travestidiyarbakır travesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 96

Bu Ülkede Eşcinsellikte Travestilikte Yassak !!!

Her geçen gün kadın ve eşcinsel, travesti cinayetleri artıyor. Artık nedenleri-niçinleri konusunda sözün bittiği noktasındayız. Çünkü biliyoruz ki heteroseksist sistemin namus gibi, ahlak gibi kendilerince yarattığı bir dayanak noktası var kendisini haklı gösterdiği. Sistemin başındakileri de bu zihniyet getirdiğine göre nefret cinayetlerinin artması kaçınılmaz. İktidar münferit olay gözüyle sessiz kaldığı gibi bu cinayetlere, dahası “hastalık, sapıklık, ahlaksızlık” diyerek hedef gösterip cesaret veriyor cinayete sebep olan nefrete.

İktidarın ayrımcı politikasına karşı eşcinsellerin de ellerinden geldiğince yasaları değiştirmek için politik olması gerekiyor ama önce yaşamak için eşcinsellik tarafına geçmeleri gerekiyor. Kaçmamak gerekiyor, korkmamak gerekiyor. Kaçışın kurtuluş olmadığını daha ne zaman anlayacak acaba eşcinseller. Ne zaman inanacaklar eşit olarak yaşama haklarının olduğuna?

Son nefret cinayetine kurban giden travesti cinsiyet kimliğinden dolayı tepki gösteren ailesinden uzak durmaya çalışıyormuş. Tabi ki canını kurtarmak için. O da kaçtı ama kurtulamadı işte.

Devlet nerede peki? Neden korumuyor travestileri, eşcinselleri? İşine mi geliyor yoksa kendisine benzemeyenlerin öldürülmesi? Sırf cinsel yönelim veya cinsiyet kimliğinden dolayı öldürülenlere karşı ağırlaştırılmış hapis cezası verilmesi gerekmez mi demokrasi gereği? Hakimi de, yasası da, vatandaşı da, basını da aynı zihniyetin ürünü tabi. Mesela basın hala eşcinselliğin tercih edilen bir şey olmadığını öğrenemedi gitti. Yargı desen tahrik gözüyle bakıyor. Baştakiler böyle yaparsa, vatandaşı da namus meselesi yapar tabiatıyla.

İnsan olan insan hasta yatağındaki kardeşini öldürür mi? Aile değeri dediğimiz bu mudur? Namusunu temizlemek için öldürmüş kardeşini. Çünkü travestilik yapıyormuş kardeşi. Buyrun burdan yakın; Medya travestiliği eşcinsellerin kadın kılığına girip fahişelik yapması olarak algılanmasına sebep olursa, abiler de kardeşlerinin o işi yapmasını istemeyeceklerdir ahlakçı bir toplumda.

Milletin vekili değil miydi eşcinsellik hastalık diyen? Meclis’in internetinde yasaklı olan kelimeler listesinde değil mi eşcinsellik, travestilik, transseksüellik veya eşcinselliğe dair diğer kelimeler? Eşcinsellik bu ülkede dolaylı da olsa hem yasa dışı, hem de yasaklı listesindedir. Ve nefret cinayetlerine karşı ağırlaştırılmış hapis cezası vermeyerek de bu düşüncesini toplum nezdinde pekiştirmektedir. Ellerinden gelse direkt yasaklayacaklar ama buna şu aşamada güçleri yetmiyor galiba! İşlerine de geliyor bu belirsizlik yasakçı olarak tepki çekmemek ve homofobik zihniyetin meydanı boş bulup kendi istedikleri şekilde at oynatması için.

Türkiye Cumhuriyeti kurulalı yıllar-yıllar olmuş ama hala eşcinselleri koruyan bir yasa yer almamaktadır Anayasa’mızda. Eşcinseller de bu ülkenin vatandaşı bu topraklarda doğan kişiler olarak ve devlet eşcinselleri korumadığı gibi öldürülmesine de sebep olmamalı. Zor bir şey mi bir insanı korumak? Zor bir şey mi bir insanı cinsel yöneliminden, cinsiyet kimliğinden dolayı koruyacak yasayı çıkarmak? Kim itiraz edecek buna, insanların korunmasına? Kendiniz istemiyorsunuz değil mi bunu?

Mağdur Edilen Travesiler

İstanbul Travestileri zapturapt altına almayan çalışan polis sürekli taktik değiştirerek, farklı cezalandırma yöntemleri kullanarak travestilere hayatlarını zehir ediyor. Olmayan fuhuş mücadele komisyonların toplantı kararları, kabahatler kanununa göre ödeyemeyecekleri para cezalarına mahkûm edilerek yaşamların diyetlerini ödemeye mahkûm ediliyorlar.

Türkiye’de özellikle Ankara’da travestileri örgütlenmeye başlaması ve Pembe Hayat derneğinin kurulması da benzer bir mağdur hikâyesi. Buse Kılıçkaya ve Selay Tunç 2005 yılında Kaos GL’ye geldiler. Taksiye bir arkadaşlarına giderken, polisin yollarını kestiği ve arabadan zorla indirerek, gereksiz yere gözaltına almaya çalıştığından şikâyet ederek ne yapabiliriz diye sordular. “Örgütlenmek” dışında bir yol bilmeyen biri olarak, “örgütlenebiliriz” demiştim.

İşte, Pembe Hayat Derneği böyle kuruldu.

Tabiî ki Buse’lerin şikayeti ciddiye alınmadı, polislere mukavemetten ise dava açıldı. Sonuçta beraat ettiler. Ancak bu kavga burada bitmedi. Pembe Hayat Derneği içinde travestileri örgütlenmeye ve örgütlü bir şekilde polisten şikâyetçi olmaya başladıkça polislerin kini de nefreti de artmaya devam etti.

Daha ki 2010 yılında 17 Mayıs yürüyüşü sonrasında Buse, Selay ve arkadaşlarının arabasının yolu kesilene kadar. Hiçbir gerekçe göstermeden, keyfi bir şekilde arabadan inmeleri gerektiği söylenen travesti arkadaşlar, neden arabadan inmeleri gerektiğini anlamaya çalışırken, polisin biber gazı ve işkencesine maruz kaldılar. Sadece arabadaki travestiler değil, o olayda travesti arkadaşlarına destek olmayan giden Kaos GL ve Pembe Hayat’tan yaklaşık 30 kişi de aynı kötü muameleye ve işkenceye maruz kaldı. Ve 2010 yılında Homofobi Karşıtı Buluşmaya travestilerin keyfi olarak gözaltına alınması damgayı vurdu.

Polisin Bağlar Caddesi’nde yarattığı terörden bizlere geri kalan bir tek cümle vardı, “Buse’ye vurun”…

Evet, 2005 yılından 2010 yılına 5 yıldır örgütlenen travestilerin mücadelesinden polisin öğrendiği tek bir şey vardı. Buse’nin örgütleyici kimliğini kendine tehdit olarak görüyordu. 17 Mayıstan bir ay sonra gene Buse, Selay, Naz ve polis karşı karşıya geldiler, keyfi gözaltı, kabahatler kanunu ile karşı karşıya kaldılar. Dava Ekim’in son haftasında son buldu, Pembe Hayat Derneği başkanı Buse Kılıçkaya polise direnmek sucundan hapis cezasına çarptırırdı. Buse’ye birlikte yargılanan iki travesti arkadaşımız Selay ve Naz da bu suçu beş yıl boyunca bir daha işlememek suretiyle beraat ettiler. Buse hukuki mücadelesine devam ediyor, cezaya karşı çıktı.

Muhtemelen bu polis-yargının travesti zapturapt altına almak için kullanacağı yeni taktik olacak. Bütün travesti bir kere de olsa polise direnmek suçundan yargılanacak ve bu yargılanma sonucunda polise direnmeme koşulu ile 5 yıllığına özgürlüklerine ipotek altına almış olacaklar.

Bu mücadeleye ise LGBT örgütler dışında herkes kendi meşrebince yaklaşıyor. En iyi ihtimalle herkesin üç maymunu oynadığı bir süreçteyiz.

Yukarıda yazdıklarım kötü bir film senaryosu değil veyahut sonunu sizin tamamlamanızı istediğim bir hikâye değil. Biz mücadele etmeye devam edeceğiz, insan haklarının kazanması için mücadele edeceğiz. Travesti kimlikleri nedeniyle “suçunuz travesti olmak” diye tutuklanmasına karşı özgürlüklerimiz için mücadele etmeye devam edeceğiz. Trans kimlikleri yok sayamazsınız, suçlu ilan edemezsiniz, transları mağdurlaştırmanıza izin vermeyeceğiz!

Travestiliğe Düzcinsel Bakış

“Batı’da okuyan kız punk kültüründen beslendiği halde eşcinsellik karşısında yıkılıyor; ben en çok bu kısımda güldüm. Sayın Kulin’in konuya ne kadar hakim olduğu bir tek buradan bile belli.”

Küçük İskender yazdı

“Eşcinsellik bir aile sırrı, bir kültür sırrıdır Ortadoğu’da. Deşifresi linç ve öfke doğurur; çünkü seksi bir saldırı biçimi, bir otorite dili gibi kullanan erkekleri yüzünden iletişim çoktan kopmuştur.”

Ben bir klasik müzik konseri sahnesinin bir rock festivali sahnesinden farklı düzenlenmeyeceği günleri tasavvur ederek yazıyorum; ışıkların, barkovizyonun desteklediği bir atmosfer. Çünkü uzaya gitme çabasının da aslında derinlerden su yüzüne çıkma uğraşı olduğunu biliyorum; havanın da başka bir deniz olduğunu görmüş bulunuyorum epeydir. Havanın dışına çıkarsak nefes alabileceğiz. Nefesimiz anlam kazanacak, şuuru açılacak. Boşluk diye korktuğumuz şey, teslim alırken teslim olduğumuzu görmekten, o an hissettiklerimizden ne kadar ötede ki?!

Yahut yanılgılarımızın temel doğruları temsil etmediğini, bütün bir tarihin dayatmalarının algı yanılmalarına, algı kaymalarına yol açmadığını kim iddia edebilir: Acımanın dönüştüğü ilgide baş gösteren şefkat ve sahiplenme, hakları koruma yahut bir durumu, bir var oluş biçimini kurtarma timi kurma telaşı bazen üstünkörü olabiliyor. Üstünü kör gözlerle gören alttaki yapıyı hangi duyu organlarıyla biçimlendirecektir?

Yazarlar kendilerini bazen komple sporcu sanabiliyor açıkçası: örneğin iyi futbol oynuyorsam iyi de yüzerim, hatta eskrimde de başarılıyımdır, halter ve buz hokeyinde de madalyalarım var gibi. Bu özgüvenle her alanda kalem oynatmak ya da klavye tıklatmak, hoşgörünün neden olduğu travmaları daha zor patolojilere sürüklemiyor mu? Hele meseleniz kapalı, muhafazakâr, önyargılı, infazı seven bir toplumun yargıladığı bir mecrada aşk ise, siz bu mecranın sadece seyircisi iseniz ve bugüne kadar bu mecrada olup bitene tepki / destek vermemişseniz, ne diye birdenbire merakınız bu yöne kayar?!

Eşcinsellik bir aile sırrı, bir kültür sırrıdır Ortadoğu’da. Deşifresi linç ve öfke doğurur; çünkü seksi bir saldırı biçimi, bir otorite dili gibi kullanan erkekleri yüzünden iletişim çoktan kopmuştur. İran’la bu topraklar arasındaki fark, eşcinsellerin halka teşhir için meydanlarda asıldığı vinç kadardır sadece. Bu topraklarda travestiler, transseksüeller öldürüldü mü insanlar bayram yapar. Ve siz yazdığınız romanda bir eşcinseli yükselme hırsı içinde, dini imanı para ve şöhret olan, marka meraklısı, âşık da olsa başkalarıyla yatarak bedensel hazlarına tutsak düşen bir kurban, tasarladığı edebi metinde kendi hayatını ortaya koyarak diğerlerini de yakan biri diye gösterirseniz ve kurtuluşu intiharsa, cinayetse, eşcinsellikle tanışması illaki çocukken tecavüze uğraması ise, durum vahimdir. Şüphesiz, her cinste olduğu gibi eşcinsellerin arasında da böyle düşünenler, böyle bir hayattan gelenler vardır; ancak, siz eşcinselliği romanınızın odağı yapıyorsanız, romanınızın ana kahramanı erkek o güne dek bu tür bir yönelimi yokken birdenbire bir gay’e tutuluyorsa, siz bir eşcinseli değil bir “ibne”yi anlatıyorsunuzdur içten içe. Aile yıkan, ahlaki değerleri altüst eden bir felaketin ateşleme fitili! Size bu hakkı kimse vermediği halde ‘severim de, döverim de’ edasıyla, eşcinsel dünyasını ‘bir arka balkonu kapatmak’ yahut ‘gay club’a takılmak’la sınırlandırmak, araya biraz Doğu’da queer sıkıntısı, töre, din baskısı ve İslami siyasi yapı katarak kitabı ‘memleketleştirmek’ bu telaş içersinde ‘ofis ile büro’yu, restoran ile lokanta’yı’ aynı ya da yakın cümlelerde kullanmak, böylelikle popüler kültüre, çok satanlara hizmet etmek sıkıntılıdır.

Ayşe Kulin, Gizli Anların Yolcusu adlı romanında heteroseksüellerin trajik olaylar ve cinsellik çıkmazları içinde bocalayışlarına uzanıyor; akıcı ve yormayan dilini zaten heteroseksüellerin sıradanlığına bağlamak mümkün. Pantolonlarının önünü çözen erkeklerden, eteğini sıyıran kadınlardan ibaret olmayan hayatın içine aniden giren bir eşcinsel, parfümler-çin yemekleri- olana bitene yabancı-çıkılan yolculuklarda duyarsız-köpük banyoları yapan bir süs bebeği güzelliğiyle herkesin evrenini altüst ediyor. Bir dizi film senaryosu tadında, psikolojik derinliği es geçilmiş bir roman. Karakterler havada uçuşuyor: Neden ‘o’ oldukları yok. Bir tek eşcinselin geçmişi hakkında bilgi sahibiyiz; tacizlerden ibaret bir ‘zavallı çocuk’ konumu. Eşcinselliğin eğilim mi, yönelim mi yoksa fizyolojik mi olduğu bir kenara bırakılıp ruhsal çöküntülerin sonucu diye belgelenmesi bir yana ülkede gördüğü eziyet, aşağılanma görmezden gelinmiş. Çünkü amaç heteroseksüel ana kahramanın yıkılış hikâyesine bir darbe de oradan vurmak.

Ayşe Kulin, sahaya yanlış takım sürmüş: Yapay mutluluklarını idame ettirmeye çalışan ebeveyn, iş yerinden bir yasak aşk, ortalıklarda dolaşan kariyer sahibi kadınlar, yurtdışında okuyan bir kız evlat. Bu takım eşcinselliği nasıl anlatabilir: Batı’da okuyan kız punk kültüründen beslendiği halde eşcinsellik karşısında yıkılıyor; ben en çok bu kısımda güldüm. Sayın Kulin’in konuya ne kadar hakim olduğu bir tek buradan bile belli.

Biyografik romanları öncesi yaptığı çalışma bu kere gay club adı öğrenmekle sınırlı kalmışa benziyor. Üstelik o barın adını da birebir vererek bir bakıma ‘ihbar’da bulunması imalı.

Ben kendisine yardımcı olayım; izlemediyse Party Monster (Yönetmen: Fenton Bailey, Randy Barbato), Brooklyn’e Son Çıkış (Yönetmen: Uli Edel) / okumadıysa Yırtıcı Geceler (Cyril Collard), Adınla Çağır Beni (Andre Aciman), Dorian Gray’in Portresi (Oscar Wilde), Corydon (Andre Gide); bunların faydası olacaktır. Tabii, Foucault’nun Cinselliğin Tarihi’nin de baştan aşağı, satır satır didik didik okunması iyi olur. Ama asıl film, Sean Matias’ın 1997’de Martin Shaw’ın ünlü tiyatro oyunundan uyarladığı ‘Bent’. Nazi Almanya’sında toplama kampına düşen iki eşcinsel erkeğin dostluğunu, yakınlaşmasını ve şartlar yüzünden platonizmden ötesine geçemeyen aşkı anlatılıyor. Karakterlerden biri (Max) eşcinsel olduğu bilinmediğinden dolayı pembe üçgenli gömleği giymek yerine sadece Musevi işareti taşıyan bir gömlek giymeyi tercih ediyor. Eşcinselliği gururla taşıyan ve o durumda eşcinseller dışında başka bir gruba dahil olmanın pek bir avantajı olmayacağını fark eden Horst ise asla gururundan ödün vermiyor. ‘Gerçekten söyleyecek bir şeyi olan, eşcinsel onur üzerine semboller ve kafa yormayı gerektirecek diyaloglar içeren bu film izlenmesi gereken klasikler arasında. Ancak filmin amacı izleyicileri ağlatmak değil, eşcinsellerin Nazi Almanya’sındaki durumunu gözler önüne sermek ve Nazi toplama kamplarındaki zulmün her tür azınlığa ayrım gözetmeden uygulandığını göstermek.’ deniyor yorumlarda.

Belki Nazi Kampı ile bir ülkeyi karşılaştırmak fazlaca ağır, ama eşcinseller için zaman ve toprak gözetmeksizin hâlâ bir toplama kampı işkencesi yaşatıldığı aşikâr.

Yıllar önce topluca katıldığımız bir etkinlikte, Bandırma olabilir, Sayın Kulin tüm ısrarlara karşın o gece orada konuk kalamayacağını, diş fırçasını bile yanına almadığını söylemişti görevlilere. Yakınındaydım. Duydum. Bu derece hijyenik bir yazarın böylesi ‘ters’ bir konuyu sayfalarca yazması ise ciddi bir muamma.

İsminde bile etik endişeler taşıyan Gizli Anların Yolcusu, eşcinsel odaklı edebiyata hiçbir şey katmıyor, hep bilinen mesafeli, iğreti bakışa bir de Ayşe Kulin imzası ekliyor. Hepsi bu.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti