travestiaydın travesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 108

Ayrımcılık Mevzuatı Travestileri de Kapsamalı!

Hükümetin sivil toplum örgütlerinin taleplerine kulak vermesini talep eden çağrının tam metni şöyle:

2006 yılında İHOP ve Uluslararası Azınlık Hakları Komisyonu tarafından hazırlanan Ayrımcılık Mevzuatı ve Eşitlik Kurulu Yasa Tasarısı, Hükümet tarafından 2009’un sonlarında, “Demokratik Açılım”ın bir adımı olarak düzenleme vaadiyle İçişleri Bakanlığı aracılığıyla Barolara, Akademik çevrelere ve STK’lere ulaştırıldı.

Taslağın “Eşitlik ilkesi, ayrımcılık yasağı, yasak kapsamındaki ayrımcılık türleri” başlıklı 3. Maddesi’nde, “cinsiyet, ırk, renk, dil, din, inanç, etnik köken, cinsel kimlik, felsefi ve siyasi görüş, sosyal statü, … ve benzeri temellere dayalı ayrımcılık yasaktır” hükmü yer alıyordu. İçişleri Bakanlığı’nın resmi sitesinde duyurulan Taslak’ın son halinden ise “cinsel kimlik” ve “etnik köken” ibaresi çıkartıldı.

Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Kasım 2009’da TBMM kürsüsünde yaptığı konuşmada, insan hakları ile ilgili idari denetim mekanizmalarının uluslararası kurallara uygun olarak kurulacağını, Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu oluşturulacağını belirtmişti.

İnsan hakları örgütlerinin temsilcilerinin Bakan’la görüşmeleri ile olumlu bir süreç başlamıştı. İçişleri Bakanlığı bu alandaki çalışmasını, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Azınlık Hakları Grubu (MRG)’nin katkısı ile İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP) tarafından hazırlanan taslağı esas alarak başlatmıştı.

Ayrımcılığın temellerini yeniden tanımlayan bu çalışmada tanımlanan ayrımcılıklar arasında “cinsel kimlik” de yer alıyordu.

İHOP’un hazırladığı ve Adalet Bakanlığınca kabul edilen Taslak’ta, “cinsel kimlik” tanımlanmış ve “heteroseksüel, eşcinsel, biseksüel, transeksüel, travesti ve benzeri cinsel kimlikleri ifade eder” olarak belirtilmişti.

Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunundan cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ibarelerinin içinde olduğu ayrımcılık yasağını düzenleyen madde tamamen çıkartılarak kanunlaştı.

Sivil anayasa tartışmalarında anayasanın eşitliği düzenleyen ve ayrımcılığı yasaklayan maddesinden “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ibareleri CHP ve BDP’in ısrarlı taleplerine rağmen çıkartıldı.

2010 yılından bu yana tasarıya ilişkin her hangi bir çalışma yapılmadı. Kasım ayı başında yapılan Reform İzleme Grubu toplantısında İçişleri Bakanının önerisiyle Ayrımcılık Mevzuatı ve Eşitlik Kurulu yasa tasarısı yeniden gündeme geldi.

Kaos GL, Pembe Hayat ve Siyah Pembe Üçgen İzmir Dernekleri olarak, Ayrımcılık Mevzuatı ve Eşitlik Kurulu Yasa tasarısının sivil toplumun taleplerini kapsayacak şekilde ve “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ile “etnik köken” ibarelerinin “Eşitlik ilkesi, ayrımcılık yasağı, yasak kapsamındaki ayrımcılık türleri” başlıklı 3. Maddesine eklenmesini talep ediyoruz.

LGBTİ’ler ve travestiler açılmadan topluma kendini kabul ettirebilir mi?

“Denizli LGBTİ ve Aileleri” olarak oluşumumuzun adına yakışır bir şekilde bu haftaki buluşmamızı da gerçekleştirdik. Tam 40 kişiydik bu hafta da. Üniversiteden birçok bölümden öğrenci arkadaşlarımız vardı: Fizik Tedavi, Sınıf Öğretmenliği, Beden Eğitimi Öğretmenliği, İşletme, İnşaat Mühendisliği, Tıp Fakültesi, Çalışma Ekonomisi, İktisat, Felsefe… Bu hafta tartıştığımız “açılım” konusuna uygun olarak, açılımlarını yapmış anneleriyle katılan eşcinsel ve transseksüeller vardı, gene başka şehirden oluşumumuzu duyan ve katılan transseksüel bir arkadaşımız vardı, sosyalistler vardı, taraftar grupları vardı…

Buluşmamıza katılımcıların kendilerini tanıtmalarıyla başladık. Daha sonra da açılımlarını ailelerinin tamamına yapmasalar da gerçekleştirdikleri kadarıyla hikayelerini dinledik. Şehir dışından gelen trans arkadaşımız, buluşmalarımıza katılan bir arkadaşımızın aracılığıyla katılmış bu akşamki buluşmaya. O, annesine açılımın yapmış. Aslında aile bireylerinin hepsi biliyormuş ama kabul edemiyorlarmış; özellikle ailenin erkek tarafı. O da tedavi sürecini yaşamış ve şu ifadeyle karşılaşmış; hormonların normal, her şeyin normal, sen neden böylesin? Babasının moralini bozan olaylar durulduktan sonra, babasıyla da bu konuda yüzleşmeyi düşünüyor. Hep tartıştığımız konudur açılımımızı çeşitli sebepler yüzünden ertelemek. Oysa kimliklerimizin ertelenecek hiçbir tarafı yoktur. Çünkü olaylar olmaya devam edecektir ve belki de açılım yapma fırsatını hiçbir zaman yakalayamayabiliriz bu gerekçeler yüzünden. Olaylar öyle veya olacak zaten. Bu durum bizim kendimiz olarak yaşamamızı ertelememize engel teşkil etmemeli. Arkadaşımız da bu arada üniversite öğrencisi. Her LGBTİ ailesinin duyduğu korkuyu onun annesi de duyuyormuş; ya seks işçisi olursa. O da trans cinsiyet kimliğinin başarısına engel teşkil etmeyeceğini anlatmaya çalışmış. Heteroseksist dünyanın transseksüelleri seks işçiliğine mahkum ettiğini göz ardı edemeyiz ama buna rağmen LGBTİ’lerin çalışma hayatında da var olabilmek için mücadele vermesi gerekiyor.

Geçtiğimiz haftalarda erkek kılığında gelen trans arkadaşlarımızdan biri, bu hafta trans kadın cinsiyet kimliğine uygun giyinmiş olarak, yani kadın kılığında annesiyle geldi. İlk geldiği hafta gözü yaşlı annenin yüzü gülüyordu artık. Evet, gerçeklerle barışmak ve hayatı olduğu gibi kabul etmek hayatımızı kolaylaştıracak, daha yaşanılası kılacaktır kuşkusuz.

Eşcinsel bir gencimiz de açılımını yaptığı annesiyle geldi bu haftaki buluşmamıza. Aslında bu arkadaşımızın ailesi her şeyi en baştan beri biliyormuş anne-baba olarak, aile olarak ama bu durumu bir geçiş süreci olarak düşünüyorlarmış; “bu yaşları da atlatacak ve heteroseksüel olacak” diyorlarmış kendi aralarında. Anne bir gün gerçeği itiraf ettiriyor çocuğa. Nasıl mı; eşcinsel arkadaşımızın eşcinsellikle ilgili damarına basarak. Neden mi itiraf ettiriyor; çünkü çocuğunu düşünüyor ve eve geç gelmelerinden dolayı çocuğunun başına bir şey gelmesinden korkuyor. Arkadaşlarıyla buluşmalarına istinaden “Kimmiş bu arkadaşların?” diyor anne ve arkadaşımız da arkadaşlarını getiriyor bir gün eve. Bir tanesi aşırı kibar-feminenmiş. Daha sonra anne, “Senin bu arkadaşların da ’nonoş’ gibi” diyince, arkadaşımız sinirleniyor, “Evet nonoş, ben de istanbul travesti olacağım” diyor tepkisel amaçlı. Şu anda her şey biliniyor. Bu annemizin korkusu da diğer annelerinkinden farklı değil; ya travesti olursa, ya… Arkadaşımız da anlatmış defalarca; “Anne ben transseksüel değilim, erkek bir eşcinselim.” diye. Annenin hala umudu var çocuğunun bir gün heteroseksüel olması konusunda. Çünkü o bir erkek çocuk annesi. Askere gidince ya başına bir şey gelirse; askere gitmeyip pembe teskere alırsa, “aile çevreme durumu nasıl açıklarım” kaygısı taşıyor. “Biz anne, baba, aile olarak durumu kabul ettik ama bunu yakın çevremize anlatamayız” diyor. Annemiz ilk başta konuşmak istemiyordu ama zamanla ortama ısındı ve çok samimi bir sohbet ortamı oluştu.

Ben seviyorum oluşumumuzda ailelerin de olmasını. Çünkü biz bireysel bir kültüre sahip değiliz şu aşamada. Yani sorunlarımızı aile içinde halledemedikten sonra istediğimiz noktaya gelemeyebiliriz. Çünkü birçoğumuzun kendimizle değil, ailelerimizle sorunu var kimlik konusunda. Çünkü bizi tanımayanların kimliklerimize müdahalesi yakın çevremiz kadar sert değil. Uzaktan herkes “bana ne” diyebiliyor ama aileler söz konusu kendi çocukları olunca bu konuda korku, kaygı duyuyorlar. Mesela bu ailemizin yetişkin eşcinsel arkadaşları var kabul ettikleri ve eşcinselliğin, biseksüelliğin ne demek olduğunu biliyorlar bu sayede. Belki çocuklarını bir ölçüde de olsa kabul etmelerinin sebebi bu konuya fazla yabancı olmamaları. Demek ki LGBTİ’lerin kabul edilmemesinin en büyük sebeplerinden birisi de bu konuda yeterli ve doğru bilgiye sahip olunmaması.

Kimsenin, hatta LGBTİ’lerin bile çoğunun bilmediği farklı bir cinsel kimlikte arkadaşımız da vardı bu akşam; panseksüel bir kadın. Solistlik yapıyor kadın olarak ama o görsel kadınlığı bir aksesuar olarak kullanıyor. Çünkü kendini hiçbir cinsiyete ait hissetmiyor ama cinsiyet veya cinsel yönelim ayırt etmeksizin herkese aşık olabiliyor. En son bir travestiyle aşk yaşamış ve bu ilişkiyi lezbiyen bir ilişki olarak tanımlıyor. “Yarın bir erkeğe de aşık olabilirim, bir kadına da, heteroseksüel veya eşcinsele de” diyor. Mesela ben de cinsel yönelim olarak kendimi net bir şekilde tanımlasam da, cinsiyet kimliği olarak tanımlayamıyorum; ben kadınlığın veya erkekliğin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum; hissedemiyorum böyle bir şeyi yani. Şimdi bu arkadaşımız kendi bile kendini belli bir kalıba oturtmak istemezken, başkalarını kimliğinin renkliliği konusunda nasıl inandırabilir. Hasta gözüyle bakıldığını söylüyor. O yüzden kendisini kabul etmiş ailesine bile daha bilindik bir kimlik olarak biseksüelim demekle yetiniyor. 50 cinsel kimlikten bahsediliyor, unutmayalım.

Biz LGBTİ’ler açılımımızı yapmayarak kendimizi doğru ifade edebilir miyiz ve de dolayısıyla kabul edilebilir miyiz? Bazı arkadaşlarımız sert tepkiyle ve dışlanmakla, ayrımcılıkla karşılaşırız gerekçesiyle gizli kalmayı tercih ediyorlar ama bizi kendiliğinden kabul edecek bir dünya mı var? Ve gizli kalarak ne kadar koruyabiliriz kendimizi; mutlaka bir gün kendimizi ifade etmediğimiz için önyargıların oluşturduğu homofobi veya transfobiyle karşılaşacağız. Hemen hemen her hafta buluşmalarımıza katılan Berrin arkadaşımız açılıma en güzel örneklerden biri. Yeri ve zamanı geldiğinde herkese açılımını gerçekleştirdiği gibi LGBTİ’ler adına dostlar da kazandırıyor. LGBTİ’ler açık olmadıkları sürece hak mücadelesi yapabilecekler mi? Heterosesküel dünya ile bir araya gelmedikten sonra kapalı kapılar ardındaki LGBTİ buluşmaları bizlere ne kazandıracak?Bizim oluşumun en büyük özelliği de, heteroseksüllerle birlikte gerçekleştirmemiz buluşmaları; zaten amacımız heteroseksüellere kimliklerimizi kabul ettirmek değil mi? Kendimizi asıl anlatmamız gereken onlar değil mi?

LGBTİ’leri tanıyan, eşcinselliği, transseksüelliği ve diğer kimlikleri öğrenen heteroseksüeller, LGBTİ’lere karşı ayrımcılığı yenmek adına kendi çevrelerini de dönüştürdükleri gibi, yakın çevrelerindeki gizli LGBTİ’lerin de bu harekete dahil olmasını sağlıyorlar. Çünkü eşcinselliği, transseksüelliği kabul etmiş heteroseksüel bir çevre, eşcinselleri açılma konusunda cesaretlendirecektir de. Bu akşamki buluşmada bunun örneklerini gördük. Eşcinselliği, transseksüelliği bilen heteroseksüel çevre, LGBTİ’leri daha kolay kabul ediyor. Hemen kabul etmese bile, tepkileri, bu konuda bilgisiz olanlar kadar sert olmuyor.

Açılım bence sadece cinsel yönelimini veya cinsiyet kimliğini halka duyurmak değildir; eşcinselliği, transseksüelliği doğru bir şekilde anlatabilmek, yansıtabilmek ve de kendini savunabilmektir de. Zaten ortada doğru veya yanlış bilinen bir eşcinsellik, transseksüellik… var ama önemli olan bir karşıtlık olması; homofobi, transfobi… Kendi kimliğimizle varolmamız ve bunun arkasında durmamız işte bu karşıtlığı azaltacaktır. Yani demek istediğim kuru kuru bir açılım hiçbir işe yaramayabilir. “Anne, baba ben eşcinselim, hadi beni kabul et” diye bir şey bizi sonuca götürmeyebilir çok büyük ihtimal. Eşcinselliğe, transseksüelliğe doğru bilgiyle onları ikna da etmeye çalışmalıyız.

Ailelere açılımımız ve onları kendimize inandırmamız, çevrenin LGBTİ’lere inanmasına da katkı sağlayacaktır. Annesinin, babasının sahip çıktığı LGBTİ’lere kim ne söyleyebilir? El alem ne der, diye bir korku var ya; el alem bir şeyleri söyleme hakkını ailelerinin bu düşüncesi yüzünden buluyor zaten. Çocuğunu kabul etmiş aileye el alem söyleyecek ne bir şey bile bulabilir, ne de söyleyecek yüz bulabilir.

En önemli şeylerden biri de, açılımını yapmış LGBTİ’lerin aileleri bir araya gelince, “Sadece bizim çocuğumuz böyle değilmiş” diye bir güç, bir güven buluyorlar kendilerinde. El alem ne der demeyi bırakıp çocuklarına sahip çıkıyorlar. Çünkü el alem sadece heteroseksizm için var; çocuklarımız için değil. Öyleyse niye el alemin dediklerine bakarak çocuklarımızın yanında durmayalım? Biz oluşum olarak belki şimdilik siyasi bir mücadele veremiyoruz ama LGBTİ’ler ve aileleri arasında bir barışma sürecine vesile oluyoruz. Amacımız homofobiyi, transfobiyi bitirmek değil mi; yavaş yavaş da olsa “barış” enerjisi zincirleme bir şekilde yayılıyor.

Önce kendimize açılmanın örneğini de biseksüel bir arkadaşımız yaptı. Bir film sayesinde farketmiş kendi cinsine yönelimini. “Güzel bir şey mi?” diye sorduğumda, “Hatta heteroseksüel yönelimden çok daha güzel bir şey” cevabını aldım.

Kendi kendimizi keşfetmemiz ve akabinde kendimizle yüzleşmemiz, kendimize bir şeyleri itiraf etmemiz de kendimizin kendimize yaptığı bir açılım sayılmaz mı? Ama bunu ahlakçı bir toplum olmamızdan dolayı yapmamız çok zaman alabiliyor. Kendimizi keşfederken tereddüt ve iç çatışma yaşayabiliyoruz. Çünkü bilgi toplumu değiliz ve bir şeyleri öğrenmek için o şeyi gerçekleştirme yaşına gelmemiz gerekiyor. Cinsel duygularımızı uygulama yaşımız gelecek de, bir şeyleri tecrübe edeceğiz de… Biraz önce dediğim gibi tereddüt ve çatışma yaşayacağız, sorgulayacağız, araştıracağız, öğreneceğiz ve dünyada bu konuda tek kendimizin olmadığını ve kendimizin kim olduğunu öğreneceğiz…. Öğrensek de o yaşa gelinceye kadarki koşullanmamızdan dolayı belki de kendimizle tam anlamıyla hiçbir zaman barışamayacağız. Kendi kendimizden bile nefretimiz hayat boyu devam edecek bazılarımızda. Oysa eşcinsellik, transseksüellik ve diğer cinsel kimlikler çocukluktan itibaren bireylere öğretilse, LGBTİ’ler kimlikleri konusunda sıkıntı yaşamayacaklar. Ama heteroseksizm sıkıntısız, müreffeh bir LGBTİ’lik istemez ki.

Berrin çocukken de kendini kadın hissediyor ama kadınlığın ne menem bir şey olduğunu bilmiyor. Kadınlık kendisi gibi bir şey oluyor yani; kazak giydiriliyorsa kadınlar da kazak giyer, pembe tayt giydirilirse kadınlar da pembe tayt giyer… Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi Berrin belli bir yaşa kadar kadınların da pipisinin olduğunu zannediyor. Ne zaman okul çağında cinsiyet ayrımcılığı başlıyor, o zaman kafasına dank ediyor kadınlık ve erkeklik meselesi. Belli bir yaşa kadar kendini gay olarak tanımlıyor, gay olarak yaşıyor, gay olarak tanıtıyor. Gay olmadığını öğrendiği zaman da trans kadınlık konusunda açılımını hemen yapamıyor. Çünkü trans olmak demek, daha görünür olmak demek ve bu da onun eğitim hayatında sorunlar yaratabilir. Bir trans olarak üniversiteye gitme hakkı olsa bile, okul burnundan getirilebilir; öğretmenler tarafından, öğrenciler tarafından… Şu anda yakın çevresine açıldı ama hala kendini çırılçıplak hissetme durumunda kadın kılığında insan içine çıkınca. Herkes sanki ona bakıyormuş gibi. Oysa dışarıya atfettiği rahatsız edici bakışlar, beynine yer etmiş heteroseksist dünyanın homofobi veya transfobisinden başka bir şey değil.

“Hapishane de cinsel tacize maruz kaldım, travesti bu rızasıyla yapmıştır dediler”

Samsun hapishanesinde cinsel tacize maruz bırakıldım bir gardiyan tarafından. Şikâyet ettim. Sperm kalıntılarını, delilleri, kendi ellerimle teslim ettim. 1 yıl yargılama süresince tutuklu kaldı. Yargılanma sonucunda çıkan kararda, “zorla değil, gönül rızasıyla olmuştur” diyerek gardiyana beraat verdiler. Darp raporlarımı hiçe saydılar.

Meydan gazetesi 23. sayısı için trans tutsak Esra ile söyleşti:

Hapishanelerde, her dönem farklı kimlikten, inançtan, düşünceden olanlara; siyasi tutsaklara; Kürtlere; eşcinsellere; gayrimüslimlere yönelik baskı, işkence ve saldırılar olurdu, her zaman. Ama bir yolu bulunup, gerekçelendirilip, binbir yöntemle üzere örtülürdü bu saldırıların. AKP iktidarının, özellikle “ustalık” döneminden sonra her şey çok açık, umursamaz ve korkusuzca, en alttan en üste sıralı amirine kadar birbirlerini kollayarak yapılır oldu. Kişisel güvenliği sebebiyle ismini vermediğimiz bir hapishaneden, travesti bir tutsak gazetemize verdiği röportajda, hapishanelerde eşcinsel ve trans mahkumlara yönelik sistematik baskıyı ve işkenceyi anlattı. Geçekleştirdiğimiz röportajı siz okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Meydan: Kendini tanıtmak ister misin?

Yirmi bir yıldır travestiyim. Tek bir umut için yaşıyorum; pembe kimliğimi alabilmek. O da, cezaevi şartlarında prosedür engellerine takılıyor.

Farklı kimliklere ilişkin devlet ve çeşitli iktidar odaklarınca oluşturulmuş bir algı ve politikadan bahsetmek mümkün. Bu sana nasıl yansıyor?

Bu ülkede eşcinsel olmak, çok zor bir hayat yaşamak demektir. Bazen hayatın yükü ağır geliyor. Bu hayatı seçtiğin andan itibaren zorluklar başlıyor. Önce ailen dışlıyor, sonra toplum dışlıyor. Devlet karşısında, hakların sırf eşcinsel olduğun için elinden alınıyor. Resmi olmasa da yasal haklarından muaf tutuluyorsun. İnsan yerine bile koymuyorlar.

Mahkeme sürecinden kısaca bahseder misin?

En basitinden, mahkemede söz hakkın yok. Yaptığın savunmanın hiçbir hükmü yok. Savcı ve hakimlerin gözünde potansiyel suçlu, cani, canavar olarak görülüyorsun. Aşağılık bir insan olarak yargılanıyorsun. Her davranışlarıyla hissettiriyorlar. Söz konusu olan bir travestiyse, yasalarda kanaat cezası olmasa da kanaat cezası veriyorlar. Hiçbir delil olmadığı halde, sadece olay yerinde bulunduğum için suçlandım. Birkaç kişinin hakkımda yalancı şahitlik yapmasıyla, olay üstüme yıkıldı. Yapmadığım bir suçtan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hüküm giydim. Bu kadar ağır bir cezayı, travesti olmamdan dolayı, hâkimin kanaati üzerinden bana verdiler.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının kendisine özgü bir infaz uygulaması, birçok sınırlılıkları da var. Hapishanede yaşadığın sorunlardan bahseder misin?

Toplum, özgür hayatta nasılsa hapishanede de aynı. Hakaret, sözlü taciz, aşağılayıcı tavır ve davranışlara maruz kalıyoruz. Hapishanede gardiyanlar tarafından elle tacize uğruyoruz. Şikâyet etsek, hiçbir sonuç alamıyoruz. Yaşadığım bir olaydan bahsedeyim. Samsun hapishanesinde cinsel tacize maruz bırakıldım bir gardiyan tarafından. Şikâyet ettim. Sperm kalıntılarını, delilleri, kendi ellerimle teslim ettim. 1 yıl yargılama süresince tutuklu kaldı. Yargılanma sonucunda çıkan kararda, “zorla değil, gönül rızasıyla olmuştur” diyerek gardiyana beraat verdiler. Darp raporlarımı hiçe saydılar. “Gardiyanın görevine iadesine, tutuklu kaldığı sürenin tanzimine ve tazminat verilmesine” hükmetti hâkim. Hani adalet? Tacizci bir gardiyanı nasıl tekrar göreve iade kararı veriyorlar, anlamış değilim. Rahatlıkla bu kararı verebiliyorlar, çünkü onların gözünde biz eşcinseller potansiyel suçluyuz.

11 yıldır hapishanedeyim, 9 yıldır tek başıma tecrit ortamında tutuluyorum. Cezam ağırlaştırılmış müebbet olduğu için yasal kısıtlılıklar var. Ama eşcinsel olduğum için, ağırlaştırılmış müebbet hükümlülerine tanınan kısmi haklardan da muaf tutuluyorum. Hiçbir sosyal aktivitem yok. En basiti, kütüphaneye bile çıkamıyorum. Haftada 1 kez sohbet odası hakkımız var. Eşcinsel olduğum için bana yok. Açık ya da kapalı spor salonuna çıkamıyorum. Tek başıma olduğum için “spor sahasında ne işim var?”mış.

Günde 1-2 saat havalandırma hakkı veriyorlar. Tek başıma odanın önündeki beton zemine çıkıp içeri giriyorum. Günümün 22-23 saati 10 metre karelik tecrit odasında geçiyor, hareket alanım kısıtlı. Dış dünyayla tek bağlantım televizyon. Sıkıntımı derdimi paylaşacak kimse yok. Ancak mektupla derdimi paylaşabiliyorum. Onu da birkaç arkadaşıma yazabiliyorum. Her şeyi yazmak yasak, yazılacak olanlar kısıtlı. Burası hapishane; aile yok, gelen yok, ziyaret yok, para yok, hiç kimsem yok.

Hapishane şartlarında yaşamın idame ettirilmesi için, ekonomik katkı da gerekiyor.

Verilen cezaya göre, ben bu şartlarda ömrünün sonuna kadar kalacağım. Bu şartlarda bir insan ne kadar dayanabilir; bu sorunun cevabını bilmiyorum. Hapishanede kimsesizsen, paran yoksa bir hiçsin. Kimse sanmasın ki hapishanede ekmek elden, su gölden, parayı napıcan; öyle değil işte. Elektrik parayla, parayı ödemezsen kesiyorlar. Çay, kahve, şeker, sabun, deterjan, şampuan, aklınıza ne gelirse parayla. Yanlış anlamayın, zorunlu ihtiyaçları söylüyorum. Kantinde satılan eşyalar hem çok sınırlı, hem de dışarının 2 misli pahalıdır. Hapishanede kimse yardım etmiyor. Ben ihtiyaçlarımı karşılayabilmek için el işi yapıyorum. Yaptığım boncuk elişlerini alan olursa -ki her zaman satılmıyor- bir gün akşama kadar çalışsam, kazanacağım para 6 lira. Benim için 6 lira, servet değerinde. Keşke yaptığım el işleri sürekli satılsa da ben günlük 6 lira kazanabilsem, aylık 180 lira para kazanırdım. 80 lira bile kazansam şükrediyorum. Kimsem olmadığı için kıyafet temin edemiyorum. Param olmadığı için özel ihtiyaçlarımı alamıyorum. Birileri feryadımı duysun istiyorum.

Bu röportajı yapmamıza da gerekçe olan, son zamanlarda yaşanılan, kurum idaresinden kaynaklı sorunlardan bahsetmek ister misin? Nasıl muamelelerle karşılaşıyorsun?

Bunca sorunum olmasına rağmen, bir de haklarımı korumak için mücadele ediyorum. Tek başıma da olmuyor. Şu anda kaldığım kurumda psikologla ya da müdürle görüşmek istesem, görüşemiyorum. Rahatsızlansam revire çıkamıyorum. Bana karşı, tamamen keyfi uygulama yapılıyor. Sosyalleşmeyi zaten unuttum. Mektup gönderiyorum, mektubum en az beş gün bekletiliyor, bazen on günü buluyor. Kalmış olduğum tecrit odası hiç güneş görmüyor. İdare, kaloriferi saatle yaktığı için kışın ısınmıyor. Bu sorunları savcılığa, Adalet Bakanlığı’na şikayet ediyorum, idare yalan beyanda bulunuyor. Savcılık, bakanlık, -bir travestiye inanacak halleri yok ya- hapishane müdürüne inanıyorlar. Bu şartlarda bu hapishanede kalmam imkansız; özel sevk yazıyorum, ret cevabı veriliyor. Sorunları belirten sevk yazdım, hapishane müdürü “Hiçbir sorunu yok” yazısı yazdığı için gidemedim. Açlık grevi yaptım, gidemedim. Hapishane müdürü, “Ölene kadar seni buradan göndermeyeceğim!” diye tehdit ediyor. Tüm bunları bana, Samsun hapishanesinde beni taciz eden gardiyanın arkadaşı olduğu için yapıyor; açıkça söyledi. Birinci müdürle görüşmeye çıkabildiğimde, aşağılıyor, hakaret ediyor. Sinkaflı küfürlerle odasından attırıyor. Kapalı zarf olarak resmi kuruma mektup gönderme hakkım olduğu halde, Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiğim mektuba el koydu. Daha iki hafta önce aynı mevzuları yaşadık. Yine mektubumu göndermedi.

Öyle çaresiz kaldım ki, intihara teşebbüs ettim. Bir kutu hap içtim, hastaneye kaldırdılar. Midem yıkandı, yoğun bakımda kaldım. Hastane psikoloğunun yardımı sayesinde polise tutanak tutturarak 1. müdürü şikayet edebildim cezaevi savcısına. Gerçi kimi kime şikayet ediyorum? Ben tek başıma, kimim kimsem olmadan bir travestiyim! Ölsem cenazeme sahip çıkacak kimsem yok, elimden bir şey gelmiyor. Bu hapishanede, bir memurun yalan söylediğini belgeyle kanıtladığımda “Yalan söylüyorsun, işte kanıtı, yalancısın.” dedim. O kelime hakaret sayılıyormuş, disiplin cezası verdiler: İki ay! Şimdi 1. müdür bana hakaret ediyor, aşağılıyor, sinkaflı kelimeler söylüyor, ama hesabı sorulmuyor.

Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

Adalet arıyorum! Soruyorum sizlere, müdürlerin gardiyanların, bana ve diğer hapishanelerde kalan eşcinsellere zulüm etmesine sessiz kalacak mısınız? Yoksa “hayır” mı diyeceksiniz bu zulme?

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti