travestikadikoy travesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 112

LGBTİ’ler ve travestiler açılmadan topluma kendini kabul ettirebilir mi?

“Denizli LGBTİ ve Aileleri” olarak oluşumumuzun adına yakışır bir şekilde bu haftaki buluşmamızı da gerçekleştirdik. Tam 40 kişiydik bu hafta da. Üniversiteden birçok bölümden öğrenci arkadaşlarımız vardı: Fizik Tedavi, Sınıf Öğretmenliği, Beden Eğitimi Öğretmenliği, İşletme, İnşaat Mühendisliği, Tıp Fakültesi, Çalışma Ekonomisi, İktisat, Felsefe… Bu hafta tartıştığımız “açılım” konusuna uygun olarak, açılımlarını yapmış anneleriyle katılan eşcinsel ve transseksüeller vardı, gene başka şehirden oluşumumuzu duyan ve katılan transseksüel bir arkadaşımız vardı, sosyalistler vardı, taraftar grupları vardı…

Buluşmamıza katılımcıların kendilerini tanıtmalarıyla başladık. Daha sonra da açılımlarını ailelerinin tamamına yapmasalar da gerçekleştirdikleri kadarıyla hikayelerini dinledik. Şehir dışından gelen trans arkadaşımız, buluşmalarımıza katılan bir arkadaşımızın aracılığıyla katılmış bu akşamki buluşmaya. O, annesine açılımın yapmış. Aslında aile bireylerinin hepsi biliyormuş ama kabul edemiyorlarmış; özellikle ailenin erkek tarafı. O da tedavi sürecini yaşamış ve şu ifadeyle karşılaşmış; hormonların normal, her şeyin normal, sen neden böylesin? Babasının moralini bozan olaylar durulduktan sonra, babasıyla da bu konuda yüzleşmeyi düşünüyor. Hep tartıştığımız konudur açılımımızı çeşitli sebepler yüzünden ertelemek. Oysa kimliklerimizin ertelenecek hiçbir tarafı yoktur. Çünkü olaylar olmaya devam edecektir ve belki de açılım yapma fırsatını hiçbir zaman yakalayamayabiliriz bu gerekçeler yüzünden. Olaylar öyle veya olacak zaten. Bu durum bizim kendimiz olarak yaşamamızı ertelememize engel teşkil etmemeli. Arkadaşımız da bu arada üniversite öğrencisi. Her LGBTİ ailesinin duyduğu korkuyu onun annesi de duyuyormuş; ya seks işçisi olursa. O da trans cinsiyet kimliğinin başarısına engel teşkil etmeyeceğini anlatmaya çalışmış. Heteroseksist dünyanın transseksüelleri seks işçiliğine mahkum ettiğini göz ardı edemeyiz ama buna rağmen LGBTİ’lerin çalışma hayatında da var olabilmek için mücadele vermesi gerekiyor.

Geçtiğimiz haftalarda erkek kılığında gelen trans arkadaşlarımızdan biri, bu hafta trans kadın cinsiyet kimliğine uygun giyinmiş olarak, yani kadın kılığında annesiyle geldi. İlk geldiği hafta gözü yaşlı annenin yüzü gülüyordu artık. Evet, gerçeklerle barışmak ve hayatı olduğu gibi kabul etmek hayatımızı kolaylaştıracak, daha yaşanılası kılacaktır kuşkusuz.

Eşcinsel bir gencimiz de açılımını yaptığı annesiyle geldi bu haftaki buluşmamıza. Aslında bu arkadaşımızın ailesi her şeyi en baştan beri biliyormuş anne-baba olarak, aile olarak ama bu durumu bir geçiş süreci olarak düşünüyorlarmış; “bu yaşları da atlatacak ve heteroseksüel olacak” diyorlarmış kendi aralarında. Anne bir gün gerçeği itiraf ettiriyor çocuğa. Nasıl mı; eşcinsel arkadaşımızın eşcinsellikle ilgili damarına basarak. Neden mi itiraf ettiriyor; çünkü çocuğunu düşünüyor ve eve geç gelmelerinden dolayı çocuğunun başına bir şey gelmesinden korkuyor. Arkadaşlarıyla buluşmalarına istinaden “Kimmiş bu arkadaşların?” diyor anne ve arkadaşımız da arkadaşlarını getiriyor bir gün eve. Bir tanesi aşırı kibar-feminenmiş. Daha sonra anne, “Senin bu arkadaşların da ’nonoş’ gibi” diyince, arkadaşımız sinirleniyor, “Evet nonoş, ben de istanbul travesti olacağım” diyor tepkisel amaçlı. Şu anda her şey biliniyor. Bu annemizin korkusu da diğer annelerinkinden farklı değil; ya travesti olursa, ya… Arkadaşımız da anlatmış defalarca; “Anne ben transseksüel değilim, erkek bir eşcinselim.” diye. Annenin hala umudu var çocuğunun bir gün heteroseksüel olması konusunda. Çünkü o bir erkek çocuk annesi. Askere gidince ya başına bir şey gelirse; askere gitmeyip pembe teskere alırsa, “aile çevreme durumu nasıl açıklarım” kaygısı taşıyor. “Biz anne, baba, aile olarak durumu kabul ettik ama bunu yakın çevremize anlatamayız” diyor. Annemiz ilk başta konuşmak istemiyordu ama zamanla ortama ısındı ve çok samimi bir sohbet ortamı oluştu.

Ben seviyorum oluşumumuzda ailelerin de olmasını. Çünkü biz bireysel bir kültüre sahip değiliz şu aşamada. Yani sorunlarımızı aile içinde halledemedikten sonra istediğimiz noktaya gelemeyebiliriz. Çünkü birçoğumuzun kendimizle değil, ailelerimizle sorunu var kimlik konusunda. Çünkü bizi tanımayanların kimliklerimize müdahalesi yakın çevremiz kadar sert değil. Uzaktan herkes “bana ne” diyebiliyor ama aileler söz konusu kendi çocukları olunca bu konuda korku, kaygı duyuyorlar. Mesela bu ailemizin yetişkin eşcinsel arkadaşları var kabul ettikleri ve eşcinselliğin, biseksüelliğin ne demek olduğunu biliyorlar bu sayede. Belki çocuklarını bir ölçüde de olsa kabul etmelerinin sebebi bu konuya fazla yabancı olmamaları. Demek ki LGBTİ’lerin kabul edilmemesinin en büyük sebeplerinden birisi de bu konuda yeterli ve doğru bilgiye sahip olunmaması.

Kimsenin, hatta LGBTİ’lerin bile çoğunun bilmediği farklı bir cinsel kimlikte arkadaşımız da vardı bu akşam; panseksüel bir kadın. Solistlik yapıyor kadın olarak ama o görsel kadınlığı bir aksesuar olarak kullanıyor. Çünkü kendini hiçbir cinsiyete ait hissetmiyor ama cinsiyet veya cinsel yönelim ayırt etmeksizin herkese aşık olabiliyor. En son bir travestiyle aşk yaşamış ve bu ilişkiyi lezbiyen bir ilişki olarak tanımlıyor. “Yarın bir erkeğe de aşık olabilirim, bir kadına da, heteroseksüel veya eşcinsele de” diyor. Mesela ben de cinsel yönelim olarak kendimi net bir şekilde tanımlasam da, cinsiyet kimliği olarak tanımlayamıyorum; ben kadınlığın veya erkekliğin ne olduğunu tam olarak bilmiyorum; hissedemiyorum böyle bir şeyi yani. Şimdi bu arkadaşımız kendi bile kendini belli bir kalıba oturtmak istemezken, başkalarını kimliğinin renkliliği konusunda nasıl inandırabilir. Hasta gözüyle bakıldığını söylüyor. O yüzden kendisini kabul etmiş ailesine bile daha bilindik bir kimlik olarak biseksüelim demekle yetiniyor. 50 cinsel kimlikten bahsediliyor, unutmayalım.

Biz LGBTİ’ler açılımımızı yapmayarak kendimizi doğru ifade edebilir miyiz ve de dolayısıyla kabul edilebilir miyiz? Bazı arkadaşlarımız sert tepkiyle ve dışlanmakla, ayrımcılıkla karşılaşırız gerekçesiyle gizli kalmayı tercih ediyorlar ama bizi kendiliğinden kabul edecek bir dünya mı var? Ve gizli kalarak ne kadar koruyabiliriz kendimizi; mutlaka bir gün kendimizi ifade etmediğimiz için önyargıların oluşturduğu homofobi veya transfobiyle karşılaşacağız. Hemen hemen her hafta buluşmalarımıza katılan Berrin arkadaşımız açılıma en güzel örneklerden biri. Yeri ve zamanı geldiğinde herkese açılımını gerçekleştirdiği gibi LGBTİ’ler adına dostlar da kazandırıyor. LGBTİ’ler açık olmadıkları sürece hak mücadelesi yapabilecekler mi? Heterosesküel dünya ile bir araya gelmedikten sonra kapalı kapılar ardındaki LGBTİ buluşmaları bizlere ne kazandıracak?Bizim oluşumun en büyük özelliği de, heteroseksüllerle birlikte gerçekleştirmemiz buluşmaları; zaten amacımız heteroseksüellere kimliklerimizi kabul ettirmek değil mi? Kendimizi asıl anlatmamız gereken onlar değil mi?

LGBTİ’leri tanıyan, eşcinselliği, transseksüelliği ve diğer kimlikleri öğrenen heteroseksüeller, LGBTİ’lere karşı ayrımcılığı yenmek adına kendi çevrelerini de dönüştürdükleri gibi, yakın çevrelerindeki gizli LGBTİ’lerin de bu harekete dahil olmasını sağlıyorlar. Çünkü eşcinselliği, transseksüelliği kabul etmiş heteroseksüel bir çevre, eşcinselleri açılma konusunda cesaretlendirecektir de. Bu akşamki buluşmada bunun örneklerini gördük. Eşcinselliği, transseksüelliği bilen heteroseksüel çevre, LGBTİ’leri daha kolay kabul ediyor. Hemen kabul etmese bile, tepkileri, bu konuda bilgisiz olanlar kadar sert olmuyor.

Açılım bence sadece cinsel yönelimini veya cinsiyet kimliğini halka duyurmak değildir; eşcinselliği, transseksüelliği doğru bir şekilde anlatabilmek, yansıtabilmek ve de kendini savunabilmektir de. Zaten ortada doğru veya yanlış bilinen bir eşcinsellik, transseksüellik… var ama önemli olan bir karşıtlık olması; homofobi, transfobi… Kendi kimliğimizle varolmamız ve bunun arkasında durmamız işte bu karşıtlığı azaltacaktır. Yani demek istediğim kuru kuru bir açılım hiçbir işe yaramayabilir. “Anne, baba ben eşcinselim, hadi beni kabul et” diye bir şey bizi sonuca götürmeyebilir çok büyük ihtimal. Eşcinselliğe, transseksüelliğe doğru bilgiyle onları ikna da etmeye çalışmalıyız.

Ailelere açılımımız ve onları kendimize inandırmamız, çevrenin LGBTİ’lere inanmasına da katkı sağlayacaktır. Annesinin, babasının sahip çıktığı LGBTİ’lere kim ne söyleyebilir? El alem ne der, diye bir korku var ya; el alem bir şeyleri söyleme hakkını ailelerinin bu düşüncesi yüzünden buluyor zaten. Çocuğunu kabul etmiş aileye el alem söyleyecek ne bir şey bile bulabilir, ne de söyleyecek yüz bulabilir.

En önemli şeylerden biri de, açılımını yapmış LGBTİ’lerin aileleri bir araya gelince, “Sadece bizim çocuğumuz böyle değilmiş” diye bir güç, bir güven buluyorlar kendilerinde. El alem ne der demeyi bırakıp çocuklarına sahip çıkıyorlar. Çünkü el alem sadece heteroseksizm için var; çocuklarımız için değil. Öyleyse niye el alemin dediklerine bakarak çocuklarımızın yanında durmayalım? Biz oluşum olarak belki şimdilik siyasi bir mücadele veremiyoruz ama LGBTİ’ler ve aileleri arasında bir barışma sürecine vesile oluyoruz. Amacımız homofobiyi, transfobiyi bitirmek değil mi; yavaş yavaş da olsa “barış” enerjisi zincirleme bir şekilde yayılıyor.

Önce kendimize açılmanın örneğini de biseksüel bir arkadaşımız yaptı. Bir film sayesinde farketmiş kendi cinsine yönelimini. “Güzel bir şey mi?” diye sorduğumda, “Hatta heteroseksüel yönelimden çok daha güzel bir şey” cevabını aldım.

Kendi kendimizi keşfetmemiz ve akabinde kendimizle yüzleşmemiz, kendimize bir şeyleri itiraf etmemiz de kendimizin kendimize yaptığı bir açılım sayılmaz mı? Ama bunu ahlakçı bir toplum olmamızdan dolayı yapmamız çok zaman alabiliyor. Kendimizi keşfederken tereddüt ve iç çatışma yaşayabiliyoruz. Çünkü bilgi toplumu değiliz ve bir şeyleri öğrenmek için o şeyi gerçekleştirme yaşına gelmemiz gerekiyor. Cinsel duygularımızı uygulama yaşımız gelecek de, bir şeyleri tecrübe edeceğiz de… Biraz önce dediğim gibi tereddüt ve çatışma yaşayacağız, sorgulayacağız, araştıracağız, öğreneceğiz ve dünyada bu konuda tek kendimizin olmadığını ve kendimizin kim olduğunu öğreneceğiz…. Öğrensek de o yaşa gelinceye kadarki koşullanmamızdan dolayı belki de kendimizle tam anlamıyla hiçbir zaman barışamayacağız. Kendi kendimizden bile nefretimiz hayat boyu devam edecek bazılarımızda. Oysa eşcinsellik, transseksüellik ve diğer cinsel kimlikler çocukluktan itibaren bireylere öğretilse, LGBTİ’ler kimlikleri konusunda sıkıntı yaşamayacaklar. Ama heteroseksizm sıkıntısız, müreffeh bir LGBTİ’lik istemez ki.

Berrin çocukken de kendini kadın hissediyor ama kadınlığın ne menem bir şey olduğunu bilmiyor. Kadınlık kendisi gibi bir şey oluyor yani; kazak giydiriliyorsa kadınlar da kazak giyer, pembe tayt giydirilirse kadınlar da pembe tayt giyer… Daha önceki bir yazımda belirttiğim gibi Berrin belli bir yaşa kadar kadınların da pipisinin olduğunu zannediyor. Ne zaman okul çağında cinsiyet ayrımcılığı başlıyor, o zaman kafasına dank ediyor kadınlık ve erkeklik meselesi. Belli bir yaşa kadar kendini gay olarak tanımlıyor, gay olarak yaşıyor, gay olarak tanıtıyor. Gay olmadığını öğrendiği zaman da trans kadınlık konusunda açılımını hemen yapamıyor. Çünkü trans olmak demek, daha görünür olmak demek ve bu da onun eğitim hayatında sorunlar yaratabilir. Bir trans olarak üniversiteye gitme hakkı olsa bile, okul burnundan getirilebilir; öğretmenler tarafından, öğrenciler tarafından… Şu anda yakın çevresine açıldı ama hala kendini çırılçıplak hissetme durumunda kadın kılığında insan içine çıkınca. Herkes sanki ona bakıyormuş gibi. Oysa dışarıya atfettiği rahatsız edici bakışlar, beynine yer etmiş heteroseksist dünyanın homofobi veya transfobisinden başka bir şey değil.

“Hapishane de cinsel tacize maruz kaldım, travesti bu rızasıyla yapmıştır dediler”

Samsun hapishanesinde cinsel tacize maruz bırakıldım bir gardiyan tarafından. Şikâyet ettim. Sperm kalıntılarını, delilleri, kendi ellerimle teslim ettim. 1 yıl yargılama süresince tutuklu kaldı. Yargılanma sonucunda çıkan kararda, “zorla değil, gönül rızasıyla olmuştur” diyerek gardiyana beraat verdiler. Darp raporlarımı hiçe saydılar.

Meydan gazetesi 23. sayısı için trans tutsak Esra ile söyleşti:

Hapishanelerde, her dönem farklı kimlikten, inançtan, düşünceden olanlara; siyasi tutsaklara; Kürtlere; eşcinsellere; gayrimüslimlere yönelik baskı, işkence ve saldırılar olurdu, her zaman. Ama bir yolu bulunup, gerekçelendirilip, binbir yöntemle üzere örtülürdü bu saldırıların. AKP iktidarının, özellikle “ustalık” döneminden sonra her şey çok açık, umursamaz ve korkusuzca, en alttan en üste sıralı amirine kadar birbirlerini kollayarak yapılır oldu. Kişisel güvenliği sebebiyle ismini vermediğimiz bir hapishaneden, travesti bir tutsak gazetemize verdiği röportajda, hapishanelerde eşcinsel ve trans mahkumlara yönelik sistematik baskıyı ve işkenceyi anlattı. Geçekleştirdiğimiz röportajı siz okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Meydan: Kendini tanıtmak ister misin?

Yirmi bir yıldır travestiyim. Tek bir umut için yaşıyorum; pembe kimliğimi alabilmek. O da, cezaevi şartlarında prosedür engellerine takılıyor.

Farklı kimliklere ilişkin devlet ve çeşitli iktidar odaklarınca oluşturulmuş bir algı ve politikadan bahsetmek mümkün. Bu sana nasıl yansıyor?

Bu ülkede eşcinsel olmak, çok zor bir hayat yaşamak demektir. Bazen hayatın yükü ağır geliyor. Bu hayatı seçtiğin andan itibaren zorluklar başlıyor. Önce ailen dışlıyor, sonra toplum dışlıyor. Devlet karşısında, hakların sırf eşcinsel olduğun için elinden alınıyor. Resmi olmasa da yasal haklarından muaf tutuluyorsun. İnsan yerine bile koymuyorlar.

Mahkeme sürecinden kısaca bahseder misin?

En basitinden, mahkemede söz hakkın yok. Yaptığın savunmanın hiçbir hükmü yok. Savcı ve hakimlerin gözünde potansiyel suçlu, cani, canavar olarak görülüyorsun. Aşağılık bir insan olarak yargılanıyorsun. Her davranışlarıyla hissettiriyorlar. Söz konusu olan bir travestiyse, yasalarda kanaat cezası olmasa da kanaat cezası veriyorlar. Hiçbir delil olmadığı halde, sadece olay yerinde bulunduğum için suçlandım. Birkaç kişinin hakkımda yalancı şahitlik yapmasıyla, olay üstüme yıkıldı. Yapmadığım bir suçtan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hüküm giydim. Bu kadar ağır bir cezayı, travesti olmamdan dolayı, hâkimin kanaati üzerinden bana verdiler.

Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının kendisine özgü bir infaz uygulaması, birçok sınırlılıkları da var. Hapishanede yaşadığın sorunlardan bahseder misin?

Toplum, özgür hayatta nasılsa hapishanede de aynı. Hakaret, sözlü taciz, aşağılayıcı tavır ve davranışlara maruz kalıyoruz. Hapishanede gardiyanlar tarafından elle tacize uğruyoruz. Şikâyet etsek, hiçbir sonuç alamıyoruz. Yaşadığım bir olaydan bahsedeyim. Samsun hapishanesinde cinsel tacize maruz bırakıldım bir gardiyan tarafından. Şikâyet ettim. Sperm kalıntılarını, delilleri, kendi ellerimle teslim ettim. 1 yıl yargılama süresince tutuklu kaldı. Yargılanma sonucunda çıkan kararda, “zorla değil, gönül rızasıyla olmuştur” diyerek gardiyana beraat verdiler. Darp raporlarımı hiçe saydılar. “Gardiyanın görevine iadesine, tutuklu kaldığı sürenin tanzimine ve tazminat verilmesine” hükmetti hâkim. Hani adalet? Tacizci bir gardiyanı nasıl tekrar göreve iade kararı veriyorlar, anlamış değilim. Rahatlıkla bu kararı verebiliyorlar, çünkü onların gözünde biz eşcinseller potansiyel suçluyuz.

11 yıldır hapishanedeyim, 9 yıldır tek başıma tecrit ortamında tutuluyorum. Cezam ağırlaştırılmış müebbet olduğu için yasal kısıtlılıklar var. Ama eşcinsel olduğum için, ağırlaştırılmış müebbet hükümlülerine tanınan kısmi haklardan da muaf tutuluyorum. Hiçbir sosyal aktivitem yok. En basiti, kütüphaneye bile çıkamıyorum. Haftada 1 kez sohbet odası hakkımız var. Eşcinsel olduğum için bana yok. Açık ya da kapalı spor salonuna çıkamıyorum. Tek başıma olduğum için “spor sahasında ne işim var?”mış.

Günde 1-2 saat havalandırma hakkı veriyorlar. Tek başıma odanın önündeki beton zemine çıkıp içeri giriyorum. Günümün 22-23 saati 10 metre karelik tecrit odasında geçiyor, hareket alanım kısıtlı. Dış dünyayla tek bağlantım televizyon. Sıkıntımı derdimi paylaşacak kimse yok. Ancak mektupla derdimi paylaşabiliyorum. Onu da birkaç arkadaşıma yazabiliyorum. Her şeyi yazmak yasak, yazılacak olanlar kısıtlı. Burası hapishane; aile yok, gelen yok, ziyaret yok, para yok, hiç kimsem yok.

Hapishane şartlarında yaşamın idame ettirilmesi için, ekonomik katkı da gerekiyor.

Verilen cezaya göre, ben bu şartlarda ömrünün sonuna kadar kalacağım. Bu şartlarda bir insan ne kadar dayanabilir; bu sorunun cevabını bilmiyorum. Hapishanede kimsesizsen, paran yoksa bir hiçsin. Kimse sanmasın ki hapishanede ekmek elden, su gölden, parayı napıcan; öyle değil işte. Elektrik parayla, parayı ödemezsen kesiyorlar. Çay, kahve, şeker, sabun, deterjan, şampuan, aklınıza ne gelirse parayla. Yanlış anlamayın, zorunlu ihtiyaçları söylüyorum. Kantinde satılan eşyalar hem çok sınırlı, hem de dışarının 2 misli pahalıdır. Hapishanede kimse yardım etmiyor. Ben ihtiyaçlarımı karşılayabilmek için el işi yapıyorum. Yaptığım boncuk elişlerini alan olursa -ki her zaman satılmıyor- bir gün akşama kadar çalışsam, kazanacağım para 6 lira. Benim için 6 lira, servet değerinde. Keşke yaptığım el işleri sürekli satılsa da ben günlük 6 lira kazanabilsem, aylık 180 lira para kazanırdım. 80 lira bile kazansam şükrediyorum. Kimsem olmadığı için kıyafet temin edemiyorum. Param olmadığı için özel ihtiyaçlarımı alamıyorum. Birileri feryadımı duysun istiyorum.

Bu röportajı yapmamıza da gerekçe olan, son zamanlarda yaşanılan, kurum idaresinden kaynaklı sorunlardan bahsetmek ister misin? Nasıl muamelelerle karşılaşıyorsun?

Bunca sorunum olmasına rağmen, bir de haklarımı korumak için mücadele ediyorum. Tek başıma da olmuyor. Şu anda kaldığım kurumda psikologla ya da müdürle görüşmek istesem, görüşemiyorum. Rahatsızlansam revire çıkamıyorum. Bana karşı, tamamen keyfi uygulama yapılıyor. Sosyalleşmeyi zaten unuttum. Mektup gönderiyorum, mektubum en az beş gün bekletiliyor, bazen on günü buluyor. Kalmış olduğum tecrit odası hiç güneş görmüyor. İdare, kaloriferi saatle yaktığı için kışın ısınmıyor. Bu sorunları savcılığa, Adalet Bakanlığı’na şikayet ediyorum, idare yalan beyanda bulunuyor. Savcılık, bakanlık, -bir travestiye inanacak halleri yok ya- hapishane müdürüne inanıyorlar. Bu şartlarda bu hapishanede kalmam imkansız; özel sevk yazıyorum, ret cevabı veriliyor. Sorunları belirten sevk yazdım, hapishane müdürü “Hiçbir sorunu yok” yazısı yazdığı için gidemedim. Açlık grevi yaptım, gidemedim. Hapishane müdürü, “Ölene kadar seni buradan göndermeyeceğim!” diye tehdit ediyor. Tüm bunları bana, Samsun hapishanesinde beni taciz eden gardiyanın arkadaşı olduğu için yapıyor; açıkça söyledi. Birinci müdürle görüşmeye çıkabildiğimde, aşağılıyor, hakaret ediyor. Sinkaflı küfürlerle odasından attırıyor. Kapalı zarf olarak resmi kuruma mektup gönderme hakkım olduğu halde, Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdiğim mektuba el koydu. Daha iki hafta önce aynı mevzuları yaşadık. Yine mektubumu göndermedi.

Öyle çaresiz kaldım ki, intihara teşebbüs ettim. Bir kutu hap içtim, hastaneye kaldırdılar. Midem yıkandı, yoğun bakımda kaldım. Hastane psikoloğunun yardımı sayesinde polise tutanak tutturarak 1. müdürü şikayet edebildim cezaevi savcısına. Gerçi kimi kime şikayet ediyorum? Ben tek başıma, kimim kimsem olmadan bir travestiyim! Ölsem cenazeme sahip çıkacak kimsem yok, elimden bir şey gelmiyor. Bu hapishanede, bir memurun yalan söylediğini belgeyle kanıtladığımda “Yalan söylüyorsun, işte kanıtı, yalancısın.” dedim. O kelime hakaret sayılıyormuş, disiplin cezası verdiler: İki ay! Şimdi 1. müdür bana hakaret ediyor, aşağılıyor, sinkaflı kelimeler söylüyor, ama hesabı sorulmuyor.

Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı?

Adalet arıyorum! Soruyorum sizlere, müdürlerin gardiyanların, bana ve diğer hapishanelerde kalan eşcinsellere zulüm etmesine sessiz kalacak mısınız? Yoksa “hayır” mı diyeceksiniz bu zulme?

LGBTİ, Travesti Sağlıkla (da) İlgili Bir Kısaltmadır

Üremenin cinselliğin yegane gayesi olduğu düşüncesi, geleneğin, dinin, yasanın modern tıbba önemli miraslarından biridir.

Bir canlı türü olarak insanların soyunun devamı ile ilgili kaygılanmasını gerektirecek çok sayıda sebep bulunabilir. Bunların önemli bir çoğunluğu insanların birbirlerine ve yaşadıkları çevreye yaptıklarıyla ilgili gibi görünmektedir. Yine de, birçok insana cinsellik neden var diye sorulduğunda ilk akla gelen yanıt “türün devamı” olacaktır. Evet, cinsellik insanların üremesi, soyun ve türün devamı için gereklidir. Ancak cinsellik sadece soyun devamı amacına mı hizmet etmektedir? İnsanların cinsel davranışları üreme hedefine yönelik olanlarla sınırlı mıdır?

Uzun bir dönem kurumsal tıbbın bu soruya verdiği cevap ‘evet’ olmuştur. Tıp, bilimsel referansları olan bir klinik uygulama alanı olarak, toplumsal düşünce ikliminden diğer bilim alanlarından daha az etkilenmemektedir. Üremenin cinselliğin yegane gayesi olduğu düşüncesi, geleneğin, dinin, yasanın modern tıbba önemli miraslarından biridir. Cinselliğin tıbbın konusu haline gelmesinin tarihi incelendiğinde, Batı’da cinselliğin sadece üremeye yönelik olduğunda sağlıklı, normal, kabul edilebilir görüldüğü bir düşünce atmosferinin hakim olduğu görülecektir. Biyoloji ve evrimle ilgili heyecan verici yeni görüşler, geçmişten kalan değerlerle kaynaşarak bu dogmanın yerleşip yaygınlaşmasına neden olmuştur. Üremeye yönelik olmayan cinsel eylemlerin ardında patoloji aranmış, bu davranışların yinelenmesinin kişinin bedensel ve ruhsal iyilik haline olumsuz etkileri ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Örneğin bugün hiç de bu gözle değerlendirilmeyen mastürbasyonun, edinilmesi tehlikeli bir alışkanlık olup, engellenmesi gerektiği, yinelenmesinin kişinin akıl sağlığını bozmakla kalmayıp fiziksel hasara da neden olacağına inanılmıştır.

Oysa insan cinselliği, evrimin temel ilkelerini dışlamayacak şekilde, diğer canlılardan farklılaşarak gelişmiştir. Üreme cinsellik yoluyla olsa da, cinsellik hemen hiçbir zaman sadece üreme amaçlı olmamıştır. Haz almak, haz vermek gibi temel işlevlerin yanı sıra, cinsellik iki insan arasında duyguların yoğun ve samimi bir ifade biçimi olarak önemli bir rol oynamıştır. Cinsellik üremenin olası olmadığı dönemlerde, üremeyle sonuçlanmayacak şekillerde yaşanagelmiştir. Günümüzde, genel olarak cinsel davranışa eşlik eden temel kaygı üreyebilmek değil, üremeden cinsel birliktelik yaşayabilmek gibi görünmektedir. Cinsellik insanların alabildiğine çeşitlilik ve zenginlik kattığı bir kültürel birikim alanı haline gelmiştir. Birey ve ikili ilişkilerin ötesinde, kişinin kendi cinselliğini nasıl anladığı, tanımladığı, ne gibi istek, fantezi ve düşünceleri olduğu, bu doğrultuda başkalarıyla ilişkilenme biçimi gibi birçok özellik toplumsal yaşamın hemen her alanında boy göstermektedir. Toplumsal ve bireysel olanı düzenlemeye çalışan her iktidar odağı böyle bir alanı denetlemeye girişmiştir. Dolayısıyla üremeyle ilgili temel bilgiler durağan ve evrensel gibi görünse de, insan cinselliğiyle ilgili, kültürel olarak ifadesi değişken olabilen, açık gizli geniş bir çeşitlilikten söz edilebilir.

İnsan cinselliğinin çeşitliliği, kişinin kendisini hangi cinsiyete ait gördüğü, hangi cinsiyetten hissettiği şeklinde tanımlanabilecek ‘cinsiyet kimliği’ni, kişinin cinsel ve duygusal ilgisinin hangi cinsiyete yönelik olduğunu ifade eden ‘cinsel yönelimi’ de kapsamaktadır. İnsanlığın başlangıcından beri, her tarih ve coğrafyada, her insan topluğunda kendini bedensel olarak sahip olduğu cinsiyet özelliklerinden (‘bedensel cinsiyet’) beklenen cinsiyetten farklı hisseden bireyler (transgender) ve cinsel yönelimi kendi cinsine yönelik olan bireyler (eşcinsel ve biseksüeller) bulunmuştur. Tıp ve psikiyatri, sağlık ve hastalık arasındaki sınırı, geçmişten gelen üremeye yönelik olma/olmama ölçütü üzerine kurduğundan, insan cinsel yelpazesinin bu yönü uzun bir süre ‘hastalık’ damgası taşımıştır.

Sağlık sadece hastalık ya da sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam bir iyilikhali olarak tanımlanacaksa, cinselliğin beden yapısı, işlevleri ve üremeyle ilgili olmayan, farklı boyutlarıyla cinsel kimlikle ilgili yönleri de sağlık çalışanının gündeminde olmalıdır. Eşcinsellik ve biseksüellik kırk yıldan uzun zamandır psikiyatri tarafından hastalık olarak görülmemektedir. Trans bireylerin halen sınıflandırılıyor olmaları ise bedensel cinsiyet değişimi sürecine yöneliktir. Lezbiyen, gey, biseksüel, transgender ve interseks bireyler toplumun her alanında örgütlü bir şekilde mücadele ederek toplumu dönüştürmeye çalışmaktadırlar. Her yıl Haziran ayında giderek artan sayıda katılımla, bu sene İstanbul dışında da, gerçekleştirilen “Onur Yürüşü” bu değişimin işaretlerinden sadece biridir. Buna rağmen tıp eğitimi ve uygulamasında halen cinsel sağlık üreme sağlığıyla sınırlı olacak şekilde ele alınmaktadır. Daha fazla gecikilmeden, LGBTİ bireylerin ayrımcılık ve damgalanmaya maruz kalmadan sağlık hizmetine erişimlerinin sağlanması için harekete geçilmelidir.

Kimi sağlık çalışanları tıbbi bir zorunluluk, yasal bir hak olan cinsiyet geçiş sürecini haddini bilmeme, şımarıklık hatta günah olarak kabul etmektedir

“Öleceğimi bilsem, belki doktora gitmeyi düşünürüm”

Devlet tarafından verilen kimlik kartında cinsiyetinizi belirten bir bölüm yoktur. Ancak başka hiçbir ülkede olmayan bir uygulama ile doğduğunuzda hangi cinsiyete sahip olduğunuza göre, pembe ya da mavi bir kimlikle cinsiyetiniz ifade edilir. Erkek ya da kadın olmanın renklerle bilinen bir ilişkisi yoktur; bu ayrım ne evrensel bir durumdur, ne de tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Kimliğini görünceye kadar kişinin cinsiyetiyle ilgili kanaatimizi görünümü, giyimi, hal ve tavırlarına dayandırırız. Böyle dışarıdan değerlendirdiğimizde erkek ya da kadın olduğunu düşündüğümüz herkes, doğduğunda bizim tahminimizle aynı cinsiyetin özelliklerini taşımıyor olabilir. Açıkça söylemek gerekirse, çevrenizde gördüğünüz erkeklerin hepsi, doğduklarında “oğlunuz oldu” sözleriyle karşılanmamıştır. Bedensel cinsiyeti ile kendini tanımladığı cinsiyeti örtüşmeyen transbireyler, benimsedikleri cinsiyet kimliği doğrultusunda giyinir, davranır ve toplum tarafından öyle değerlendirilmeyi bekler.

Doğduğu cinsiyetten farklı bir cinsiyet kimliğine sahip olma, hayatın çok erken dönemlerinden itibaren ipuçları verse de, kişinin bunu dışavurmaya, söze getirmeye başlaması zaman alabilir. Zira toplumun geneli, ailesi, öğretmenleri, akranları nasıl bunun yanlış olduğunu düşünüyorsa birey de kendinde bir bozukluk olduğunu düşünebilir. Dahası çevrenin baskısı, ayrımcı tutumları, öldürmeye kadar varabilen şiddeti kişiyi her an hoşnutsuzluk hissedeceği bir cinsiyete hapsedebilir. Deneyimi olmayanların anlaması, empati yapabilmesi için, kendilerinin bir sabah başka bir cinsiyetten bir bedenle uyanmış olduklarını, tüm çevrelerinin de bundan sonra hayatlarını bu şekilde geçirmeleri için ısrar ettiğini hayal etmeleri işe yarayabilir.

Psikiyatri transbireyleri akıl hastası olarak kabul etmemektedir. Zira bedensel cinsiyet ve cinsiyet ifadeleri ile ilgili arzuladıkları değişiklikleri gerçekleştirmeye başladıklarında ya da “herkes hangi üreme organına sahip doğduysa cinsiyet kimliği o yönde olmalıdır” zihniyetinin katı bir şekilde hakim olmadığı bir çevrede toplumun geri kalanından farklı değillerdir. Ruhsal bozukluk sınıflandırmalarında bu duruma yer verilse de, kişinin cinsiyet kimliği değiştirilmesi gereken bir belirti gibi ele alınmaz, bedensel cinsiyetle örtüşmemesi kişinin kendisiyle ilgili karar verebilecek yetkinliğinden kuşku duyulmasına neden olmaz. Transbireylerde tıbbi uygulama, bedensel cinsiyeti benimsenen cinsiyet kimliğine uygun hale getirecek şekilde hormon tedavileri ve cerrahi girişimleri içeren cinsiyet geçiş sürecidir. Psikiyatrın süreç öncesi değerlendirme, sürecin planlanması ve izlenmesinde temel sorumlulukları vardır. Süreç uluslararası meslek örgütlerince geliştirilen bilimsel kılavuzlar doğrultusunda, yasal düzenlemeler çerçevesinde yürütülmektedir.

Trans bireylerle ilgili ön yargılar, içine itildikleri şiddet ortamında verdikleri tepkilerin “travestiler terörü” manşetleriyle topluma aktarılmasından beslenmektedir. Çocukluk dönemlerinden başlayarak, var olma mücadelesi veren bu bireyler, görmezden gelinme, hor görülmenin ötesinde, kimlik özelliklerine dayanılarak sağlık, eğitim, çalışma ve barınma gibi temel insan haklarından mahrum bırakılmaktadır. Hukuk ve güvenlik uygulayıcıları tarafından kamusal alanda sadece ‘var’ olduklarında teşhircilik, öldürüldüklerinde tahrik etmekle itham edilirler. Transerkek ve transkadınlar kimlik özellikleri nedeniyle ayrımcılığa ve bu zeminde işlenen nefret suçlarına maruz bırakılırlar. Uzun bir süredir ayrımcılık ve nefret suçları ile ilgili yasal düzenlemeler yapılması için diğer gruplarla birlikte mücadele vermekteler. Bu haklı politik talep iktidar sahiplerince alaya alınır, görmezden gelinirken transbireylere yönelik şiddet artarak devam etmektedir.

Sağlık kuruluşları transbireylere yönelik ayrımcılığın sergilendiği diğer bir platformdur. Birçok transerkek ve kadın, ayrımcı tutumlara maruz bırakılmak endişesiyle gerekli olduğu halde sağlık kuruluşlarına başvurmamaktadır. Başvurduklarında kimi kurumlarda hizmet verilmemekte, kimi sağlık çalışanları tıbbi bir zorunluluk, yasal bir hak olan cinsiyet geçiş sürecini haddini bilmeme, şımarıklık hatta günah olarak kabul etmektedir. Herhangi bir kimlik özelliğine dayanarak hekimlik uygulamalarını gerektiği gibi yerine getirememek görmezden gelinemeyecek bir etik sorundur. Sağlık çalışanlarının bu konudaki duyarlılığı 20 Kasım Nefret Suçları Mağduru Transbireyleri Anma Gününde TTB, Türkiye Psikiyatri Derneği, Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği tarafından yapılan basın açıklamasında ifade edilmiştir. Kurumsal ve yapısal ayrımcılıkla mücadele meslek örgütlerince yürütülürken, sağlık çalışanlarının transbireylerle etkileşimlerinde tutumlarını gözden geçirmeleri gereklidir. Kişinin cinsiyetini kimlik kartının rengiyle değil de benimsediği, varoluş mücadelesi verdiği haliyle kabullenmeleri, başkalarınca belirlenen şekilde değil, kendi sahiplendikleri isim ve unvanlarla hitap etmeleri bile önemli bir adım olacaktır.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti