travestibalıkesir travesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 103

Travesti Mahkumlar Yalnız Değildir!

Hapishanelerde yaşanan hak ihlallerine, insanlık onuruna aykırı tutumlara ve cinsel tacize karşı açlık grevine başlayan trans kadın mahpuslarla dayanışmak için İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nde İstanbul LGBTİ Derneği, Hêvî LGBTİ ve İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu ortak bir basın açıklaması düzenledi.

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’nde, trans kadınlara yapılan hak ihlallerine ve cinsel tacize dikkat çekmek, onlarla dayanışmak için LGBTİ oluşumları İstanbul LGBTİ ve Hêvî LGBTİ’nin de katıldığı bir basın açıklaması düzenlendi.

Açıklamadan önce, İHD Cezaevi Komisyonu’ndan Hatice Onaran hapishanelerdeki hak ihlallerine değinerek tecritin ve tacizin asla kabul edilemez olduğunu belirtti.

Ardından Hêvî LGBTİ’den Asya Elmas basın açıklamasını okudu. Bafra T Tipi Cezaevi’ndeki trans kadınların 40 gündür açlık grevinde olduğunu hatırlatan Elmas, hapishanede sistematik biçimde cinsel tacize ve şiddete maruz kalan trans kadın Avşa’nın 60 gündür grevde olduğunu belirtti.

“Can güvenliği bahanesiyle sürgün”
2009’da Giresun İnfaz Kurumu’nda görevlinin cinsel istismarına uğradığı belirtilen Avşa’nın delillerle birlikte mahkemeye başvurduğunu belirten Asya Elmas, memurun hapis cezasına çarptırılırken Avşa’nın da can güvenliği bahanesiyle Tokat’a sürüldüğünü ifade etti. Tokat’ta da aynı insanlık dışı uygulamaların devam ettiğini söyleyen Elmas, Avşa’nın Niğde’ye devamında da Gümüşhane ve Bafra’ya sürüldüğünü kaydetti.

“Ortada taciz yoktur, çünkü Avşa travestidir”
Avşa’nın Kaos GL’ye yazdığı mektubundan alıntı yapan Elmas, Avşa’nın Bafra’da meydan dayağına maruz kaldığını belirtti. Avşa ise bu durumu mektubunda “Yüzüm gözüm tanınmayacak hale geldikten sonra hastaneye gönderilmeyip kurum revirince basit bir raporla geçiştirilmek istendi. Ancak olay günü olan 23 Aralık 2013 tarihinden bir gün sonra fenalaşmam ile acilen Bafra Devlet Hastanesi’ne kaldırılıp tedavim yapılarak detaylı rapor verildi. Ve kurumdaki bazı personel ve idareciler yanıma gelerek bana saldıran memurun psikolojik sorunları olduğunu, antidepresan ilaçlar ile ayakta durduğunu, şikayetimden vazgeçmemi, aksi takdirde tarafım için iyi olmayacağını söylediler” sözleriyle aktardı.

Kamera kayıtları ve hastane raporlarına rağmen Avşa’nın şikayetlerinin kovuşturmaya gerek olmadığı gerekçesiyle geçiştirildiğini kaydeden Elmas, “Ortada taciz yoktur, çünkü Avşa travestidir! Travesti oluşundan ötürü taciz hayatın olağan alışına aykırıdır, mümkün değildir!” sözlerini kınadıklarını açıkladı.

“Trans kadınlar yalnız değildir”
“Bütün bu yaşadıklarından sonra açlık grevine giren Avşa ise mektubu yazdığı sırada açlık grevinin 60. günündeydi ve bu süreçte 22 kilo kaybetti” diyen Asya Elmas, mahpushanelerde trans kadınların uğradığı her türlü şiddetin birinci dereceden sorumlusunun adalet bakanlığı ve hükümet olduğunu ifade etti. Avşa Erkuş ve tüm trans kadın mahpuslara uygulanan baskılara derhal son verilmesi gerektiğini belirten Elmas, “Trans kadın mahpuslar yalnız değildir” sözleriyle açıklamayı sonlandırdı.

“Tecrit içinde tecrit kabul edilemez”
Açıklamanın ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan İstanbul LGBTİ Derneği’nden Çîrûsk Arat ise, yaşananların peşini bırakmayacaklarını ve milletvekillerinden oluşan bir heyetin durumu izlemek üzere Avşa’nın bulunduğu cezaevine gideceklerini açıkladı. LGBTİ’ler için yapılacak cezaevlerine ilişkin soruyu değerlendiren Arat, “Tecrit içinde tecrit uygulamasına karşıyız. Tüm bunları kamuoyu oluşturarak, kampanyalarımızla önleyeceğiz” açıklamasında bulundu.

İHD İstanbul Şubesi Cezaevi Komisyonu’ndan katılan Seza Horoz ise, Avşa’nın ve diğer trans kadın mahpusların durumunu “Dışarıdaki tecrit içeri taşındı” sözleriyle değerlendirdi. Hapishanelerdeki hak ihlallerinin Afrika’da translara uygulanan idamdan farklı olmadığını kaydeden Horoz, en önemli unsurun zihniyetle mücadele etmek olduğuna dikkat çekti.

Güne Travesti Cinayet Haberiyle Uyanmak!

Biz bir kelebek ömrü kadar kısa olan hayatımız boyunca kendi kendimizi defalarca öldürdük zaten. O yüzden fazla sevinmeyin…

İrma uzun zamandır evinin eşiğinden içeri girip kapısını geceye kapattığı anda, dudaklarından “çok şükür bu gece de sağ salim evime gelebildim” cümlesi dökülürdü. Yine aynı seremoniyle içeri adım atmaya koyulmuştu ki, nedense vazgeçti. Dudaklarında, dilinde kalbinde, çantasında daha dün gece işlenen cinayetin tazeliği ağırlığı vardı. Her gün yeniden öldürülenlerin, ölümde hayat bulanların Tanrı’ya bir borcu olmasa gerekti. Kısa süre sonra pişman olup “tövbe, tövbe” deyip kendine kızdı, iç çekti. Bu düşünceler içinde ayaklarını yorgunluğunu ardından çeke çeke salona geçip ışığa basmıştı ki, onu fark etti. Lambanın etrafında “hoş geldin” dercesine dans eden kelebeği. Bu davetsiz misafir, kimsenin pek çalmadığı kapısına misafir geleceğine de işaret olmasa gerek diye düşündü İrma. Gündüz pencereyi açık bırakmıştı hepsi bu..

Sonra nedense aklına Ebru Kırancı’nın arkadaşları Çağla’nın öldürüldüğü sabah, “Ya Allah için biriniz ’Güne cinayetle uyanmak’ başlıklı bir yazı kaleme alsın” deyişi geldi. Üşüdüğünü hissetti. İçinden “Hassiktir! Hangi güne, hangi cinayete ve büyük olasılıkla gelecekteki hangi gün ve cinayetlere” diye geçirdi. Yine bir daha ürperdi. Gözleri tavandaki lambaya ilişti, kelebek deli divane pır pır dönüyordu hâlâ, pır pır atan kalbine eşlik edercesine. Ve hay aksi yine o meşhur takıntı! Bir anda kendini kelebeğin turlarını sayarken buldu: Bir, iki, üç…

On beş’te durdu İrma. Öyle ya daha bugün konuşulmuştu bu ülkede her yıl ortalama 15 transın öldürüldüğü. Ne olduysa klavyeyi önüne çekmesi ve yazmaya başlaması bir oldu. Edebiyata eşlik ettiğinden hep şüphe ettiği o klavye güne cinayet haberiyle başlamayı anlatan bir yazıya ev sahipliği yapabilir miydi? Denemekten bir şey kaybetmezdi herhalde. İrma bir gözü kelebekte, bir gözü tuşlarda öylece güne cinayetle uyanan “ötekilerin” mazisine çoktan dalmıştı bile… Öyle ki tuşlara basmasıyla kendini bir anda Kurtuluş Eşrefefendi Sokak Amber Apartmanı’ndaki o küçücük gün güneş görmeyen tek göz evde bulması bir oldu. Yıllarca gazetecilik yaparak biriktirdikleriyle aldığı ve adeta mezarı olan sevgili Baki’nin evinde. Hani katilinin 38 bıçak darbesiyle öldürdüğü gazeteci Baki’nin. Nasıl bir hınç nasıl bir nefretti o. 38 bıçak darbesi hangi toplumsal ikiyüzlülüğü öldürmeye yeminliydi. Geride “Dicle’ye akıtacağımız 38 gözyaşı” kalabilmiş miydi, diye geçirdi içinden İrma, biz kalanlara…

Hassiktir deyip klavyeyi itti! Bir sigara yakıp yıllar öncesine gitti. İrma Baki’nin bir sokak yakınında oturuyordu o sıralar. Ve Baki’nin ölüm haberi ancak bir hafta sonra evden gelen kokular üzerine öğrenilebilmişti. “Nasıl bir sistem, nasıl bir yalnızlık bu” diye geçirdi içinden. Sonra Hadise geldi aklına…”Aşk olsun sevgili Ebru ben şimdi nasıl yazayım, daha 18’inde olan Hadise’yi… Ah be Ebru, o daha hayata henüz merhaba demişti. Nasıl anlatayım 18’inde bizleri kendi cinayet haberiyle uyandırdığını. Ya da bir türlü uyandıramadığını. Ben Hadise’yle tanıştıktan üç gün sonra cinayet haberini duydum Ebru” diye geçirdi. Elindeki sigarayı küfredercesine söndürüp sırtındaki tonlarca yük ağırlığıyla yatağa attı kendini. Gözlerini yumarken, “Peki sevgili Ebru, ya hiç haberimiz olmayan kimsesizler mezarlığına gömülenleri nasıl anlatayım. Dahası senin uyandığın cinayet haberli günlerini” diye düşündü.

Yeni bir güne elindeki kahve fincanıyla ayılmaya çalışan İrma, mutfak kapısının önünde öylece yatan kelebeği bu kez yerde görüp İrkildi. Kahretsin bu daha dün gece tavandaki lambanın etrafında dans eden kelebekti. “Al işte be Ebru güne yine ölüm haberiyle uyandık. İyi mi?” sözlerini İrma içinden mırıldandığını sanmıştı oysa büyük ihtimalle bütün apartman olmasa da yan komşusu duymuştu. Sonra nedense aklına o müthiş benzetme geldi: “İstanbul Travesti dediğiniz tırtılın kelebeğe dönüşmüş halidir ve kelebeklerin ömrü kısa olur!” O anda bir daha Hadise’yi düşündü. Acaba bu kelebek o olabilir miydi? Kim bilir? Kahve fincanını bıraktı, yerde öylece yatan kelebeği (Hadise) avuçlarına aldı, usulca okşadı, ne yapsam diye düşünürken, aklına daha bir gün önce Çağla’nın cansız bedenine dokunmaktan çekindikleri için ceset torbasına konulup taşıma işlemini arkadaşlarına yaptıran polisler geldi. Avucundaki Hadise’ye bir daha sevgiyle, merhametle usulca dokundu. Bir fatiha okudu. Peşinden bir Ayetil Kürsi… Sonra bir koşu teras katına çıktı. Avucunu açtı, derin nefes çekip Bismillah eşliğinde usulca Hadise’ye üfledi. Öylece döne döne boşlukta kaybolup gitti kelebek.

İçine garip bir huzur doldu. İçine düşen bu huzurla İrma, öylece oturup sokağa günün telaşına kapılanlara derin sessiz dalıp dalıp seyre koyuldu. Bir sokağa bir teras kapısının camına düşen aksine. Saçlarını bağlarından sıyırıp dağıttı, cama bir daha baktı ve hâlâ çok güzel olduğunu düşündü. Belki eskisinden de güzel. Bu özgüvenle yeniden kenti seyre daldı. Gözüne kentsel dönüşümün eseri yeni binalar takılmıştı ki, kendini o meşhur takıntının içinde buldu: Bir, iki, üç… İrma bu kez 38’de durdu Ebru! Kendi hayat serüveninde durmuş ama irkilmemişti nedense. İrma’yı irkiltmeyen kendi cinayet haberiyle güne uyanmak fikriydi. Bir kelebek olup bir geceliğine bir eve misafir olmak fikri, nasıl bir şeydi acaba? Bütün mahallenin duyacağı bir kahkaha patlattı: “Hassiktir 38’inde kelebek mi olur?” Ölümle de olsa bak işte yine İrma güne uyanmıştı, her şeye inat uyanabilmişti. İrma olmuştu.

Ve sevgili Ebru, İrma öyle neşelendi ki, potansiyel katiline nasıl seslenebileceğini bile planladı: “Hey sen: Biz bir kelebek ömrü kadar kısa olan hayatımız boyunca kendi kendimizi defalarca öldürdük zaten. O yüzden fazla sevinme. Sen benim sürgün hayatıma sadece bir şeref golü atmış oldun bebek. 38’e 1 öndeyim hâlâ!”

Travesti Cinayetleri Politiktir

Son 8 yılda “Yine bir nefret cinayeti ile sarsıldık!” diye başlayan 36; son 1 yılda ise “Yine bir kadın cinayeti ile sarsıldık!” diye başlayan 214 basın metni yazıldı. Bunlar yalnızca bildiklerimiz, bize yansıyan ve resmi kayıtlara geçenler. Her cinayet, bir diğerini hatırlatalı, bizleri bir kez daha derinden yaralayalı, bana ne zaman sıra gelecek diye sorduralı ise kim bilir kaçıncı nefret suçuyla karşı karşıyayız.

Bizler her seferinde yeniden toparlanıp, “Artık yeter!”, “Bu son olsun!” derken bir yandan da katilleri çok yakından tanıdığımızı sürekli dillendirmeye devam ediyoruz. Çağla’nın katilini MOBESE kameralarından izlerken, onun sakinliği, merdivenlerden inip ayakkabısını yavaşça bağlayışını görürken ise bu katilin gerçekten kim olduğunu, bu sakinliğin nereden geldiğini tamamiyle anlayabilmek ise çok can sıkıcı.

Bir hayatın, bir hayata son vermenin bu kadar kolay olabildiğini canlı canlı izlemek ise trans cinayetlerinin, kadın cinayetlerinde de olduğu gibi ne kadar politik olduğunu çok acı bir şekilde bizlere hatırlatıyor gibi.

Seks işçiliğinin bir iş kolu olarak sayılmadığı, “fuhuş” suçlamasıyla trans kadınların evlerinin 3 aylık aralıklarla kapatıldığı, nefret cinayeti zanlılarının “ağır tahrik” uygulaması ile koruma altına alındığı, hakları göz ardı edildiği için ceza evinde açlık grevine giren trans kadınlara “LGBT bireyler için ayrı bir cezaevi uygulaması gündemde” diyerek onları ceza evinde dahi tecride zorlama girişiminin başladığı bu ülkede, cinayetler için “politiktir” demek sanıyorum en doğru ifade olsa gerek.

Kadın ve erkek olmanın çok keskin hatlarla ayrıldığı, heteroseksüellik dışında hiçbir cinsel yönelimin, yine kadın ve erkek olma halleri dışında hiçbir cinsiyet kimliğinin ya da herhangi bir cinsiyet kimliğine sahip olmama halinin kabul edilmediği bir ülke Türkiye. Aynı zamanda nasıl kadın ve erkek olunması gerektiğini doğduğumuz andan itibaren baskıyla öğreten, bunun dışına çıkan kadınların ve/veya erkeklerin acımasızca cezalandırıldığı bir ülke Türkiye. Cinsiyet geçişini ancak “üreme yeteneğinden yoksun” olduğunuzu kanıtlayabildiğinizde gerçekleştirebildiğiniz bir ülke Türkiye.

Bizler, tüm yasal düzenleme çağrılarımıza kulak tıkayanlara, egemenlere, bizleri üçüncü sayfalardan, medyanın taraflı haberlerinden tanıyanlar diye seslendiklerimize, bu cinayetlerin ne anlama geldiğini biliyoruz diye haykırmaya devam ediyoruz. Trans cinayetleri politiktir diyoruz.

Çünkü biliyoruz ki:

– Sorumlu heteronormatif sistemdir.
– Sorumlu, bizleri “vatana hayırlı evlatlar” olarak yetiştiren eğitim sistemidir.
– Sorumlu, feodal aile yapısıdır, Çağla’nın ailesini aradığımızda, “Bize ne” dedirtebilen düşüncedir.
– Sorumlu, 1985’ten itibaren hastalık olarak kabul edilmeyen eşcinselliği, “biyolojik bir bozukluk hastalık ve tedavi edilmesi gereken bir şey” olarak açıklayabilecek cesarete sahip olan bakandır.
– Sorumlu, aylardır uyguladığı şiddeti, bizleri şaşırtmayarak, Çağla’nın olayında da tekrarlayan, cenazesine ne kendileri dokunan ne de sağlık ekiplerini dokundurtan ancak konu bonus puan uygulaması ile 10-20 arası puan verilen “travesti avı” konusuna geldiğinde canla başla çalışıp “görevini yerine getiren” polistir.
– Sorumlu, 90’lı yıllarda “travestiler terörü” başlıklarıyla trans kadınları hedef gösteren, nefret cinayetleri haberlerini acımasızca cinsiyetçi bir dille yansıtan ve haberi yalnızca polisin beyanı üzerine kuran medyadır.
– Sorumlu, hak ihlallerini görmezden gelen, katilleri koruyan hukuk sistemidir.
– Sorumlu, trans bireylerin en temel insan hakkı olan, sağlık hakkına erişimlerini görmezden gelebilen sağlık sistemidir.
– Sorumlu, zorunlu askerlik uygulamasıyla bizleri tek tipleştiren militarizmdir.
– Sorumlu “3 çocuk” tavsiyesi veren ancak çocuklar “ideal” kadın-erkek normlarına uymadığında ise katilini koruyan ve bunun için hiç bir düzenleme yapmayan Başbakan’dır.
– Sorumlu, nefret suçu yasasını çıkarırken, LGBTİ hareketinin tüm çabalarını yok sayan ve cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim ibarelerini eklemeyi reddeden devlettir.

Tüm bu sebeplerdendir ki bizler “Trans Cinayetleri Politiktir” demekten hiçbir zaman vazgeçmeyeceğiz.

Ancak unutulmamalıdır ki bu sorumlular sadece translara yönelik nefret suçlarının değil, kadınların, çocukların ve tüm LGBTİ’lerin uğradığı hak ihlallerinin de sorumlularıdır. İdeal “Türk” vatandaşı şartlarına uymayan herkesin uğrayabileceği hak ihlallerinin sorumlularıdır.

Bu sorumlular, genel ahlak kavramını sürdürenler ve yeniden üretenlerdir.

Bu sorumlular, bizleri daracık hayat şartlarına, daracık alanlara, daracık kimliklere bazen de daracık koğuşlara sıkıştırmaya çalışanlardır. Bu sebeptendir ki Daracık Sokak’ta yaşanan ve Çağla’nın hayatını kaybetmesine sebep olan bu nefret suçu, hepimizi çok yakından ilgilendirmektedir. Politiktir ve hepimizin hayatına dokunmaktadır.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti