travestiankara travesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 107

Yeni Başlayanlar İçin Travestiler

Sevilmediğimiz yerleri sevmek için hepimiz o kadar istekliyiz ki; kocamız sevmiyorsa, para vererek sevmesini kolaylaştırırız. Ya, adam seni sevmiyor, her şeyini kullanıyor, evini, arabanı, bedenini, ruhunu!… Yeter ki sevsin. Biz veririz. Babamız sevmiyorsa, ona da para veririz. Dinimiz bizi sevmedikçe daha sofu müslüman oluruz. Asker sevmez, kolayından çürük raporu verir; hayır. Biz en alasından askeriz. Bu ülke bizi sevmez ama biz sapına kadar Türk’üzdür. Vergi verir, onu hoş tutarız. Vergimizin adı bile “Kabahatler Kanunu”; düşünün. Valla dir dir dir… Veririz de veririz…

Bir travesti kocasını elinde nasıl tutar. Trajikomik gelir bana ama bu tespitlerim yüzde doksanı için geçerlidir. Kadınlık öğrenilen bir şey madem, bir kocasının olması, kadının kadın sayılması için en önemli şart değil midir?

Bu tespit biyolojik kadınlar için bile geçerliyken, trans kadının nasıl kocası olmaz ayol? Olur. Kadın çünkü. Eğer kadın bir kere kadınsa, ben onun yaşadığı kadın olma sürecini iki kere yaşadım. Demek ki iki kere kadınım. İki kere kadınsam müsaade edin bir tane kocam olsun.

Kadın mağdursa ben iki kez mağdurum. Mağdurum, mağdur olmasına da, mağdurluğu da iki kez oynamalıyım ki, daha iyi kadın olayım. Öyle bir kocam olmalı ki, sıradan, öğretilmiş erkek davranışlarıyla yaşayan bir erkek, asla travesti kadınları tatmin etmez. Biz daha çok, genç, tam bir erkeğe benzeyen, döven, söven, küfreden, damızlık erkekler bulmalıyız ki daha çok hizmet edelim. Daha çok şiddet görelim ki kadınlığımız layıkiyle tatmin olsun.

Kadın olmak işin en önemli şartlardan birisi değil mi? Bu erkekler bir süre sonra travesti çetesini oluşturacağı için, ilk eğitimleri senden geçmeli. Sonraları, bu sana yol, su, hizmet olarak geri döneceğinden, bu nokta çok mühim. Hatta bazı travestiler kocalarını öyle severler ki, onların homo olduklarını söylerler. Adam gitmesin diye kocalarını sikerler bile. Düşünün, adam gidip başkalarına verirse, bizim kızın kadınlığı ne hale gelir? Mazallah, “Bizim kız aslında gizli adammış, aslında kız bile değilmiş” derler.

Erkeği ibneleştirip “Başka erkeklere verdiğini söylerim” diyerek kocalarını ellerinde tutmaya çalışan bir grup daha vardır. İlişkilerde kadınlık ve erkeklik gibi çok kritik roller bu şekilde paylaşılmış olur.

Rahat olun. Bir kadın, bir de erkek vardır.

“Aman, kadın diğer travestilere karşı beni utandırmasın”,

“Aman, herif gider başka travestilere verir de, benim kadınlığımı üç paralık eder”,

“Sikilmek istiyorsa, sikeriz alim allah!”,

“Aman herif başımızdan gitmesin; dövsün, paramı yesin, horlasın, dert değil”

“El aleme ne deriz? Ne lazımsa gereğini yapar, kocamızı başımızda tutarız” diyerek devam edenler var.

Bunlar etrafa karşı acı kadını oynarlar da yine kendilerini çok ezdirmezler. Ama, sadece adam sikiyor, travesti veriyorsa, olayın rengi biraz değişir. O zaman orta sınıf “beyaz kadın”ı oynarlar. Öyle evleri vardır ki bu tür travestilerin, yemin ediyorum, biyolojik kadın olsalar inanın telli duvaklı gelin olurlardı. Kız, düpedüz kız oğlan; yok, hatta bakire kalırlardı. Kalmasalar bile tek bir kişiye en fazla iki kişiye verirlerdi. Bunlar sevişmezler. Verirler ama ne verirler bilmem. En iyi yemekleri yapanlar, bulaşık yıkayanlar hep bu grup içinden çıkar. Ütü yapanları bile vardır bunların. En iyi hizmet onlardadır. Erkekleri ayrılmak istese de onlar ayrılmaz. Biyolojik bir kadını paylaşırlar, sorun olmaz ama başka bir travestiyle aldatılmayı asla sindiremezler. Bu bile kocalarından ayrılmaları için gerekçe olmaz. “Acı kadını”dır bunlar; çilekeştirler. Tıpkı analarımız gibi…

Helal olsun diyesim var benim bu grubun mensuplarına. Orta sınıf beyaz kadın gibi olmaya çalışanlar içindekilerin bazıları, düz beyazlıkla yetinmez. Bembeyaz, hatta açık beyaz olanları vardır. Evlerinde kedi, köpek gibi, en pahalısından, en sevimli ve en traşlısından, bir kokoş ev hayvanı mutlaka vardır. Anne baba olur da yavru nasıl olmaz? Olmalı. Bir yavruları mutlaka olmalı. Ben sekiz sene boyunca, bir kadın olarak, tek başıma Pakize’me nasıl baktım a dostlar; bir bilseniz! Neler çektim bir bilseniz! Kızımla ben, oy oy, anasız, babasız, kocasız pek rahattık. Ama Pakize ille bir baba istedi. Ben de Ela’ya verdim yavrumu, Yıllarca babasız büyütmüştüm. Şimdi rahat. Bir babası var. Duyduğuma göre havlıyormuş bile.

Daldık Pakize’ye, meseleyi unuttuk. Hayatımda Pakize kelimesi için emniyette neler çektiğimi bir bilseniz; Pakize lafını bir daha bir daha duymak istemezdiniz.

Gene bu grup travestilerin evlerinde masa örtülerine, dantellere bile rastlamak pek muhtemeldir. Kadın olunur da televizyon, sehpa örtüsü nasıl olmaz?

Biraz daha aşmış, sınıf atlamış travesti grubunda görülen özelliklere gelince; en başta, bunlar zeki ve enteldir. Erkeğin de çalışması gerektiğini filan düşünürler mesela. Moderndirler. Evleri elektirikli eşyayla donatılmıştır. Teknoloji manyağıdırlar. Bunlar için kocanın, evin ve arabanın görünümü her şeyin önünde gelir. Valla baksan, “kötü travesti işte” dersin ama herif manken gibidir. Çok yakışıklı çocuklar bulurlar kendilerine. Bunlar ayrıca kocalarını gruba falan sokarlar. Kocalarının en pahalı yerlerden giyinir, kıyafetleri gösterişlidir. Herif de ona alınan kıyafeti gösterir hani.

Ne yalan söyleyeyim valla, ben en çok bu tür enişteleri severim. Kızları köle gibi kullanan enişteler de çok fantastik gelir bana. Beni çok tahrik ederler. Şart değil tabi. Benim felsefem: “Bir enişte olsun da, nasıl olursa olsun.” Bilirim, travestiler en iyisini seçer. Seçimlerine burun kıvırmak olmaz. Buna rağmen eniştelerim yatmak için ısrarcı olurlarsa, valla “yok” demem. Eski yıllarda yattığımı söylediğim eniştelerim için kızlar sanırım kocalarını tembihliyor. “O Gani var ya? Yatar, yuva yıkar, yattığını da gizlemez hemen söyler haaa!…” “Yuva yıkan” diyorlar ki, itibarım üç paralık olsun. Atalarımız ne demiş: yuva yıkanın yuvası olmazmış. Dememiş mi? Demiş. “Yuvasız kuşlar gibi” şarkılarıyla büyümedik mi hepimiz?

Bu arada, yuvanın dişi kuş tarafından yapılması meselesini unutmasak iyi olur. Artık dişi kuş olduysan yuvayı da sen yaparsın. Gerçi bir travesti kuş bu konularda ne yapar ne eder pek bilmem ama…

Şimdi sıra, en tehlikeli travesti kocası grubundan bahsetmeye geldi. Bunlar basbayağı bir kültür oluşturmuştur. Travesti kocası olmak bu grup için bir meslek yerine geçer.

“Ne işle uğraşıyorsunuz?”

“Travesti kocasıyım…”

O kadar kurumsallaşmış bir grup oluşturmaktadır bunlar. Bunlar travesti kocası olma branşında kariyer yaparlar. Toplumda genellikle bunlar “gavat” şeklinde tabir edilir. Mesaileri budur. Diğer travesti kocalarıyla sosyalleşirler. Kızlar da (yani travesti kızlar) sadece kocalarının müsaade ettiği kızlarla konuşur. Kız işe gider, travesti kocaları bir araya gelerek karılarından aldıkları paraları en iyi şekilde değerlendirmenin yollarını arar. Ne bileyim işte, uyuşturucu olur, başka kızlara gitmek olur, muhtelif…

Bunların aslen biyolojik kadın sevdikleri filan da söylenir. Zaten travestiler kocalarının kadınla yatmasına pek aldırmaz; bir başka travestile meyletmişse sorun vardır. Kadına eyvallah, ama ibneyi sikmek yasak!

Bu tür eniştelerimin şakası yoktur. Elleri ağır olur. Cezaevi işi bir faça mutlaka bulunur. Bu enişte beylerle arayı iyi tutmakta fayda vardır. Ne zaman dövüp ne zaman tecavüz edeceği belli olmaz. Hatta gasp filan da vardır bunlarda. Çete teşekkül etmiştir. Biz zavallı travestiler maalesef birçok mağduruyetimizi, çektiğimiz bir çok sıkıntıyı, eğitimsizliğimizle geldiğimiz yerler belli olduğu için, şehrin en lüks yerlerinde yaşamamıza izin verildiği için, şehrin göbeğinde varoşu yaşatarak, zor yaşamımızı daha da zor bir hale sokarak, sistem seni ittikçe bulduğun ilk yılana sarılarak, sürünerek, travesti çetelerini besleyerek, kendimize böyle bir yaşam yaratırız. Orta sınıf biyolojik kadının çektiğinin iki katı, bizim sırtımızdadır.

Sevilmediğimiz yerleri sevmek için hepimiz o kadar istekliyiz ki; kocamız sevmiyorsa, para vererek sevmesini kolaylaştırırız. Ya, adam seni sevmiyor, her şeyini kullanıyor, evini, arabanı, bedenini, ruhunu!… Yeter ki sevsin. Biz veririz . Babamız sevmiyorsa, ona da para veririz. Dinimiz bizi sevmedikçe daha sofu müslüman oluruz. Asker sevmez, kolayından çürük raporu verir; hayır. Biz en alasından askeriz. Bu ülke bizi sevmez ama biz sapına kadar Türk’üzdür. Vergi verir, onu hoş tutarız. Vergimizin adı bile “Kabahatler Kanunu”; düşünün. Valla dir dir dir… Veririz de veririz…

Olağan Bir Travesti Gecesi

Ankara’ya vasıl olduğumuzda bu olağan travesti gecesi, dünyanın bütün geceleri gibi kendi sabahına mağlup düşmekteydi.

Sıradan bir travesti günüydü. Kötü bir çarktı sanırsam. Çarkın ilk saatlerinde biraz para yapabildim. Derken, plakası bende yazılı, beş kişilik bir araç geldi. Dördüyle konuşurken, beşincisi, ikinci el mağazalarından 100 liraya aldığım -ki, satsam 20 lira veren çıkmaz- telefonumu gasp etti.

Biraz tartaklaştık. Arkadaşımın telefonundan “155 Polis İmdat” hattını aradım. Ahiret soruları sordular. Karakol, adliye, savcı falan… 20 lira etmeyecek bir telefon için gece beraber çalıştığım hırsız kardeşlerimin 5 yıl içerde yatmasına gönlüm razı gelmedi sanırsam. Hem biri çok çok yakışıklıydı. “Bir gün fırsat olursa eve götürebilirim” diye de aklımdan geçirdim.

Gecenin son demlerinde, kirli sakallı, ortalama sevişilebilir bir manti abla, “70 liram var eve gitmek istiyorum” diye yalvardı. “İyi. Bira falan alır, geçeriz” dedim. Çerez gibi geldi aslında. İyi sayılır. Aldım paramı. Bira içtik, öpüştüm falan… Aniden oral yapmak istedi. “Olmaz” dedim. Neyse, bir hamlede derdest edip üzerimden attım. Cüzdanında 100 lira daha görmüştüm. Çocuk bana şarkılar filan da söylüyor. Ben de insanım. Sarhoşum da… Ne yapalım? Arabasıyla gezmeyi teklif ettim. Aslında biraz da ben yazıyorum. Gece nereden alış veriş yapabilirdik, bilmem.

Masum içki denen bu bira, bira torbacılarının eline düşmüş yeni bir sektörün girdisi olmuş. Kıçıkırık birayı 5 liraya marketten almak mümkünken, şimdi, gecenin bu saatinde bira karaborsasından başka bir seçenek kalmadığından, el mahkum, 10 liradan 4 bira aldıracağız. Gezeriz falan olduk. Sanırsam ben de biraz hoşlandım.

En son Ankara’ya bir saat mesafedeki, Çermik’te bulduk kendimizi. Travesti olduğum için jakuzili bir oda tutmak zorunda kaldı. Çermik’te, 30 lira karşılığında bir saat kalınabiliyor. Odadaki havuzun içine girdik. Offf! Helal olsun. Çocukla bir saat seviştik. Zorlu çocukmuş. “Bu saate asla kalkmaz” dediğim organımı erekte etmeyi başardı. Bana yapacak bir şey bırakmadı. Bu kadar gayret, bu kadar oral… Neyse… İstemesem de penetre ediverdim. Hamamın sıcaklığı bir yandan, boşalmanın verdiği yorgunluk öte yandan; uyuklayıvermeyeyim mi?

Eser: Ferhat İgit

Vay başıma gelenler! Sen, bir kısmı kendisinin verdiği banknotlardan oluşan çantamdaki desteyi de al, beni Ankara’ya bir saatlik yerde bırak, kaç. İyi mi? Aaaaa! Vay başıma gelenler!

Çok geçmeden hamamcılar kapıyı vurmaya başladı:

“Abla çıkmıyor musun?”

Aklım başıma geldi ama iş işten geçmiş. İstifimi bozmadan, onurlu ve asil duruş sergiledim. Bu tarafa, “Tamam, çıkıyoruz! Üfff, parası neyse veririz!” diye cevap yetiştiriyorum ama kendi kendime de “Şimdi boku yedik” diyorum.

Hemen çantayı açtım, baktım, çantamın yırtık yerine gizlediğim ’kaza bela parası’nı bulmamış. “Abla enişte kaçtı” dedi hamamcılar. Ayy! Ne diyeceğimi bilemedim. “Yok be! Ne kaçması? Ben yol verdim ona.” diyerek kırılan onurumu kurtarmaya hamle ettim.

Şimdi durum şöyle: Ankara’nın en belalı pisliklerinin ve Kürt ülkücülerinin harman olduğu şirin ve güzide bir ilçesindeyiz. Gece zifir. Dışarı çıksam; anlarsınız… Herhalde herkes, ayrı ayrı bana Ankara’nın yolunu tarif etmek için sıraya girer. Üstümdekiler de iş kıyafeti bu arada!… Kürdün, kurt kökenlisiyle nasıl başedilir? Kızz, kıpkızz başıma kızardım tabiyatiyle…

Ülkücü Kürt kardeşlerim son derece endişelendiriyordu beni. Hamamdan da yeni çıkmışım… Makyajla pek güzel görünmem gerçi ama ülkücü Kürt kardeşlerim, valla bana Banu Alkan’a bakar gibi bakmıyorsa ne olayım. Havuz da var hazır. “Bu havuzun yanında neler neler olabilir” diye içimden bir fetiş geçirmedimse insan değilim . Ama “Kürtlerin ülkücü cinsinin kafası gibi, politik kimliği de karışık olur” diye iyimser ihtimallere dayalı fikirler yürütüyorum.

Ay taksi kaça giderdi ki aslında? Bu ilçede bu saate taksi var mı ki? Neyse, Allahtan, benimle ilgilenen çocuğu ziyadesiyle yardımsever çıktı. Çocuk da çocuk valla; bıyıklar yanlardan sarkmış, bıçkın mı bıçkın. İçimden küfrediyorum. “Bu kadar Türk ülkücüsüsün madem, bu Türkçe ne böyle!” Esefle kınamalarımı benden başka kimse duymadı tabi. “TÖMER’i tavsiye etsem mi?” diye aklımdan geçirdim bir ara. Düşündüm; deli miyim ben ay! Sana ne elin Türkçe’sinden Sanki Türk Dil Kurumu’nun gönüllü müfettişiyim.

Neyse, söylediklerinden anlayabildiğim kadarıyla çocuk, bu saate ilçelerinde hiç bir vesaitin eksikliğinin çekilmeyeceğini endişe buyurmamam gerektiğini söylemekteydi. Allah’a da şükretmeyi de ihmal etmeden:

“Devletimiz, karakolumuz, jandarmamız görevinin başındadır. İstersen çocuğu ihbar edelim” filan diyor.

“Lüzumu yok” dedim.

Lokanta sordum. Yokmuş, ama olsun. Caanım devletimin içindeyim. TC.’deyim. Ne olmuş azıcık Türkçesi bozuksa? Kürtlerden ülkücü olamaz mı? Hele şu şartlar altındayken, eşyanın tabiatını tartışacak değilim. “Ülkücü Kürt kardeşlerim de pek felsefe tartışmayı sevmez zaten” deyip içimdeki sesleri susturdum.

“Taksi kaç lira yazar?” diye sordum.

150 civarında tutarmış. Ay, derin bir nefes aldım. Çok iyi. Hemen asil öz hakiki Türkçe’mle iyi bir araba olmasını rica ettim; eski bir araçla gitmeye razı olacaklardan değildim. Memleketimin güzide ilçesinde mecburen bir taksicinin uyandırılması ve yatağından kaldırılması gerekti. Neyse, benim gibi asil bir kadın için fazla bir zahmet sayılmaz.

Uyandırdılar taksiciyi. İçlerinden geçeni biliyorum. “Eşşek düştü gecenin olmaz bir vakti” demiyorlarsa, ben üç kere eşek olayım. Havamda hiç geri vites yok. Gecenin o vaktinde, o varoş ücralarında, kusursuz Türkçe’m ve kırılmış onurumla beklerken, “Bi’şey içer misiniz?” sorusuna muhatap kaldım. “İçmem” dememek için bir bardak kapiçino rica ettim. Olmadığını söylediklerinde, son derece büyük hayal kırıklığı yaşadım. Öyle büyüktü ki, gören, kapiçinosuz yaşayamam sanır.

Canım Çermik’in her yeri maşallah, Türk bayrakları ve Atatürk resimleriyle dolu. Türkçeleri bu imajı biraz bozuyordu ama ne yapcan? Alkolün kafası, hamamda kalmıştı. Kuyruğu dik tutmakta zorlanıyordum. Allah’tan ilçenin vatana yaptığı hizmetleri dinleme fırsatını yarı yarıya kaçırarak müsaade isteyip kalktık.

Sıra pençeleşmeye geldi. Burada öyle idareten tokalaşamazsın. Parmakların güçlü, sert, Türk gibi olmalı. Şöyle, av yakalamış leopar gibi kavramalı. Neyse ki, taksici o nispeten mülayim çıktı. O kadar ülkücü falan da değil. Ama sıkı çakaldı. İyi. Adam arabeskin en damarını biliyormuş. O bile güzel canım vatanımda. Hafif benim bacaklarımı kesiyor, arada penisiyle oynaşıyor. Canım benim.

Çok çok eskiden, bir travesti mi varmış, neymiş, onu sordu. Ankara Travestileri tanımadığım gibi aynı zamanda da kendilerinden hiç hazzetmediğimi söyleyerek konuyu kapatttım.

Anlaştığımız rakamı ödedim. Uyanması için müzik dinlemeliymiş. “Arabeks” istemediğimi söyledim. Halay havası açtı. “Müslüm yok mu?” dedim, belki ortak bir dil olur umuyorum. Bu sırada siki erekte olmuştu. Bana bakıyordu.

Aslında verdiğim 150’yi kurtarmak için bir fırsattı. Ama gece fazla yıpratıcı olmuştu.

“Sen benim abimsin. Hem biz Türk’üz. Müşteriye öyle davranılmaz. Bu senin ekmek kapın” gibi sözleri gayet kurallı bir şekilde cümle içinde kullanarak, bol nasihatli bir nutuk derledim.

Derhal vaziyeti kurtarmaya girişti. “Yanlış anladın ablacım”lar yaptı. Kızarıklıktan mustaripmiş, sabahları bacak arasını kaşımadan rahat edemezmiş. Hem ben onun ablasıymışım.

Ankara’ya vasıl olduğumuzda bu olağan travesti gecesi, dünyanın bütün geceleri gibi kendi sabahına mağlup düşmekteydi.

Komşu Travesti Komşunun Külüne Muhtaçtır

Bu sene aşure kaynatıp gideyim diyorum meclise. Dağıtayım hepsine. Bir iki polis ve askere numaramı veririm hem, diye düşünüyorum. Ama çok saygılı polisler, nereden getiriyorlarsa bunları… İki sokak üste, bu yakışıklı polislerden isteyeyim diyorum. Bu meclistekiler hariç, bugüne kadar bana “hanfendi” diyen bir polisle karşılaşmamıştım. Genellikle polis beni canlı olarak ele geçirir, kimliğime bakıp, “Sen kız değilsin” diye, annemin babamın bana taktığı ismi bağırarak gülerler. Biraz daha yakından bakarlar bana, sonra biraz da tadıma bakarlar. Ama yukarıda Allah var. Meclis polisinden bu güne kadar tadıma bakan olmadı. Onlar tadıma bakmak istese, hiç kızmam. Niye? Çünkü çok beyefendiler.

Meclisin üzerinde oturuyorum. Ne garip değil mi? Milletin, kendi meclisinde vekaleten oturan yüzlerce vekili var. Sürekli önünden geçmem gerektiği için karşılaştıklarıma dikkatli bakıyorum: Acaba hangisi benim vekilim? Televizyonlarda ve gazetelerde de rastlıyorum. Bana benzeyen ya da benzeme eğilimi gösteren, hoş, çiçekli kıyafetleri olan bir vekil bulamadım. Hadi bana benzemesi üzerinde fazla durmayalım; o zaman milletin vekili olan ve büyük bir ekseriyetle “bey” olan kişiler, benim vekilim olduklarından haberdar mı? Diyelim haberdar ve beni bağrına basmak için çıldırıyor, bunda da bir tehlike yok mu? Ben, bana kollarını açmış bir vekili milletle paylaşır mıyım? Paylaşmam. Bu vekilden gelecek cukkaları bir başıma yerim, cebime indiririm. Yani gene milletin vekili olamaz, bir iki kişinin vekili olur gibi geliyor bana…

Komşularımı enine boyuna tanıma çabam, çok disiplinli ve kararlı şekilde devam ediyor. Bir yerde beni yaşatan merak bu. Değil mi ki TBMM duvarının bir iki bina üstünde oturuyorum; çok normal. Acaba benim bu kötü evde başıma gelenler, duvarın arkasındaki bahçede yaşayan vekillerin başına da geliyor mu? Yaşıyorsa, bunları biz de bilsek ve toplanıp bir hal çaresi düşünsek. Ama beni bahçeye sokmuyorlar. Çok güvenli bir yer herhalde. Çok asker ve polisle korunuyor.

Bir gün demek istiyorum ki komşularıma, “Sizin polisleriniz, hiç bizim bildiklerimiz gibi değil, bizimkiler gibi davranmıyor. Hepsi gayet saygılı ve nazik. Bir sokak üstte, polisler bize çok kötü davranıyor” Garip değil mi? Milletin kendisine kötü davranan polis, vekaleten onun yerine bakanlara çok saygılı.

Ama bunlara çok kızıyorum. Bir daha bunlardan seçmeyelim. O bizim evin arkasındaki bahçe çok yeşil. Seçilmeyince valla, oraya vekillerden kimse gelmez. Biz de çarktan filan dönüşlerde, veya hafta sonları meclisin yerinde piknik yapsak, ne güzel olur. Hem meclisin polisleri çok saygılı, nazik, küfretmeden konuşan, tehdit etmeyen, tecavüze kalkışmayan, gaz sıkmayan ayrı bir kategori oluşturuyor. Vekil korumaları ve polisler çok yakışıklı. Ben bazen, oradan geçerken, bunların beyefendi ve yakışıklı oluşuna fazla dikkatli bakakalıyorum. “Bir şey mi istiyorsunuz hanfendi?” diyorlar. Aralarında, “Ne bakıyon ibne travesti?”, “Götürüyüm mü lan!”, “Gel sana bir Kabahatler Kanunu’ndan bir döşeyim de ananın …. görürsün!” diyenlerinden bir tane bile yok.

Kendilerine iyi ve insan gibi yaşamayı bilen polisleri almışlar, bizim nasibimize ise –ki halbuki bir üst sokakta oturmaktayız- Balyoz Ekibi düşsün. Yakışık alır mı? Bir devletin tüzel kişisi bunu yapar mı? Şurada komşu değil miyiz? Ayıp!

Bakın, şu aziz mübarek Ramazan günü, hanginiz gelip komşularını ziyaret etti. “Aç mısınız? Tok musunuz?” diye soranınız oldu mu? Aramızda bir komşuluk hukuku var. Dönmüş olabiliriz ama siz de vekilsiniz. Bize benzemiyorsunuz, istanbul travestileri değilsiniz ama travesti komşularınız var. Bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını insan merak eder, gelip sorar.

Bu sene aşure kaynatıp gideyim diyorum meclise. Dağıtayım hepsine. Bir iki polis ve askere numaramı veririm hem, diye düşünüyorum. Ama çok saygılı polisler, nereden getiriyorlarsa bunları… İki sokak üste, bu yakışıklı polislerden isteyeyim diyorum. Bu meclistekiler hariç, bugüne kadar bana “hanfendi” diyen bir polisle karşılaşmamıştım. Genellikle polis beni canlı olarak ele geçirir, kimliğime bakıp, “Sen kız değilsin” diye, annemin babamın bana taktığı ismi bağırarak gülerler. Biraz daha yakından bakarlar bana, sonra biraz da tadıma bakarlar. Ama yukarıda Allah var. Meclis polisinden bu güne kadar tadıma bakan olmadı. Onlar tadıma bakmak istese, hiç kızmam. Niye? Çünkü çok beyefendiler.

Aşureyi meclise götürdükten sonra konuşacağım hepsiyle bir bir. Şurada komşuyuz; koskoca Türkiye’yi düzeltmeye yakınlardan itibaren başlasak ya! Bakın, hemen bir üst sokağınızda neler oluyor. Sizde para yoksa, sorun etmeyin. Aramızda para toplayalım. Ben bizim kızlardan çark sonrası toplarım. Mahallede fukara varsa arayalım, bulalım, yardım edelim. Sizin polisler daha güçlü ve yakışıklı. Ayrıca disiplinliler. Bir tanesi çok iyi. Görseniz, aman Allahım! Gözlerinize inanamazsınız. Çok yakışıklı. Polis değil de, şerif tadı var. Clint Eastwood’a benziyor. Çok havalı. O güzel polislerden ilk önce bizim mahalleye koysak. Çok iyiler. Nereden buluyorsunuz bunları? Maaşallah…

Bizim polisleri de bir yere atsak da önce şu mahalleyi bir temizlesek. Çok yararlı olur bence. Hem bir meslek içi eğitim çalışması saymak lazım bunu. Bizimle arkadaş olurlar hem. Kimbilir, belki içinizde, bize benzeyen bir vekil olsun istersiniz. Ya da, zaten vardır içinizde bize benzeyen bir gizli ibne, o da rahatlar.

Ben çok sıcak bakmam böyle işlere; istemem. Vekilim eksik kalsın. Ama kızlar istiyor. “Şöyle bir kaç tane ibne, dönme falan vekil olsun” diyorlar. Hevesleniyor gariplerim. Ne diyeceksin?

Hem mecliste yemekler de ucuzmuş. Bir sokak altta hiç de hijyenik olmayan lokantalara, tavuk dönercilere dünyanın parasını veriyoruz. Bizim mahalleye meclis duvarından bir kapı açsanız, biz de gelip gitsek. Çok lüks restoranınızda neler yiyormuşsunuz da tavuk döner parası ödüyormuşsunuz. Ayıp ama size. Çarkta para mı kaldı? Bak o kadar maaş alıyorsunuz, ucuza yemek yiyorsunuz. Bize benzemeyen vekillere bir şey dediğim yok. Ama kırılıyor insan… Bak bayramda gelecem. Kapıda öyle, “Rezervasyonunuz var mı?”, “Kime geldiniz?” falan diye sormak yok. Valla bu sokakta ben, sizden daha eskiyim. En eskileriniz, dünkü çocuk sayılır. Gelince uzun uzun konuşuruz bunları inşallah. Kapıda bana, “hanfendi” diyen polislerden, askerlerden ve korumalardan istiyorum, karışmam. E, güzel de giyinmem lazım.

Ben geldiğimde, şu Türkiye’yi kurtarma işine, kısa bir süreliğine ara vermelisiniz. Önce sokağınızdan başlayın. Buraları acilen, öncelikle ve ivedilikle düzeltelim. Hemen bir sokak üstte çeteler, zorla çalıştırılan mülteciler filan var. Her gün bir trans saldırıya uğruyor. Önce çetelerden, sonra polislerden neler çektiğimizi anlatcam. Siz önce şu sokağa bi’ el atın, bu sokakta kendinizi bir tartın…

Şu yakışıklı polisi de bizim evin oralara bir yere koyun. Bana “hanfendi” diyen polisi canıımmm. Çeteler filan saldırınca, ben ondan imdat isteyeyim. Beni kurtarsın, pamuklara sarsın.

Tabi, şu kapı açma işini de konuşacağım. Yaşlı insanlar var mahallede. Valla, kızlardan oruçlu olanlar var. En azından sizin restoranlarda iftar açabilsinler. Zaten aynı sokakta çalışıyoruz. Biraz üstünüzde oturuyorum. İlk önce mahallede kim açtır, kim toktur, bu zenginler, bu travestilere sürekli ne yapıyorlar?… Bunları filan konuşup, mahallenin gelir dağılımına filan baksak… Transfobi, etnik kimliklerin hazin dramatik hikayelerini filan anlatırım, vakit su gibi geçer.

Bekleyin, bayramda geliyorum. Önce sokağı düzeltelim. Öncelik onda. Sonra siz gene Türkiye’yi düzeltme işine geri dönersiniz. Ona ben karışmam. Bizim sokakta önce bir… Staj gibi düşünün. Kızmayın ama…

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti