travestibodrum travesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 106

Komşu Travesti Komşunun Külüne Muhtaçtır

Bu sene aşure kaynatıp gideyim diyorum meclise. Dağıtayım hepsine. Bir iki polis ve askere numaramı veririm hem, diye düşünüyorum. Ama çok saygılı polisler, nereden getiriyorlarsa bunları… İki sokak üste, bu yakışıklı polislerden isteyeyim diyorum. Bu meclistekiler hariç, bugüne kadar bana “hanfendi” diyen bir polisle karşılaşmamıştım. Genellikle polis beni canlı olarak ele geçirir, kimliğime bakıp, “Sen kız değilsin” diye, annemin babamın bana taktığı ismi bağırarak gülerler. Biraz daha yakından bakarlar bana, sonra biraz da tadıma bakarlar. Ama yukarıda Allah var. Meclis polisinden bu güne kadar tadıma bakan olmadı. Onlar tadıma bakmak istese, hiç kızmam. Niye? Çünkü çok beyefendiler.

Meclisin üzerinde oturuyorum. Ne garip değil mi? Milletin, kendi meclisinde vekaleten oturan yüzlerce vekili var. Sürekli önünden geçmem gerektiği için karşılaştıklarıma dikkatli bakıyorum: Acaba hangisi benim vekilim? Televizyonlarda ve gazetelerde de rastlıyorum. Bana benzeyen ya da benzeme eğilimi gösteren, hoş, çiçekli kıyafetleri olan bir vekil bulamadım. Hadi bana benzemesi üzerinde fazla durmayalım; o zaman milletin vekili olan ve büyük bir ekseriyetle “bey” olan kişiler, benim vekilim olduklarından haberdar mı? Diyelim haberdar ve beni bağrına basmak için çıldırıyor, bunda da bir tehlike yok mu? Ben, bana kollarını açmış bir vekili milletle paylaşır mıyım? Paylaşmam. Bu vekilden gelecek cukkaları bir başıma yerim, cebime indiririm. Yani gene milletin vekili olamaz, bir iki kişinin vekili olur gibi geliyor bana…

Komşularımı enine boyuna tanıma çabam, çok disiplinli ve kararlı şekilde devam ediyor. Bir yerde beni yaşatan merak bu. Değil mi ki TBMM duvarının bir iki bina üstünde oturuyorum; çok normal. Acaba benim bu kötü evde başıma gelenler, duvarın arkasındaki bahçede yaşayan vekillerin başına da geliyor mu? Yaşıyorsa, bunları biz de bilsek ve toplanıp bir hal çaresi düşünsek. Ama beni bahçeye sokmuyorlar. Çok güvenli bir yer herhalde. Çok asker ve polisle korunuyor.

Bir gün demek istiyorum ki komşularıma, “Sizin polisleriniz, hiç bizim bildiklerimiz gibi değil, bizimkiler gibi davranmıyor. Hepsi gayet saygılı ve nazik. Bir sokak üstte, polisler bize çok kötü davranıyor” Garip değil mi? Milletin kendisine kötü davranan polis, vekaleten onun yerine bakanlara çok saygılı.

Ama bunlara çok kızıyorum. Bir daha bunlardan seçmeyelim. O bizim evin arkasındaki bahçe çok yeşil. Seçilmeyince valla, oraya vekillerden kimse gelmez. Biz de çarktan filan dönüşlerde, veya hafta sonları meclisin yerinde piknik yapsak, ne güzel olur. Hem meclisin polisleri çok saygılı, nazik, küfretmeden konuşan, tehdit etmeyen, tecavüze kalkışmayan, gaz sıkmayan ayrı bir kategori oluşturuyor. Vekil korumaları ve polisler çok yakışıklı. Ben bazen, oradan geçerken, bunların beyefendi ve yakışıklı oluşuna fazla dikkatli bakakalıyorum. “Bir şey mi istiyorsunuz hanfendi?” diyorlar. Aralarında, “Ne bakıyon ibne travesti?”, “Götürüyüm mü lan!”, “Gel sana bir Kabahatler Kanunu’ndan bir döşeyim de ananın …. görürsün!” diyenlerinden bir tane bile yok.

Kendilerine iyi ve insan gibi yaşamayı bilen polisleri almışlar, bizim nasibimize ise –ki halbuki bir üst sokakta oturmaktayız- Balyoz Ekibi düşsün. Yakışık alır mı? Bir devletin tüzel kişisi bunu yapar mı? Şurada komşu değil miyiz? Ayıp!

Bakın, şu aziz mübarek Ramazan günü, hanginiz gelip komşularını ziyaret etti. “Aç mısınız? Tok musunuz?” diye soranınız oldu mu? Aramızda bir komşuluk hukuku var. Dönmüş olabiliriz ama siz de vekilsiniz. Bize benzemiyorsunuz, istanbul travestileri değilsiniz ama travesti komşularınız var. Bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını insan merak eder, gelip sorar.

Bu sene aşure kaynatıp gideyim diyorum meclise. Dağıtayım hepsine. Bir iki polis ve askere numaramı veririm hem, diye düşünüyorum. Ama çok saygılı polisler, nereden getiriyorlarsa bunları… İki sokak üste, bu yakışıklı polislerden isteyeyim diyorum. Bu meclistekiler hariç, bugüne kadar bana “hanfendi” diyen bir polisle karşılaşmamıştım. Genellikle polis beni canlı olarak ele geçirir, kimliğime bakıp, “Sen kız değilsin” diye, annemin babamın bana taktığı ismi bağırarak gülerler. Biraz daha yakından bakarlar bana, sonra biraz da tadıma bakarlar. Ama yukarıda Allah var. Meclis polisinden bu güne kadar tadıma bakan olmadı. Onlar tadıma bakmak istese, hiç kızmam. Niye? Çünkü çok beyefendiler.

Aşureyi meclise götürdükten sonra konuşacağım hepsiyle bir bir. Şurada komşuyuz; koskoca Türkiye’yi düzeltmeye yakınlardan itibaren başlasak ya! Bakın, hemen bir üst sokağınızda neler oluyor. Sizde para yoksa, sorun etmeyin. Aramızda para toplayalım. Ben bizim kızlardan çark sonrası toplarım. Mahallede fukara varsa arayalım, bulalım, yardım edelim. Sizin polisler daha güçlü ve yakışıklı. Ayrıca disiplinliler. Bir tanesi çok iyi. Görseniz, aman Allahım! Gözlerinize inanamazsınız. Çok yakışıklı. Polis değil de, şerif tadı var. Clint Eastwood’a benziyor. Çok havalı. O güzel polislerden ilk önce bizim mahalleye koysak. Çok iyiler. Nereden buluyorsunuz bunları? Maaşallah…

Bizim polisleri de bir yere atsak da önce şu mahalleyi bir temizlesek. Çok yararlı olur bence. Hem bir meslek içi eğitim çalışması saymak lazım bunu. Bizimle arkadaş olurlar hem. Kimbilir, belki içinizde, bize benzeyen bir vekil olsun istersiniz. Ya da, zaten vardır içinizde bize benzeyen bir gizli ibne, o da rahatlar.

Ben çok sıcak bakmam böyle işlere; istemem. Vekilim eksik kalsın. Ama kızlar istiyor. “Şöyle bir kaç tane ibne, dönme falan vekil olsun” diyorlar. Hevesleniyor gariplerim. Ne diyeceksin?

Hem mecliste yemekler de ucuzmuş. Bir sokak altta hiç de hijyenik olmayan lokantalara, tavuk dönercilere dünyanın parasını veriyoruz. Bizim mahalleye meclis duvarından bir kapı açsanız, biz de gelip gitsek. Çok lüks restoranınızda neler yiyormuşsunuz da tavuk döner parası ödüyormuşsunuz. Ayıp ama size. Çarkta para mı kaldı? Bak o kadar maaş alıyorsunuz, ucuza yemek yiyorsunuz. Bize benzemeyen vekillere bir şey dediğim yok. Ama kırılıyor insan… Bak bayramda gelecem. Kapıda öyle, “Rezervasyonunuz var mı?”, “Kime geldiniz?” falan diye sormak yok. Valla bu sokakta ben, sizden daha eskiyim. En eskileriniz, dünkü çocuk sayılır. Gelince uzun uzun konuşuruz bunları inşallah. Kapıda bana, “hanfendi” diyen polislerden, askerlerden ve korumalardan istiyorum, karışmam. E, güzel de giyinmem lazım.

Ben geldiğimde, şu Türkiye’yi kurtarma işine, kısa bir süreliğine ara vermelisiniz. Önce sokağınızdan başlayın. Buraları acilen, öncelikle ve ivedilikle düzeltelim. Hemen bir sokak üstte çeteler, zorla çalıştırılan mülteciler filan var. Her gün bir trans saldırıya uğruyor. Önce çetelerden, sonra polislerden neler çektiğimizi anlatcam. Siz önce şu sokağa bi’ el atın, bu sokakta kendinizi bir tartın…

Şu yakışıklı polisi de bizim evin oralara bir yere koyun. Bana “hanfendi” diyen polisi canıımmm. Çeteler filan saldırınca, ben ondan imdat isteyeyim. Beni kurtarsın, pamuklara sarsın.

Tabi, şu kapı açma işini de konuşacağım. Yaşlı insanlar var mahallede. Valla, kızlardan oruçlu olanlar var. En azından sizin restoranlarda iftar açabilsinler. Zaten aynı sokakta çalışıyoruz. Biraz üstünüzde oturuyorum. İlk önce mahallede kim açtır, kim toktur, bu zenginler, bu travestilere sürekli ne yapıyorlar?… Bunları filan konuşup, mahallenin gelir dağılımına filan baksak… Transfobi, etnik kimliklerin hazin dramatik hikayelerini filan anlatırım, vakit su gibi geçer.

Bekleyin, bayramda geliyorum. Önce sokağı düzeltelim. Öncelik onda. Sonra siz gene Türkiye’yi düzeltme işine geri dönersiniz. Ona ben karışmam. Bizim sokakta önce bir… Staj gibi düşünün. Kızmayın ama…

Hırsızlık, BDSM ve Taocu seks üzerine

Tao seksinin sonunda ben sikiliyorum. Ben bunu anladım yani, anladın mı? Üzerine ne koysan, önemli olan içerik. En son sana giriyor. Tao seksinden ne anlayacak?

Aslında bizim olduğumuz yerde yüzde yüz hırsız vardır. Çingenenin travestinin olduğu yerde nasıl hırsız olmaz? Hırsızı anlamak için, onu utandıran şeylerle nasıl başa çıktığına yakından bakmak lazım.

Hırsızlar çok agresif tavırlar sergiler. Hırsızlığı hiç kabul etmezler. Küfrederler. “Bana hırsız diyenin anasını sikeyim” filan derler.

Travestinin hırsızlığıyla hırsızın hırsızlığı da aynı değil. Travestilerin de satın alınmanın verdiği bir intikam duygusu var. Kapitalizmin başka rahatsızlıkları üzerinden nüksetmesi hali var.

Travestiler hırsızlıkları yüzünden utandırılamazlar. Birbirlerinin evlerini soyarlar. Çalıyor olabilir. Niye bunun için utansın ki? Götünü siktirme pratiği geliştirmiş. O da utanç verici bir şey değil mi? Eskiden zaten utanmış, götünü siktirdiği için. Ya da utandırılmaya çalışılmış. Hırsızlıktan ayrıca niye utansın ki?

Buna rağmen, bazen kimse onu utandırmaya uğraşmıyorken, ya da uğraşıyorsa bile artık vazgeçmişken, beklemedik biçimde kendi kendine ahlaki sınırlar geliştirir. “Ben sadece götümü siktiriyorum, hiç hırsızlık yapmadım” diyerek övünmek ister mesela. Başka bir trans çeşidi de, “Ben sadece hırsızlık yapıyorum, hiç götümü siktirmedim” diyebilir. Aynı gurur, aynı mağdur, aynı övünme psikolojisi… İtibarını kurtaran bir çıkış yolu buluyor.

Hırsızın minneti büyük olur
Hırsız arkadaşlarım hep soyarlar beni. Ben bunu hiç sorun yapmam. Çünkü hırsızların minneti büyük olur. Çok hızlı getirirler. Giderken, yüzde yüz bir şeyini çalıp giderler. Evimden telefon gitti, laptop gitti. Ev arkadaşım, “Sen peygamber gibisin, bunların hepsini nasıl anlıyorsun” diyor. Çünkü hırsız grubu ortak özellikler gösterir. Mesela çok hızlı sikerler. Panik sikerler. Hırsızlık yapar gibi sikerler. Seksi de kötü yapıyorlar.

Kötü mü demek lazım bilmiyorum aslında; ne istediğine bağlı. Benim bütün kocalarım hırsız ve torbacı oldu. Birisinin BDSM olduğunu farzettim. Dövüp günlük on tane filan pıt alıyordum ama bunu realize edemiyordum. Dayaktan keyif aldığını anlamıştım. BDSM’nin ne olduğunu bilmiyordum. Sapkın bir hal diye düşünüyordum. Ama sapkınlığı beni rahatsız eden bir hal değildi. Ben Ankara’nın ilk BDSM çalışan travestisiyim. Etrafımdaki herkes “sapık geldi anneeeee!” filan diyorlardı. İstemeden nam yaptım. Aslında ben bu duruma BDSM dendiğini daha yeni öğrendim. Sapkınlıklarım beni var ediyordu o zaman. Neyin sapkınlık, neyin değil olduğuna daha tam karar vermemiştim ki. Bir altında, eşcinsellik de hastalıktı.

Sapık, senden sapandır
Şimdi bir karara vardım mı? O zamanki kararımla aynı kararım. Sapkın olma hali değil demem de neyi kurtarır ki? Kesin bir şey değil ama, bende varmış BDSM. Hani bir tarafıma bulaşmış. Sapkınlık derecesine gelince yani aslında her yerden, karşı taraf sapkın. Anlayamadığın her şey, senden sapıyor. Sapkınlık böyle bir şey değil mi? Bana düz gelen, sana gelince sapıyor yani. Anlayamıyorsun, sapıyorsun. BDSM’yi seviyorum ben aslında. BDSM imişim. Ben bunu bilmiyordum ki. Bunun pratiğini ben kendim geliştirmiştim. Bir yerde okumuş değildim.

Taocu tedrisat
Bir keresinde Tao seksi diye bir şey okuyordum. TRT’de bir müdürle seks yapıyorum. Aramızda bir ilişki başlamıştı. Taocu seksten ne anladığımı sordu. “Gel ben sana göstereyim çok önemli bir seks şekli” filan deyip, heriften çok büyük bir para alıp, ondan sonra karşılığında domalıp, tükürüp, “sik hadi” dedim. Ondan sonra adam, “Tao Seksi bu muymuş?” dedi. Kitabı herife verdim, “Ben bunu anladım” dedim, “Bir de sen oku”.

“Hadi sok” dedim, tamam mı?

Adam, “Bu parayı fazlasıyla hak ettin” dedi. “Bu kitabı ben okuyacağım” dedi.

Tao seksinin sonunda ben sikiliyorum. Ben bunu anladım yani, anladın mı? Üzerine ne koysan, önemli olan içerik. En son sana giriyor. Tao seksinden ne anlayacak?

BDSM eğilimlerinin ne zaman farkına vardım? Aslında bu sapkınlık tırnak içinde bende olmalıydı. Çünkü ben sapkınlıklar sınırındaydım. Şu anda BDSM ile karşılaşmış olsaydım bu bilinçle BDSM bir birey olur muydum, bilemiyorum ama onun gizemi çekti beni. Sapkın olması çekti. Sapkınlık olmasaydı zaten benim orada işim olmazdı. BDSM olmak zorundaydım zaten. Olmasam bile olmak zorundaydım. Bulaşmak zorundaydım. Zaten her bulaştığın şey, çıkartıyor seni, başka bir yere itiyor. Mesela BDSM’ye takılıp gidemiyorum. Oradan sıçrıyorum yani.

Benim hayatım hızlıdır, hani, anladın mı? Manevralı bir hayattır.

Travesti Fobik Yön!

Anam bacım; ben yaklaşık bir hafta önce, Sekizinci İzmir Tiyatro Buluşması’na Yırtık Bohça adlı oyunumla, davetli olarak katılmıştım. Etkinlikler Seferihisar Sanatbahçesi ve Sığacık Kaleiçi’nde çeşitli atölye, söyleşi, oyun ve performans gösterileriyle çok iyi bir katılımla gerçekleşti.

Etkinliğin ikinci günü Can Yücel anması vardı. Sığacık Kaleiçi’ndeki etkinliğe ben de izleyici olarak katıldım. Yanıma on sekiz yaşlarında bir çocuk geldi. Gülüyordu ama gözleri dolu doluydu. “Ablacığım” dedi, “seninle biraz konuşabilir miyiz?” “Elbette” dedim. “Abla biliyor musun, ben on yaşında ağabeyim tarafından tecavüze uğradım” dedi. Gözlerimin içine bakıyordu. Anlatmaya devam etti. Çok şaşırdım ve bir an ne diyeceğimi bilemedim. Hoş, yabancı değildim böyle hikâyelere ama birinci ağızdan dinlemek epey terletti beni. “Peki” dedim, “şu an durum ne?” “Abla halen devam ediyor” dedi. Biraz durdu, “Annem bizi bastı bir keresinde” dedi. “Tepkisi ne oldu” diye sorduğumda cevabı “‘Şu an pazara gidiyorum, sonra sizinle konuşurum’ dedi” oldu.‘Nasıl yani’ diyecektim ki; “Abla ben tecavüze uğramışım, hem de ağabeyim tarafından, annem hiçbir şey söylemeden pazara gidiyor”. “Peki ya sonra” dedim. “Akşam ağabeyimle konuşmuşlar, sanki hiçbir şey olmamış gibi olayın üzerini örtmeye çalıştılar.” İnsan böyle bir durumda ne diyeceğini bilemiyor. “Kaç yaşındasın” diye sordum. “On sekiz” dedi. “Ağabeyim beni sürekli tehdit ediyor. Ama on sekiz yaşıma girdim artık. Tiyatroya katıldım. Bana destek vereceklerinden eminim. Evden ayrılmayı düşünüyorum kesinlikle” dedi ve gitti yanımdan.

Bu hikâye bana hiç yabancı değil. Olay ensest, tecavüz, vahim, çaresizlik sadece o an aklımdan geçen bunlardı. Hani derler ya, gecem haram oldu.

Etrafımızı saran heteroseksizm ve sadece cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden dolayı nefes almaya çalışan bizler… Annam bacım yazmakla bitmez. Böyle örnekler çok fazla. Bu cephede bunlar yaşanırken, gelelim olayın başka bir boyutuna.

İstanbul’a döndükten birkaç gün sonra, Yanki Bayramoğlu, transeksüel bir kadın arkadaşımız. Bir gece arkadaşlarıyla, Taksim’de bulunan Tekyön Gay Bar’a eğlenmeye gitmişler. Dışarıdaki korumalar içeri almak istememiş. “Burası gay bar. Sizi almıyoruz” demişler. Yanki de “o zaman işletmeciyle görüşmek istiyorum” demiş. İşletmeci gelmiş. “Burası gay bar, sen travestisin. Hiçbir travesti benim mekânıma giremez” demiş ve bir de öneride bulunmuş: “Bir sürü istanbul travesti bar var. Onlardan birine git.” Yanki tekrardan sormuş: “Gay bar olduğu için kadın mı almıyorsunuz.” “Hayır, normal kadın alıyoruz. Sen travestisin, seni almıyoruz.”

Ayol, normal kadın ne demek? Lafa bak şimdi. Kimin normali? Neyin normali? Bu arada, işletmeci arkadaşımız da bir gay. Tencere dibim kara, seninki benden kapkara. Böyle düz heteroseksizm kendi içimizde olunca, insanın canını daha bir ayrı acıtıyor. Ne demek normal kadın alıyoruz? Cinsiyetçiliğin ve ayrımcılığın bu kadarına da pes doğrusu.

Homofobi ve transfobi nereden gelirse gelsin karşı duralım. Özellikle, homofobik ve transfobik mekânları teşhir edelim. Hiçbir şey, hiç kimsenin tekelinde değildir. İşletme tüm kamuya açıktır. Nedir bu mafyavari transfobik hareketler. Evet, ben Esmeray olarak üzerime düşeni yapıyorum. Tekyön transfobik bir mekândır. Duyuralım ve teşhir edelim.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti