobi, bifobi ve türevlerini kendi içimizde yok etmeyi başaramadığımız sürece dünyada var olan homofobi, transfobi, bifobi ve türevleri de hiçbir zaman son bulmayacaktır.

O halde şimdi içimizde varolan bu fobik tavırlardan ve bize aşılanmış ayrımcılık virüsünden kurtulalım hep birlikte ve dünyada var olan nefrete, ayrımcılığa, ötekileştirmeye hep birlikte son verelim derim ben.

Cumhuriyetin Son İnkârı: Travesti Realitesi

Karda yürürken çıkan sesin meğer “Kürt Realitesi” olduğunu sonunda anlayan Türkiye, eşcinselliğin “3-5 ibnenin zevk-ü sefası ya da hafta sonu hobisi” olmadığını, bu toprakların realitelerinden biri olduğunu da eninde sonunda kabul edecektir.

Bu yazı Selami İnce ve Selçuk Candansayar tarafından hazırlanan “Cumhuriyet 85 Yaşında” adlı yazı dizisi kapsamında, 17 Kasım 2008 tarihinde, BirGün Gazetesinde yayınlandı

Hepimiz biliriz ki daha ilkokuldan başlayarak başımıza kakılan Türkiye Cumhuriyeti’nin amacı Batı’yı yakalamak, hatta Avrupa’yı geçmektir. Varoluş gerekçelerini açıkça Batı düşmanlığı üzerine kuranlar bile en azından Avrupa’nın kültürüne karşı çıksa da tekniğini alma gayreti göstermiştir. Çatışmalar rolleri değiştirirken Avrupa aşkıyla yanıp tutuşanlar, “madem öyle, buyurun” diyen AB karşısında sarsılabiliyor. 2000’lerin başındaki Hükümet, sanki lütufta bulunuyormuş gibi “ulusal program”ı ağırdan almayı tercih etmiş, merkezi iktidarın diğer ortakları ise AB’nin şeytanlıklarını sıralama yarışına girmişlerdi. “Kültürü kalsın, tekniği yeter” diyenlerin tekniği bir yana bırakıp, bir an önce Avrupa’nın siyasi kültürüne sarılmak durumda kaldıkları bir süreçte şekillenen AKP Hükümeti de söz konusu siyasi kültürün temsilcisi tarafından yeterince ilerlememekle, reformlardan uzak durmakla eleştiriliyor.

Avrupalılaşma sürecinde, Tanzimat artı ’70 yıl’, şimdi de 85 yıl geride kalırken, vatan-millet aşkıyla yanıp tutuşanların ve halkı halka rağmen yönetme azmiyle üstümüze çullananların iktidar bölüşümü ve rant kavgasına rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nden sorunların gerçek adını koyması ve onlarla yüzleşmesi bekleniyor. Karda yürürken çıkan sesin meğer “Kürt Realitesi” olduğunu sonunda anlayan Türkiye, eşcinselliğin “3-5 ibnenin zevk-ü sefası ya da hafta sonu hobisi” olmadığını, bu toprakların realitelerinden biri olduğunu da eninde sonunda kabul edecektir.

Eşcinsel realitesi belki de son inkârdır. Cumhuriyet Türkiye’sini sahiplenenlerin de onu her tondan ve kanaldan eleştirenlerin de tereddütsüz üzerinde anlaştıkları tek konu eşcinselliktir. Cumhuriyetin cinsiyeti ve cinsel yönelimine dair kurulacak bir cümle her zaman kenetlenmiş bir heteroseksüel blok ile karşı karşıya kalmıştır. Adlandırılması ve yüzleşme dereceleri farklı olsa da konuşulmadık konu kalmadığı halde 85. yılında bile sıranın eşcinselliğe gelemediğini görüyoruz.

Cumhuriyetin toplum projesinde kendine yer bulamayan eşcinseller sosyal ve politik hayattan kovulmuş olsalar da kadın kadına ve erkek erkeğe aşk ortadan kalkmamış ve her dönem kendi eşcinselliğini yaratmıştır. Son 15-20 yıldır görünür olan eşcinsellik öncesinde kabaca iki dönemden söz edebiliriz.

Bunlardan ilki sosyal-kültürel gerçeklik ile oryantalist efsane ve fantezilerin birbirine karıştığı saray-hamam muhabbetleri ile Osmanlı! Şark-İslam klasikleri üzerinden bazen düz bazen edebi bir anlatımla, eşcinsel varoluşun sosyal-kültürel hayatına dair ipuçlarına ve gerçeklerine ulaşmak mümkün. Pekâlâ, herkes kendi fantezisine göre fesli bıyıklı veya tüysüz nazenin Türk erkeklerinin arzı endam ettiği bir dünyada salınmak da isteyebilir.

Türkiye’nin yüzünü Batı’ya döndüğü Osmanlı’nın son döneminde, Batı’da dinin yaptırım gücü geride kalıyor, yerine bilim ve kanun aracılığıyla homofobi kurumsallaşıyor. Daha Erbakan doğmadan çok önce bu topraklara Batı’dan “homoseksüellik” değil ama homofobi gelmişti! Cumhuriyet dönemiyle birlikte de homofobik tutum ve uygulamalar politik arenada kurumsallaşıyor. Homofobinin kurumsallaşması eşcinselleri görünmez kılıyor. Eşcinsellik realitesi, bürokratik seçkinler arasından kovuluyor; sosyal, kamusal alanlarda telaffuz edilmemeye başlanıyor. Eşcinsel, günümüze kadar süren, suçu olmayan suçlu konumuna itiliyor. Görünmezlik ablukasıyla kuşatılan eşcinseller sosyal ve kültürel hayattan tümüyle dışlanıyorlar. Karanlık park köşelerine, kıyıda köşede kalmış bir iki hamama hapsedilen hayatlar, “ahlâksız”, “hasta” ve “sapkın” diye damgalanıyor. Yüzünü Batı’ya dönmüş Cumhuriyet Türkiye’sinde, hem sosyal hem politik alanı kaplayacak şekilde, eşcinsellerin payına düşen homofobi oluyor.

Tüm bu dönem boyunca, eşcinsellik, daha doğru bir anlatımla eşcinsel ilişki, sosyal-kültürel bir kıskaca alınıyor. Bu durum ikili bir tarzı şekillendiriyor. Eşcinsel birey, sosyal kültürel hayatını norm olan hetero hayata göre kuruyor/kurmak zorunda kalıyor, böylece adını koymadan gizlice eşcinsel ilişkilerini yaşıyor. Eşcinselim diye ortaya çıkmayıp, erkeklik ve / veya kadınlık kategorisinden beklenen davranışları yerine getirdiği sürece sosyal, ahlakî, dinî, siyasî kurumların şemsiyelerinin altında kolayca kendine bir yer bulabiliyor. Oyunu kurallarına göre oynayamadığı için veya riyakâr vicdanların topluca rahatlatılması için seçilen kurban niyetine, elbette köyün delisi misali her mahallenin bir “ibne”si olacaktır!

Derken 12 Eylül askeri darbesi ile Türkiye’de taşlar yerinden oynuyor. Tüm toplumsal kesimler gibi eşcinseller ve travestiler de büyük zulümlere maruz kalıyorlar. İkili oynayıp kendini gizleyemeyenler, kıyıya köşeye itilip zaten dışlanmış vaziyette olanlar metropollerden zorla sürülüyorlar. Buna paralel özellikle travestilere yönelik baskılar kısa sürede geri tepiyor. Ahlak polisinin, devlet televizyonunun ve diğer resmi kurumların eşcinsel ve travestilerin hayat alanlarındaki çemberi baskı, zulüm ve işkence ile daraltması, sorunun odaklaşmasına ve daha da görünür olmasına yol açıyor.

Yine askeri darbe ile sosyal kültürel ilişkiler değişikliğe uğruyor. Hâlihazırdaki örgütlenmeler ve bu örgütlenmelerin şekillendirdiği insan ilişkileri dönüşmek zorunda kalıyor. Daha önce sesi çıkmayanlar, söz hakkını kullanamayanlar, hâkim ilişkilerin kıyısında, gölgesinde kalanlar yeni sesler ve yeni açılımlar olarak sosyal hayatta bir bir ortaya çıkmaya başlıyorlar. Eşcinsel sesler de bunlardan biri olarak gün ışığına çıkıyor. İnkâr edilemeyen, tartışılan, konuşulan bir konu olarak eşcinsellik uzun zamandır gündemde yerini aldı. Eşcinsel dergileri, eşcinsel kültür merkezleri, eşcinsel sempozyumları ile 1 Mayıslarda, savaş karşıtı mitinglerde dalgalanan gökkuşağı bayraklarıyla Cumhuriyet projesinin hedeflemesin tersine bu toplumun sadece heteroseksüellerden oluşmadığı görüldü.

Sosyal kültürel hayatlar, ilişkiler değişirken yasalar aynı paralelde ilerlemedi henüz. Meclis tarihinde ilk kez eşcinsellere, görünür gerçek eşcinsellere kapılarını açtı; dinledi ama henüz kaale almadı. Cumhuriyet’in ilan edildiği Meclisin çatısı altında “eşcinsel” sözü hâlâ en büyük küfür niyetine telaffuz ediliyor. Ayrımcılık, Türkiye’de yasal açıdan suç teşkil ediyor. Cinsel yönelim ayrımcılığının da suç olarak tanımlanmasını istiyoruz ama talebimiz karşılık bulmuyor. Eşcinsel davranış Türkiye’de suç değil ama çalışma hayatında cinsel yönelim ayrımcılığı görünmez bir şiddet olarak karşımıza çıkıyor. Pek çok uzman ve klinik hâlâ kendilerine aileleri veya kurumları tarafından zorla getirilen eşcinsel bireyleri “tedavi” etmeye ve dönüştürmeye kalkabiliyor. Askeriye ise Türkiye’nin en güçlü ve söz sahibi kurumu olarak zaten kimseye fikir sormuyor ve işin en doğrusunu ben bilirim diye yoluna devam ediyor. Eşcinsel subaylar, askeri ceza kanununun 153. maddesine göre, “gayri tabiî mukarenet”, nitelemesiyle işten atılıyorlar ve haklarını arayamıyorlar. Askeri psikiyatri hâlâ 1973’ten kalan ve dünyanın terk ettiği uygulamalarla, eşcinselliği, hastalık olarak görüyor.

Cumhuriyetin emanet edildiği geçliğin de heteroseksüel olduğundan kuşku duyulmuyor. Eğitim ve öğretim alanında, eşcinsel ergenlere yönelik zorunlu heteroseksüellik politikaları, eşcinsel gençlerin kişilik, kimlik ve sosyal gelişimlerini sekteye uğratabiliyor. Homofobik tutum ve uygulamalar eşcinsel gençlere yönelik zulme dönüşebiliyor.

Eşcinsel görünürlüğünün yükselmesi özellikle metropollerde parkların ve hamamların terk edilmesini, eğlence sektörü üzerinden barların, kulüplerin ve benzeri mekânların ön plana çıkmasını beraberinde getirdi. Yeni mekânların yeni ilişkilere ve ilişkilenme tarzlarına yol açması haliyle gecikmedi. Önceleri eşcinsellerin fiziki şiddete maruz kalmaları ve hatta öldürülmeleri daha çok birincil ilişkiler dolayımıyla bir aile içi şiddet şeklinde yaşanırken artık yeni tarz ilişkilenmeler maruz kalınan fiziki şiddetin şeklini de çevresini de dönüşüme uğratıyordu. Eğlence sektörü ve periferisinde maruz kalınan şiddetin, henüz bir nefret suçu olarak telâkki etmektense, yaşı ve konumu ne olursa olsun eşcinsel bireylerin “kolay lokma” olarak görülmelerinden kaynaklanıp, ekonomik temelli olduklarını söylemek mümkün. Seksenli yılların ikinci yarısında polisin erkek eşcinselleri oyuna getirme/tuzağa düşürme taktiklerinden farklı olarak bugün “gey cinayetleri”nden söz edilebiliyor ve ağır aksak da olsa peşine düşüldüğünü görebiliyoruz. Bununla birlikte “ağır tahrik indirimi” ile eşcinsellerin öldürülmesi kanunlar tarafından teşvik ediliyor.

Eşcinsellerin görünürlüğü şüphesiz ki eşcinsellerin yaşadıkları sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi sorunların da görünürlüğü anlamına gelmektedir. Haliyle inkâr işe yaramamış, adının konulmasını ve yüzleşilmeyi bekleyen “eşcinsel realitesi”, heteroseksüel blokun 85 yıllık uzlaşmasına rağmen kendini yeniden var etmiştir.

Polisin Travestilere Uyguladığı Şiddetin Yasal Dayanağı Nedir?

İstanbul LGBT Dayanışma Derneği’nin çağrısı ile İstanbul Şişli Polis Karakolu önünde buluşan transfobi karşıtları polis şiddetini protesto ettiler.

Şişli’de 15 gündür aralıksız olarak saldırıya uğrayan trans seks işçisi kadınlarla dayanışmak ve polis şiddetini teşhir etmek için bugün saat 16:00’da Şişli karakolu önünde basın açıklaması yapıldı.

“Polisin translara uyguladığı şiddetin yasal dayanağı nedir?”
Polis merkezi önünde, “Çalışma ve barınma hakkımız engellenemez” yazılı pankart açan grup adına basın açıklamasını İstanbul LGBT Dayanışma Derneği’nden Ebru Kırancı okudu.

Şişli’de trans kadınlara yönelik son günlerde şiddet uygulandığını açıklayan Kırancı, “polislerin ellerinde sopalarla cadı avına çıkmışçasına saldırdığını” belirtti.

Polisin son 20 günde, 8 trans kadını feci şekilde dövdüğünü açıklayan Kırancı, şöyle devam etti:

“‘Sizi buralarda bir daha görmeyeceğiz. Sokaklara çıkmayacaksınız, bacaklarınızı kırarız’ tehditleri eşliğinde dayak atan polisler, bu gayri insani uygulamayı hâlâ devam ettiriyor. Kolluk kuvvetlerine sormak lazım; toplumun güvenliğini sağlamak dendiğinde aklınıza savunmasız olan translara şiddet uygulamak mı geliyor? Uyguladığınız şiddetin yasal dayanağı nedir?”

Travestiyiz! Buradayız, Alışın, Gitmiyoruz!”
Basın açıklamasında “Çalışma ve barınma hakkımız engellenemez” yazılı pankart açan transfobi karşıtları “Travestiyiz, buradayız, alışın, alışın gitmiyoruz”, “Velev ki ibneyiz, öldürmekle bitmeyiz” sloganları attı.

“Dövüldükten sonra karakola götürülmüyoruz”
BirGün gazetesinden Çağla Ağırgöl, Şişli’de sivil polislerin şiddetine maruz kaldığını belirten mağdur Cansel Akpınar ile görüşmüş, Akpınar, bölgede seks işçiliği yapan/yapmayan arkadaşlarının şiddete maruz kaldığını belirtmişti.

Yıllardır polisten psikolojik ve fiziksel şiddet gördüğünü ifade eden Akpınar “Devlet bize çalışma alanı yaratmadığından maalesef ki seks işçiliği yapıyoruz” diye konuşmuş ve şunları anlatmıştı:

“Birkaç gün önce Şişli’de seks işçiliği yaparken üç polis aracı geldi. İçinden inen sivil polisler, içi demirli sopa ve tekmelerle döverek, küfür etti. Dövdükten sonra karakola götürülmüyoruz. Çünkü hastaneye gidilip rapor alınması gerekli. Bizleri sokak ortasında dövüp, bırakıyorlar. Ayrıca vücudumuzda estetik olduğundan herhangi bir darp olayında zarar görmekten korkuyoruz.”

“Şikayetçi de, cezayı kesen de, uygulayan da polis!”
“Sokakta yürürken ya da seks işçiliği yaparken sivil polisler tarafından durduruluyoruz. Sözde trafiği karıştırdığımız ve rahatsız ettiğimiz söylenerek ‘Kabahatler Kanununa’ göre ceza kesiliyor. ‘Şikâyetçi kim?’ diye sorduğumuzda sivil polisler ‘Biz’ diyerek yanıt veriyor. Bu şekilde psikolojik şiddet uygulanıyor. Bir polis “Bir dahaki sefere böyle olmayacak. Seni sokakta görürsem, halledeceğim” yanıtını verdi. Polis 83 TL para cezası kesiyor. Bunu ödemek için gelirim yok. Nasıl ödeyeceğim sayın devlet, nereden ödeyeceğim? Devlet, bizi seks işçiliğine daha çok teşvik ediyor. Bunun üzerine de caddeye çıktığımda kafamı gözümü kırıyor.”

“Gençler polisleri örnek alıyor”
Devletin ve polisin psikolojilerini bozduğunu ayrıca kendilerine iyi bir iş alanı ya da çalışmaları için belirli bir mekân verilmesi gerektiğini belirten Akpınar şöyle devam etti:

“Bizleri kendilerine düşman gibi görüyorlar. Vatandaşlardan iki zarar gördüysek polislerden üç zarar görüyoruz. Polisin etrafa kötü örnek oluyor. Sivil polislerden dayak yediğimizi gören gençler, onları örnek alarak bizlere şiddet uyguluyor. Son yıllarda bizlere yönelik şiddet olayları fazlasıyla arttı.”

Travestileri kötü yapan devlet”
“Şişli Emniyet Müdürlüğü’ne yeni gelen komiser “darp” edilmemiz için sivil polislere talimat verdi. Travestileri kötü yapan devlet. Ayrıca bizler her yerde kısıtlanıyoruz. Her yere korkarak gidiyoruz. Kapıdan çıktığımız anda risk altındayız. 2015 yılına gireceğiz ve hâlâ evden çıkarken korkuyoruz. Geri dönebilecek miyiz endişesi var. AKP iktidarı geldiğinden beri şiddet olayları arttı. İşkencede bir numarayız.”

“Hakkımı aramam için beni öldürmeleri mi gerekli?”
“Şişli Etfal Hastanesi’nden aldığım raporla savcılığa suç duyurusunda bulundum. Raporda ‘hafif sıyrık ve doku zedelenmesi ve öldürücü bir darbe yoktur’ açıklamaları yer aldı. ‘Ölüme sebebiyet yoktur’ diye rapor verildi. Hakkımı aramam için beni öldürmeleri mi gerekli? Valilikten kâğıt geldi. Komiserin ‘suç işlenmediğine, rutin bir uygulama yaptığına’ dair kağıt yolladılar. Bunun üzerine tekrar savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Mahkemenin açılmasını bekliyoruz.”

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti