travestikadikoy travesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 108

Travesti Kimlikler Hastalık Değildir

Bizler kadınlık ve erkeklikten ibaret ikili cinsiyet sistemini tek ve mutlak bir seçenekmiş gibi dayatan aşırı katı anlayışı ifşa ediyoruz.

“Trans kimliklerin (transseksüel ve transgender) hastalık tanımından çıkarılması gerekliliğini savunan bir kampanya olan Stop Trans Pathologization-2012 “Sözde ‘cinsiyet kimlik bozukluklarının’ tüm dünyada ve Türkiye’de kullanılan Amerikan Psikiyatri Birliği’nin 2013′te yenileyeceği Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı DSM (The Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders) ve Dünya Sağlık Örgütü’nün 2014′te yenileyeceği Uluslararası Hastalık Sınıflaması ICD (International Statistical Classification of Diseases and Related Health Problems) teşhis kılavuzlarından çıkarılması ve trans bireylerin sağlık haklarının güvence altına alınmasını” amaçlayan bir kampanyadır.”

“STP 2012 kampanyasının dahilinde, Ekim 2007’den beri tüm dünyada değişik şehirlerde eşzamanlı gösteriler düzenlenmiştir. Trans Kimliklerin Hastalık Tanımından Çıkarılması için Uluslararası Eylem Günü 23 Ekim 2010 tarihinde tüm dünyada, farklı şehirlerde gösteri ve eylemler gerçekleşmiştir. İstanbul’da Taksim Meydanı’nda başlattığımız Galatasaray Meydanı’nda basın açıklamasıyla son verdiğimiz bu coşkulu eyleme, İstanbul LGBTT Sivil Toplum Girişimi, Voltrans Trans Erkek İnisiyatifi, Lambdaistanbul LGBTT Dayanışma Derneği ve Kadın Kapısı’ndan aktivistlerin yanı sıra feminist, insan hakları ve üniversitelerdeki LGBT örgütlerinden birçok kişi katılmıştı. Bu eylemler yalnız İstanbul’da değil Ankara’da ve dünyanın birçok farklı şehirlerinde de gerçekleşmiştir.”

Şu ana dek, aynı anda gerçekleşen eylemlerle 45 ülke kampanyaya katılmıştır. Şehirlerin sayısından da anlaşılacağı gibi dünyanın birçok yerinde trans hakları ihlali yaşanmaktadır. Uluslararası Af Örgütü web sitesinde “Lezbiyen Gey Biseksüel Travesti/Transseksüel (Transgender) Sorunları” başlığı altında yayınlanan bu yazı dünyanın farklı yerlerindeki trans bireylerin yaşadığı hak ihlallerini gözler önüne sermektedir.

“Birçok ülkede trans kişilerin hakları korunmuyor; sadece olmak istedikleri gibi yaşadıkları için kovulabiliyorlar. Birçoğu, nasıl niteliklere sahip olurlarsa olsunlar, bir yerlerden başlamak için bir iş sahibi olamıyorlar.” Türkiye ve Kosta Rika’daki trans toplulukları da devamlı bir şekilde polis tarafından cinsel ve diğer şekillerdeki istismarlar ile taciz ediliyorlar. Birçok sıradan yöntem ile trans kişiler sürekli ayrımcılığa uğruyorlar. Sağlık hizmetlerini kullanmak onlar için büyük bir sıkıntı; aşağılama ve daha kötü muameleye maruz kalmak ise zaten hepsi için ortak. Bunun sonucu olarak hastalandıkları zaman birçoğu sağlık yardımı almaktan kaçıyor. Birçok ülkede trans kişiler cinsiyetlerinin yeniden tayin edilmesi için gerekli olan önemli belgeleri alamıyor; bu durum evlilik olasılıklarının reddedilmesine yol açıyor, aşağılanmaya neden oluyor, hatta yanlış belge kullandıkları gerekçesiyle durumun daha da kötüleşmesine ve tutuklanmalarına bile sebep olabiliyor.”

“İkili cinsiyet modelinin acımasız katılığı ve bu durumun ortaya çıkardığı insan hakları ihlallerinin zorlayıcı koşullarının temelini oluşturduğu Transgender (Travesti/Transseksüel) Hareketi, cinsiyet çizgisinde karşı tarafta olan kişilerin oluşturduğu genel birlikteliğin hareketidir. Cinsiyet geçiş ameliyatı geçirmiş veya geçirmemiş interseksler ve transseksüellerle birlikte istanbul travestileri ve cross-dresser’ları da kapsayan bir harekettir bu. Bu mücadele, cinsiyet kimliğimiz ne olursa olsun, bizi erkeksi ve kadınsı olmanın katı ve basma kalıp ifadelerinden kurtarıp, hepimizi özgürleştirme potansiyeline sahiptir.”

Bu uzun soluklu kampanya ile amacımız sokaklarda coşkuyla yürüyerek, trans kimliklerin değil, diğer cinsiyetleri ve yönelimleri görmezden gelerek, ötekileştirerek kendini vareden heteroseksist ve ikili cinsiyet sisteminin hasta olduğunu tüm dünyaya haykırmak; medya aracılığıyla taleplerimizi, devlet yetkililerine ulaştırmak ve maruz kaldığımız ayrımcılığı, şiddeti kısaca hak ihlalleri sonucunda doğan mücadelemizin sesini tüm dünyaya duyurmaktı.

Trans aktivistlerin başlatmış olduğu bu kampanya, 1979 yılından bu yana trans kimlikleri “cinsel kimlik bozuklukları” kapsamında değerlendirerek “tanı ve tadavi” için standart bakım prosedürü geliştiren, buna bağlı olarak cinsiyet tayini kararının iki aşamada verilmesini tavsiye eden ve bugün halen İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nde harfiyen yerine getirilen Harry Benjamin kriterlerini sorgula(t)mış, trans aktivistler ve psikiyatristler arasında tartışmalara neden olmuştur. 2012 yılında açıklanması gereken DSM-5 2013 yılına ertelenmiştir. Halen hazırlık aşamasında olan DSM-5’te transeksüelite kategorisi gözden geçirilmektedir.

“Bizler kadınlık ve erkeklikten ibaret ikili cinsiyet sistemini tek ve mutlak bir seçenekmiş gibi dayatan aşırı katı anlayışı ifşa ediyoruz. Bu ikili cinsiyet sistemi sonradan inşa edilmiştir ve bu nedenle sorgulanabilir. Sırf bizim buradaki varlığımız bile bunun yanlış olduğunun bir kanıtıdır ve bu da gerçeğin daha çoğulcu ve daha çeşitli olduğuna işaret eder. Tıp ve devlet bizi hasta olarak tanımladıkça bizim kimliklerimizin, bizim hayatlarımızın onların sistemini ne kadar derinden sarstığını itiraf etmektedirler. Bu yüzden diyoruz ki, hastalık bizde değil, bu ikili cinsiyet sistemindedir.”

Travesti Mahkumlar

Trans Onur Haftası kapsamında trans mahpusların sorunları, “Gökkuşağının tecridi”, cinsel saldırılar ve çözüm yolları konuşuldu.

“Faili Devlet” temasıyla düzenlenen 5. Trans Onur Yürüyüşü devam ediyor. Nefret cinayetleri ve translara dönük devlet politikalarının gündemleştirildiği hafta kapsamında bugün (19 Haziran) “Trans Mahpuslar” paneli gerçekleştirildi.

Harbiye Mekan Artı’da gerçekleşen panelde; cezaevlerinde translara dönük cinsel saldırı, tecavüz ve tecrit uygulamaları konuşuldu. Çözüm yolları arandı. Panele SPoD LGBT’den Avukat Rozerin Seda Kip, Cezaevi İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nden (CİSST) Zeynep Alpar ve Hêvî LGBTİ’den Rosi Da konuşmacı olarak katıldı.

“Gökkuşağının tecridi”
Avukat Kip, panelde “Gökkuşağının Tecridi” başlıklı bir sunum yaptı. LGBTİ mahpusların diğer mahpusların aksine “suçlarına” göre değil kimliklerine göre cezaevlerine yerleştirildiğini söyledi.

LGBTİ mahpusların hizmetkar olarak kullanılmak istendiğini vurgulayan Kip, cezaevi personeli ve diğer mahpuslarla LGBTİ mahpusların ilişkisinde kimlikten doğan bir hiyerarşi olduğunu söyledi.

Cezaevlerine bir avukat olarak gidip bilgi almak istediklerinde dahi muazzam bir duvarla karşılaştıklarını hatırlatan Kip, “Mahkumiyeti aldıktan sonra cezaevinde yapılan her muamele tecride dönüşüyor. Yalnızca trans kimliğinden dolayı 8-9 cezaevi değiştirmek zorunda kalmış trans kadınlar var. Bu ciddi bir hak ihlalidir” ifadelerini kullandı.

“Mağdura bir kat daha ceza veriliyor”
Zeynep Alpar ise, LGBTİ mahpusların “Biz sizin güvenliğinizi sağlayamayız” gerekçesiyle ortak alan kullanımından dışlandığını kaydetti. Alpar bu durumu, “Mağdura bir kat daha ceza veriliyor” dedi.

Alpar sözlerine şöyle devam etti: “Aslında toplum için ne istiyorsak; cezaevlerinde de aynısını istiyoruz. Bu hasta tutsaklar için de böyle; başka durumlarda da. Hasta tutsakları örneğin aynı yere topladılar Metris’te. Böylece hasta olmayan mahpuslarla kalsalar yaratılacak dayanışma önlendi.”

“LGBTİ’lere cezalar çok hızlı veriliyor”
LGBTİ bireyler söz konusu olduğunda tutuklu olma oranının daha az olduğu, LGBTİ’lerin davalarında çok hızlı bir şekilde hüküm verilip cezaevine konulduğunu kaydeden Alpar, “Delil araştırmasına gerek yok. Çok hızlı bir şekilde LGBTİ’ysen ceza kesiliyor. Ayrımcılık cezaevinden önce başlıyor.”

Alpar şöyle konuştu: “Devlet bir insanı tutuklu yargılıyorsa onun bütün ihtiyaçlarından sorumludur. Devlet bu sorumluluklarını reddediyor. Adalet Bakanlığı’nın söz konusu LGBTİ’ler olduğunda bir düzenlemesi yok. Çok keyfî uygulamalar var. Kendi çaplarında da olsa bir standart getirmemiş olmaları ciddi sorunlara yol açıyor.”

Travestinin tecavüze uğraması çok olağan!”
Rosi Da da LGBTİ’lere ayrı cezaevi projesini eleştirdi. Bunun tecrit anlamlarını taşıdığını kaydeden Rosi, “Cezaevlerinde ciddi cinsel saldırılar da söz konusu. Trans mahpusların sesini duyurabilmesinin de önü kesiliyor. Şikayet edildiğinde ise ‘Bir istanbul travestinin tecavüze uğraması olağan’ deniliyor.”

Rosi cezaevinde siyasi tutsak olduğu dönemde yaşadıklarını aktardı: “İlk girdiğimde cinsel kimliğimi söylemedim. Esmeray’ın köşe yazısında Roşin Çiçek’in katledildiğini duyunca; Adalet Bakanlığı’na ve İmralı’ya mektuplar yazmaya başladım. O mektuplardan sonra benim bir ibne olduğumu anladılar. Beni psikiyatriste ve genel cerraha göndermeye çalıştı cezaevi yönetimi. Tekli hücreye atmak istediler beni.”

Muhafazakâr Travesti Olabilir Mİ ?

Bu konunun üzerine düşünmem feminizm – İslam tartışması etrafında şekillenen büyük ve bulanık bulutun etrafında kararsız bir şekilde dönüp durduğum zamanlarda başladı. Kendilerini queer Müslüman olarak tanımlayan insanların ellerinden çıkanları okumam ise kafamın daha da karışmasına neden oldu. Ancak üstüne düşeceğim kısım bu ‘Müslüman’ değil. Bahsetmek istediğim muhafazakârlık kavramı, bugün hükümetin kendini tanımlamayı seçtiği İslamik üslubun bahsettiği muhafazakârlıktan çok, bir şeyleri muhafaza etme, koruma, sürdürme olarak algılanmasını istediğim, gelenekselliğe işaret eden bir kavram.

Günümüzde hem Türkiye’de hem genel olarak dünya çapında queer’in dönüşerek LGBTİ (lezbiyen, gey, biseksüel, trans, interseks) olmaya indirgendiği bir durum ortaya çıkmış durumda. Gey ve lezbiyenlerin örgütlü mücadelesi, zaman içerisinde alanını genişleterek içine transeksüelleri, biseksülleri, travestileri ve interseksleri de katarak büyüdü. Şimdi görünense tüm bu kimlikler için queer çatısının kullanılıyor olduğu. Bu duruma karşı çıkan birçok insan olduğundan elbette haberdarım.

Öncelikle okuduklarımda queer kelimesinin, teorideki “kimliksiz” tavrından çok uzak bir algısının olduğunu görerek şaşırdım. Çünkü bu değişik, yamuk, garip ve hatta yer yer ucube gibi anlamlara gelen ve 1990’lı yıllarda LGBTİ toplulukları tarafından akıllıca, ironik bir tavırla sahiplenilen queer kelimesi, artık neredeyse bir cinsel kimlik olarak kullanılmaya başlanmış gibi bir izlenim edindim. Queer olmayı eşcinsel olmakla bir tutmak gibi sığ, temelsiz bir yaklaşım, queer’in altında yatan büyük özgürleşme potansiyelini neredeyse yerle bir etmiyor mu diye düşünmeye başladım.

Dolayısıyla asıl değinmek istediğim nokta burada şekilleniyor. LGBTİ olup da muhafazakâr ya da dindar olmak mümkün değil mi? Elbette mümkün. Herhangi bir kimlik içerisinden hak talebinde bulunan bireylerin manevi değerlere yönelmesi, benimsemesi ve günlük yaşamlarını din referansıyla örgütlemeleri tüm kimliklerin en doğal haklarının başında geliyor. Benim kafamı karıştıran noktaysa kendini queer olarak gören bir bireyin muhafazakâr olmakta direttiği noktalar. Queer’in doğası gereği muhalif yapısı bugün LGBTİ bireyler tarafından sahiplenilmesinde büyük bir etken. Ancak unutulmaması gereken bir nokta queer’in yalnızca bir cinsel kimliğe referans vermediği.

Queer’in bir kimliksizleşme önerisi sunduğu çoğu zaman göz ardı ediliyor. İktidar ilişkileri çevresinde şekillenen dualitelere karşı bir tersine çevirme, normu bozma ve yeniden inşa etme süreci olarak queer, bugün LGBTİ hareketinin karşı duruş politikalarında önemli bir yer tutsa da yalnızca bir tarafıyla ele alınıyor gibi görünüyor. Çünkü bir yandan kendini geleneksel değerlerin içinde var etmeye, kendine o alanda bir yer açmaya çalışan birey, taviz vermekten ve entegre olmaktan bir dereceye kadar kaçınabiliyor. LGBTİ hareket içerisinde en çok eleştirilen şeylerden biri olan eşcinsel evliliği konusuna bu denli vurgu yapılmasının nedenlerinden biri de bu. Bize ilkokul sıralarında öğretilen “aile toplumun en küçük yapıtaşıdır” düsturundan hareketle bireysellikten çok, muhafazakâr bir değer olarak aileyi vurgulamak tam da geleneksel bakış açısının dayatmalarından biri. Bu yüzden bugün eşcinsellerin evlenme ve çocuk sahibi olma konusundaki haklı talebi yalnızca o birey çerçevesinde değerlendirildiğinde anlamlı oluyor. Buradaki mücadeleyi queer bir karşı duruş olarak okumak büyük bir hataya düşmek olacaktır.

Queer teori entegre olmayı, benzeşmeyi değil aksine ayrıksılığı, değişimi ve tersine çevirmeyi önerir. Dolayısıyla sıradan bir hetero gibi evlenip çocuk sahibi olmayı arzulamak, ancak heteronormativitenin bazı yüzlerine entegre olmayı doğurur. Oysa muhafazakâr, geleneksel değerlerin değersizliğini ve ikiyüzlülüğünü vurgulamak, karşı durmak ve bunun temelinde şekillenen bir duruş sergilemek queer bir tavır olacaktır.

Bir başka deyişle, LGBTİ kimliklerin kendilerini muhafazakâr olarak nitelendirmeleri her ne kadar mümkün ve doğal bir talep olsa da bunun bir özgürleşme projesi sunmadığı aksine kapana kıstırmaya devam ettiği göz önünde bulundurulmalıdır. LGBTİ kimliklerin uzun süredir sahiplendiği queer teorinin imkânlarını daha iyi okuyarak muhafazakârlığın içinin boşaltılması, bu teorinin sunduğu argümanları ve olanakları daha berrak bir biçimde değerlendirmesi gerekmektedir. Bugün “LGBTİ olmak = queer olmak” algısının ciddi bir dönüşüme ihtiyacı olduğu gözükmekte. Queer’in olduğu yerde muhafazakârlığın da bir kültürel inşa olduğu unutularak savunuculuğu yapmak queer’in içini boşaltmakta, altını oymaktadır.

Sonuç olarak son zamanlarda sık sık karşılaştığımız “başörtülü ve lezbiyenim” ya da “dindar bir transım” söylemlerinde olmayan çelişki “queer ve muhafazakârım” söyleminde karşımıza çıkmaktadır. Burada özellikle vurgulamak istediğim bir nokta var: “Muhafazakârlığın olduğu yerde queer mümkün değildir” demek büyük bir hata olacaktır. Ancak bu durum için, muhafazakârlığı hedef göstererek onu yıkıma uğratmaya çalışan bir queer’den söz etmemiz gerekir. Muhafazakârlıkla kardeş kardeş anlaşan ve içinde eriyen bir queer söz konusu değildir. Queer ve muhafazakârlık ancak birbirlerinin karşısında durdukları zaman anlamlıdırlar.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti