travestiadana travesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 114

Gacı, Dönme, Kadınlar Arasında, Transgender Güzeldir

Queer-Anarşist bir etkinlikte gördüğüm fanzin standı içimi burktu! Stantta bulunan queer fanzinlerin neredeyse tamamı Almanca, İngilizce vb. fanzinlerden oluşuyordu. Gelişimine tanık olduğum, okuduğum ve emek verdiğim çok değerli yerel fanzinlerin unutulmuşluğuna gönlüm el vermedi. Bir koşu eve gidip kitaplığımdan kaptığım iki tane fanzini fotokopicide çoğalttım ve standa koydum. Böylelikle de yıllar sonra bu güzel fanzinleri tekrar inceleme ve hatırlama şansı buldum.

2006’nın sonlarıydı. Korku ve heyecan içerisinde Lambda’nın kapısından içeri adımımı attıktan kısa bir süre sonra dergi rafını karıştırmaya başlamıştım. Ailemden gizlice kaçarak geldiğim bu sığınakta utangaçlığımı biraz olsun gizlemek için raflardaki dergileri kullanıyordum. İçeride bulunmak, lubuncayı sökmek ve her konuşmaya kulak misafiri olmak istiyordum! Hayatımda böyle bir ahlaksızlık görmemiştim (ve içimdeki kaltak uyanıyordu!) Similya boyları üzerine yapılan tartışmalar, gullümler, “yanıyorum ayy” diye bağıran kadınlar, laf sokmalar, madilikler, milliyetçi marşları lubuncaya çevirip seslendiren divalar,… Yani anlayacağınız Kaos GL okumak biraz zordu!

Gel zaman git zaman konsantrasyonumu biraz olsun arttırdığımda dergi raflarındaki fanzinler gözüme ilişti. “%100 GL” diye bir fanzin vardı Lambda’nın ilk dönemlerinden, ama inanın hiç hatırlamıyorum içeriğini. Bir de “Gacı” vardı. Lambda’da soluduğum ahlaksız, neşeli ve öğretici atmosferin bu fanzine de işlediğini görünce birkaç sayısını almıştım. Trikalı gacı, sürmelican, ayşegullüm süper kahramanlar gibiydi; “astrogacı”, “demet’in tepindii köşe”, “gacı blues” şuan elimde bulunan tek sayıdan yüzümü gülümsetenler… Tabi ben çok geç bir dönemine yetişmişim. Yoksa 1997 senesine dek uzanıyormuş Kadın Kapısı / Gacı; bir cinsel sağlık projesinin bülteniymiş. Proje bittikten sonra yayın hayatı son bulan fanzin 2004’te “Gacı İstanbul” olarak bağımsız bir kimlikle tekrar çıkıyor ve 2007’lere dek 15 sayı çıkarıyor.

“…O halde yapmamız gereken iki şey var. Birincisi cinsiyetler arası geçiş (transgender) konusundaki bilgisizliği gidererek yanlış önyargıları, korkuları sona erdirmek, farklılığımızın doğal ve insani olduğunu göstermek; ikincisi de yüzümüze kapatılan kapıları açabilmek için insan hakları temelinde kimliğimizin mücadelesini yapmak. Gacı İstanbul’un yapmaya çalıştıklarından birisi bu. Ayrıca, Türkiye’de yaşayan tüm travesti ve transseksüellerin kendilerini dolayımsız ifade edebilecekleri, birbirlerinden haberdar olabilecekleri, deneyimlerini paylaşabilecekleri, bilgilerini derinleştirebilecekleri bir ortak platform oluşturmak. Bu durumda iki hedef kitlemiz var denebilir: Kamuoyu ve kendimiz.” – “Gacılarla Söyleşi”’ Pembe Hayat

Sonra “Dönme” çıktı, hem de öyle böyle değil olay! bir şekilde 🙂 Queer bir hamleyle hakaret olanı sahiplenen translar “gerçeğine, içinde yaşadığına ve kendilerine dönüyor” du. İlk sayısı bir manifesto şeklinde “2007 Onur Haftası özel sayısı” olarak çıktı. Kapağında belki de Bursa’da maruz kalınan linç girişimine inat olarak “yürüyoruz!” yazıyordu. İçindeki manifesto ise hem o yılın katlanacak yürüyüşünün hem de ileride filizlenecek Trans hareketlerin habercisiydi:

“… Dönme” sözcüğü bugüne dek hep bizi aşağılamak, ezmek için kullanıldı. Biz bugün, hayatlarımız üzerinde “söz sahibi olabilen!” bireyler olarak bu sözcüğün “dönüşünü” ilan ediyoruz. Ve diyoruz ki; hayat hiçbir zaman kısır önyargılara, tanımlara, kavramlara sığmadı, sığmayacak!.. Gözlerimize iyi bakın, gözbebeklerimizde ışıldayan; işte bu “farkındalık” ve bu farkındalığın açtığı yollarda ezberlerin üstüne basa basa yürüyebilmenin onurudur.

Malesef sadece iki sayı daha çıkabildi ve 2009’da son buldu. Bazı gacıların söylendiğini duyuyordum “ay ne o öyle, ne biçim isim?” diye hoşnutsuzluğunu belirtenler oluyordu. Bir başkası ona “bizi aşağılamalarına izin vermediğimizi gösteriyoruz” diyordu. Dönme’nin ikinci sayısında Ayşegullüm Aligül oldu. Translar trans normlarını sorguluyor, trans erkekler harekete dahil oluyor (ya da kendilerine yer açıyor)lardı, hareketler bölünerek çoğalıyordu.

2009’un ikinci yarısında Lambda’nın içinde kadın sayısı bir anda arttı. Onur Haftası hazırlıkları için “Kadın Komisyonu” kurulmuştu. Bu kadar kadın nerden çıktı hiçbir fikrim yok! Ama bir anda çıkmışlardı ve enerji çok yüksekti! Hiç mütevazi olmayacağım; çok önemli şeylere vesile olduk!

1) “Kadınlar Arasında” yı çevirmeye başladık. Aslen yapılacak olan “Cinselliğimizi Dillendirelim” cinsellik atölyesinde kolaylaştırıcı niyetine çeviriyorduk ancak çeviri süreci de tam olarak buna hizmet etti. Her bir bölüm birbirimize doyamadığımız uzun gece toplaşmalarına dönüşüyor; her bir konu merakla, arzuyla ve neşeyle çevriliyor, tartışılıyor ve gerektiğinde test ediliyordu : ) Sadece kalemlerimizi ve beyin hücrelerimizi değil klitoral, büzgen ve başka kaslarımızı da bu süreçte çalıştırdık. Performans kaygısına düşmeden arzularımızı, deneyime olan açlığımızı ve yaralarımızı açtık. O yıl (2010) Onur Haftası’na kadın/trans etkinliklerinin damgasını vurduğu, Feministival’in ve Çatışan Feminizmlerin başladığı; kadınların ve transların cinselliklerini ifade edebilecek özgüvene eriştikleri (8 Mart yürüyüşünde Galatasaray’da heykele tırmanıp öpüştüğümüz) yıldı!

“… kadın cinsellik üzerine problem odaklı olmayan, meraklı ve olumlu bakış açıları sunmak çok önemli. Kadınlar Arasında kitapçığında aktif seks yaşamına sahip olanlara ya da yeni başlayacaklara, kolay erişilebilen ve üzerine konuşulmasını umuğumuz ilham verici metinler sunuyoruz…” – Kadınlar Arasında fanzinden

2) “Etkinliklere kim gelicek?” sorusu çok hararetli bir tartışmaya yol açtı. Beden ve cinsellik üzerine konuşmak “Kadın Komisyonu”ndaki bazı insanların trans olarak açılmasına vesile olmuştu. Trans bireyleri içeren ve hatta onlara pozitif ayrımcılık gösteren politik olarak doğru bir dil arıyorduk. Trans erkek varlığını tanımak kadar transgenderları da görünür kılmak gibi bir derdimiz vardı. İçki şişilerini devire devire yaptığımız tartışmalarla her etkinlik için ayrı ifadelerde bulunduk. Cinsellik atölyemize “kadınlık ve aynı zamanda kadınlarla cinsellik deneyiminden geçmiş ve geçmekte olan bireyler” i davet edip, foruma “lezbiyen, trans, interseks bireyler ve biseksüel kadınlara açıktır” ifadesini koyduk. Ayrıca “Hangi Kadın Partisi” gibi bir parti adı da beynimi ne kadar yaktığımızın kanıtı niteliğinde bence : ) Hiçbir ifadeyi “nihayete erme” olarak görmedik, amaçlarımıza hizmet edecek araç olarak görmeye çalıştık. Tüm bu tartışmalar “trans” kelimesinin doğuşuna vesile oldu. İlerleyen süreçte bu ekip “lezbiyen, biseksüel, queer, trans odaklı haz ve direnişten yana bir antiotoriter otonom”a yani İllet’e dönüştü. LGBTT’nin T’leri birleşti; 2012’de “Transgender Güzeldir” yayımlandı!

“Trans Feminist Manifesto”, “Genderqueer’i Tanımlamak”, “İnterseksler de vardır!”, “Amargi’deki Erkek” ve farklı translık deneyimlerinin aktarıldığı “Transsesler” bölümüyle hala türünün tek örneği niteliğinde.

“…transfobiye inat söylüyoruz; her beden, her ruh, her deneyim güzeldir…

Transgender Güzeldir…”

Fanzinler hem kendi dönemlerini çok iyi yansıttılar hem de o dönemleri oldukça etkilediler. İçlerinde kaynak niteliği taşıyan birçok yerli/yabancı metnin bulunduğu bu fanzinler ne yazık ki arşivciliğe önem veremememiz nedeniyle unutuluyorlar. Üstelik bu fanzinlerin unutulmasıyla DIY (Kendin Yap) felsefesi ve bu özgürleştirici otonom deneyimler de kayboluyor. Amatör bir ruhla yapılan, zor imkanlarla çıkartılan bu yayınlar birçok kişiye ilham verdi; birçoğumuzun kendi yaratımlarıyla barışmasına, bireysel ifade gücümüzü geliştirmemize vesile oldu. Hareketin dilini geliştirdi, özgüvenini arttırdı. Bence hala fanzinler dergi ve kurumsal yapılardan daha fazla özgürlüğe imkan tanıyor. Aynı bloglar gibi sansür derdi olmadan, anonimliğe sığınılabiliyor. Kes, yapıştır, çoğalt; tek bir kişi bile fanzin çıkartabilir!

Bir Travesti günlük yaşadığı olaylar

Ankara’ya vasıl olduğumuzda bu olağan travesti gecesi, dünyanın bütün geceleri gibi kendi sabahına mağlup düşmekteydi.

Sıradan bir travesti günüydü. Kötü bir çarktı sanırsam. Çarkın ilk saatlerinde biraz para yapabildim. Derken, plakası bende yazılı, beş kişilik bir araç geldi. Dördüyle konuşurken, beşincisi, ikinci el mağazalarından 100 liraya aldığım -ki, satsam 20 lira veren çıkmaz- telefonumu gasp etti.

Biraz tartaklaştık. Arkadaşımın telefonundan “155 Polis İmdat” hattını aradım. Ahiret soruları sordular. Karakol, adliye, savcı falan… 20 lira etmeyecek bir telefon için gece beraber çalıştığım hırsız kardeşlerimin 5 yıl içerde yatmasına gönlüm razı gelmedi sanırsam. Hem biri çok çok yakışıklıydı. “Bir gün fırsat olursa eve götürebilirim” diye de aklımdan geçirdim.

Gecenin son demlerinde, kirli sakallı, ortalama sevişilebilir bir manti abla, “70 liram var eve gitmek istiyorum” diye yalvardı. “İyi. Bira falan alır, geçeriz” dedim. Çerez gibi geldi aslında. İyi sayılır. Aldım paramı. Bira içtik, öpüştüm falan… Aniden oral yapmak istedi. “Olmaz” dedim. Neyse, bir hamlede derdest edip üzerimden attım. Cüzdanında 100 lira daha görmüştüm. Çocuk bana şarkılar filan da söylüyor. Ben de insanım. Sarhoşum da… Ne yapalım? Arabasıyla gezmeyi teklif ettim. Aslında biraz da ben yazıyorum. Gece nereden alış veriş yapabilirdik, bilmem.

Masum içki denen bu bira, bira torbacılarının eline düşmüş yeni bir sektörün girdisi olmuş. Kıçıkırık birayı 5 liraya marketten almak mümkünken, şimdi, gecenin bu saatinde bira karaborsasından başka bir seçenek kalmadığından, el mahkum, 10 liradan 4 bira aldıracağız. Gezeriz falan olduk. Sanırsam ben de biraz hoşlandım.

En son Ankara’ya bir saat mesafedeki, Çermik’te bulduk kendimizi. Travesti olduğum için jakuzili bir oda tutmak zorunda kaldı. Çermik’te, 30 lira karşılığında bir saat kalınabiliyor. Odadaki havuzun içine girdik. Offf! Helal olsun. Çocukla bir saat seviştik. Zorlu çocukmuş. “Bu saate asla kalkmaz” dediğim organımı erekte etmeyi başardı. Bana yapacak bir şey bırakmadı. Bu kadar gayret, bu kadar oral… Neyse… İstemesem de penetre ediverdim. Hamamın sıcaklığı bir yandan, boşalmanın verdiği yorgunluk öte yandan; uyuklayıvermeyeyim mi?

Vay başıma gelenler! Sen, bir kısmı kendisinin verdiği banknotlardan oluşan çantamdaki desteyi de al, beni Ankara’ya bir saatlik yerde bırak, kaç. İyi mi? Aaaaa! Vay başıma gelenler!

Çok geçmeden hamamcılar kapıyı vurmaya başladı:

“Abla çıkmıyor musun?”

Aklım başıma geldi ama iş işten geçmiş. İstifimi bozmadan, onurlu ve asil duruş sergiledim. Bu tarafa, “Tamam, çıkıyoruz! Üfff, parası neyse veririz!” diye cevap yetiştiriyorum ama kendi kendime de “Şimdi boku yedik” diyorum.

Hemen çantayı açtım, baktım, çantamın yırtık yerine gizlediğim ’kaza bela parası’nı bulmamış. “Abla enişte kaçtı” dedi hamamcılar. Ayy! Ne diyeceğimi bilemedim. “Yok be! Ne kaçması? Ben yol verdim ona.” diyerek kırılan onurumu kurtarmaya hamle ettim.

Şimdi durum şöyle: Ankara’nın en belalı pisliklerinin ve Kürt ülkücülerinin harman olduğu şirin ve güzide bir ilçesindeyiz. Gece zifir. Dışarı çıksam; anlarsınız… Herhalde herkes, ayrı ayrı bana Ankara’nın yolunu tarif etmek için sıraya girer. Üstümdekiler de iş kıyafeti bu arada!… Kürdün, kurt kökenlisiyle nasıl başedilir? Kızz, kıpkızz başıma kızardım tabiyatiyle…

Ülkücü Kürt kardeşlerim son derece endişelendiriyordu beni. Hamamdan da yeni çıkmışım… Makyajla pek güzel görünmem gerçi ama ülkücü Kürt kardeşlerim, valla bana Banu Alkan’a bakar gibi bakmıyorsa ne olayım. Havuz da var hazır. “Bu havuzun yanında neler neler olabilir” diye içimden bir fetiş geçirmedimse insan değilim . Ama “Kürtlerin ülkücü cinsinin kafası gibi, politik kimliği de karışık olur” diye iyimser ihtimallere dayalı fikirler yürütüyorum.

Ay taksi kaça giderdi ki aslında? Bu ilçede bu saate taksi var mı ki? Neyse, Allahtan, benimle ilgilenen çocuğu ziyadesiyle yardımsever çıktı. Çocuk da çocuk valla; bıyıklar yanlardan sarkmış, bıçkın mı bıçkın. İçimden küfrediyorum. “Bu kadar Türk ülkücüsüsün madem, bu Türkçe ne böyle!” Esefle kınamalarımı benden başka kimse duymadı tabi. “TÖMER’i tavsiye etsem mi?” diye aklımdan geçirdim bir ara. Düşündüm; deli miyim ben ay! Sana ne elin Türkçe’sinden Sanki Türk Dil Kurumu’nun gönüllü müfettişiyim.

Neyse, söylediklerinden anlayabildiğim kadarıyla çocuk, bu saate ilçelerinde hiç bir vesaitin eksikliğinin çekilmeyeceğini endişe buyurmamam gerektiğini söylemekteydi. Allah’a da şükretmeyi de ihmal etmeden:

“Devletimiz, karakolumuz, jandarmamız görevinin başındadır. İstersen çocuğu ihbar edelim” filan diyor.

“Lüzumu yok” dedim.

Lokanta sordum. Yokmuş, ama olsun. Caanım devletimin içindeyim.  TC.’deyim. Ne olmuş azıcık Türkçesi bozuksa? Kürtlerden ülkücü olamaz mı? Hele şu şartlar altındayken, eşyanın tabiatını tartışacak değilim. “Ülkücü Kürt kardeşlerim de pek felsefe tartışmayı sevmez zaten” deyip içimdeki sesleri susturdum.

“Taksi kaç lira yazar?” diye sordum.

150 civarında tutarmış. Ay, derin bir nefes aldım. Çok iyi. Hemen asil öz hakiki Türkçe’mle iyi bir araba olmasını rica ettim; eski bir araçla gitmeye razı olacaklardan değildim. Memleketimin güzide ilçesinde mecburen bir taksicinin uyandırılması ve yatağından kaldırılması gerekti. Neyse, benim gibi asil bir kadın için fazla bir zahmet sayılmaz.

Uyandırdılar taksiciyi. İçlerinden geçeni biliyorum. “Eşşek düştü gecenin olmaz bir vakti” demiyorlarsa, ben üç kere eşek olayım. Havamda hiç geri vites yok. Gecenin o vaktinde, o varoş ücralarında, kusursuz Türkçe’m ve kırılmış onurumla beklerken, “Bi’şey içer misiniz?” sorusuna muhatap kaldım. “İçmem” dememek için bir bardak kapiçino rica ettim. Olmadığını söylediklerinde, son derece büyük hayal kırıklığı yaşadım. Öyle büyüktü ki, gören, kapiçinosuz yaşayamam sanır.

Canım Çermik’in her yeri maşallah, Türk bayrakları ve Atatürk resimleriyle dolu. Türkçeleri bu imajı biraz bozuyordu ama ne yapcan? Alkolün kafası, hamamda kalmıştı. Kuyruğu dik tutmakta zorlanıyordum. Allah’tan ilçenin vatana yaptığı hizmetleri dinleme fırsatını yarı yarıya kaçırarak müsaade isteyip kalktık.

Sıra pençeleşmeye geldi. Burada öyle idareten tokalaşamazsın. Parmakların güçlü, sert, Türk gibi olmalı. Şöyle, av yakalamış leopar gibi kavramalı. Neyse ki, taksici o nispeten mülayim çıktı. O kadar ülkücü falan da değil. Ama sıkı çakaldı. İyi. Adam arabeskin en damarını biliyormuş. O bile güzel canım vatanımda. Hafif benim bacaklarımı kesiyor, arada penisiyle oynaşıyor. Canım benim.

Çok çok eskiden, bir travesti mi varmış, neymiş, onu sordu. Travestileri tanımadığım gibi aynı zamanda da kendilerinden hiç hazzetmediğimi söyleyerek konuyu kapatttım.

Anlaştığımız rakamı ödedim. Uyanması için müzik dinlemeliymiş. “Arabeks” istemediğimi söyledim. Halay havası açtı. “Müslüm yok mu?” dedim, belki ortak bir dil olur umuyorum. Bu sırada siki erekte olmuştu. Bana bakıyordu.

Aslında verdiğim 150’yi kurtarmak için bir fırsattı. Ama gece fazla yıpratıcı olmuştu.

“Sen benim abimsin. Hem biz Türk’üz. Müşteriye öyle davranılmaz. Bu senin ekmek kapın” gibi sözleri gayet kurallı bir şekilde cümle içinde kullanarak, bol nasihatli bir nutuk derledim.

Derhal vaziyeti kurtarmaya girişti. “Yanlış anladın ablacım”lar yaptı. Kızarıklıktan mustaripmiş, sabahları bacak arasını kaşımadan rahat edemezmiş. Hem ben onun ablasıymışım.

Ankara’ya vasıl olduğumuzda bu olağan travesti gecesi, dünyanın bütün geceleri gibi kendi sabahına mağlup düşmekteydi.

Travestilerin toplum içindeki düşmanları

Travestilerin  tabulaştırılmış ve düşmanlaştırılmış coğrafyasında yaşanan hakikatlere yabancıyız. Toplum ve devlet seks işçileri konusundaki ikiyüzlülüğü ile yüzleşemiyor.

İnsanları asla yargılamayın.
Çünkü ne yaşadıklarını bilemezsiniz,
o sahte gülümsemelerinin altında belki hayal kırıkları saklıdır.”

Mesleklerinin geçmişi Sümerler’e kadar dayanıyor. Açık dışlanma ile gizli kabul arasındaki soğuk yaşamın acı hikâyelerini yaşayan seks isçilerinin hakikatlerine açacağız köşemizi ve vicdanımızı. Bir nebze de olsa seks işçileri hakkında farkındalık yaratalım istedik.
Şiddetin, dışlamanın, hak ihlallerinin, cezaların, güvencesiz ve sağlıksız çalışma koşullarının acı hikâyelerinin içinden seslenen seks işçilerine kulak verilmeli.

Onların söyleyecek sözleri, anlatacakları dertleri ve hikâyeleri var. Dinleyecek kulak, anlayacak toplum ve hissedecek vicdan arıyorlar. Toplumun belleğine isimleri; o..spu, fahişe, eskort, hayat kadını, genelev kadını, travesti, ibne, dönmeler vs olarak yer edinmiş.

Devlet ve toplum, bu isimlendirmelerin içindeki acı hikâyelere, mağduriyetlere ve bunu yaşayan seks işçilerinin dünyalarına kör ve vicdansız! Polisin keyfi baskısı, takipleri ve cezalandırılması gündelik hayatlarının rutin parçası oluyor. Toplumsal dışlanmanın ve düşmanlaştırmanın ürünü olan cinayetlerin ve linç̧ girişimlerinin adreslerinde ikamet eden de onlar.

Siyasetin, toplumun ve muhafazakârlığın küfürler dünyasında “kirliler”, “ahlaksızlar”, “pislikler” ya da “istenmeyenler” olarak etiketlenen de onlar! Onlara “o..spu” ya da “kötü yola düşmüş” diyen “ahlak” ve “namus” bekçileri, gece onlara müşteri oluyor. Seks işçilerinin tabulaştırılmış ve düşmanlaştırılmış coğrafyasında yaşanan hakikatlere yabancıyız.

Toplum ve devlet seks işçileri konusundaki ikiyüzlülüğü ile yüzleşemiyor.
Seks işçiliğinin diğer meslekler kadar meşru görülmesi gerekiyor. Seks işçilerine saygının yanı sıra çalışma koşullarının insanileştirilmesi için ekonomik, sosyal, hukuk ve toplumsal haklarını desteklemek için tüm toplum kesimlerinin ve devletin geleneksel ezberini bozması gerekiyor.

Toplum ve devlet tarafından dışlanmaya ve itibarsızlaştırmaya maruz bırakılmaları, asla kabul edilmez bir hak ihlalinin ötesinde suçtur! Aksine insan hakları ekseninde talepleri karşılanmalıdır.

Ötekilerin de ötekisi haline getirilmiş seks işçilerine yönelik vicdansızlık, adaletsizlik ve insanlık dışı hikâyelerini dinlemeliyiz.

Nedir bu hikâyeler?

Evleri mühürleniyor ve kurşunlanıyor. Komşuları dışlıyor, taciz ve şikâyet ediyor. Cinsel hizmet satmak ve satın almak yasalarla cezalandırılıyor.

Çünkü devlet aklına, yasalarına ve politikasına göre “seks işçiliği” ile “insan ticareti” yapan mafyayı ve çeteleri eşdeğer tutuluyor.

Horlanıyorlar. Şiddetin her türlüsüne maruz kalıyorlar. Baskılar, yasaklar, keyfi cezalar, gözaltılar ve önyargılarla kriminalize ediyorlar. Yaşam boyu fiziksel ve psikolojik zarar nedeniyle büyük travmalar yaşamaktalar.

Yasal ve sosyal güvencelerden yoksunlar. Devletin, toplumun, sömürücülerin, pezevenklerin ve çetelerin kurbanı oluyorlar.

“Genelev” gibi mekânları kapatılarak, seks işçileri sokaklara, korunmasız ve güvenliksiz alanlara itiliyor. Yoksulluk, evsizlik, şiddete ve tecavüze maruz kalmış öyküleriyle marjinalleştirilmekte ve sömürücüler tarafında avlanmaya müsait savunmasız bireyler haline getirilmektedir.

Travestilerin meslek hastalıklarından koruması için, cinsel sağlık ve üreme sağlığı gibi koruyucu sağlık hizmetlerine erişimleri zorlaştırılmıştır.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti