travestikonya travesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 107

Travesti ve Queer Çizgi Romanlar

Çizgi romanlar, zaman zaman alt metinlerinde eşcinsel temalar bulundurmuş olsalar da, 1970’lere kadar pek fazla açık bir şekilde LGBTİ olan karakterlere ve öykülerine yer vermemişlerdir. Bu yazıda, ABD ve Japonya gibi LGBTİ ve Queer çizgi romanlar açısından zengin olan ülkelerdeki örneklerin yanı sıra, bu konuda çorak olan Türkiye’deki çizgi romanlara değineceğiz.

ABD
Michael Chabon’un romanı Kavalier ve Clay’in Akıl Almaz Maceraları adlı romanı, Amerikan çizgi roman endüstrisinin gelişimini kurmaca karakterlerle anlatan bir olay örgüsüne sahiptir. Biri Çek, diğeri Brooklynli olan iki yahudi kuzenin, Joe Kavalier ve Sam Clay’in ikinci dünya savaşı sırasında, Nazileri alt eden bir çizgi roman karakteri yaratması konu edilir. Kitabın bir bölümünde, eşcinsel olan Sam Clay, çizgi romanlarındaki süper kahramanlara genç oğlan yardımcılar verdiği için niyetleri sorgulanır. Bu kahramanlar arasında eşcinsel ilişkiler olduğu ima edilir.

Kulağa şaşırtıcı gelebilir, fakat işin bu kısmı kurmaca değildir. Dr Fredric Wertham adlı bir psikiyatristin 1954 yılında yayımlanan, Seduction of The Innocent (Masumların Baştan Çıkarılışı) adlı kitabı, onun tabiriyle gençleri suça ve “anti-sosyal” davranışlara iten etkenlerin başında çizgi romanları gösterir. Dönemin korku çizgi romanlarına eleştiri getiren Wertham, Batman ve Robin arasındaki ilişkinin de homoerotik yanları olduğunu ve gençleri “kötü etkilediğini” ileri sürer.

Rengarenk taytlarıyla camp estetiğinin bir parçası olmuş süper kahramanlar, pek açıkça queer veya LGBTİ temalar ortaya koymazlar uzun süre. Fredric Wertham’ın çalışmasının ürünü olan Comics Code Authority adlı sansür kuruluşunun sakıncalı bulduğu temalar arasında yer alırlar. Bir oto-sansür mekanizması olan CCA, elbette bağımsız sanatçıları çok etkilemez ve 1960 ve 70’lerin tabu yıkan atmosferinde, çizgi romanın yalnızca çocuklar için olmadığını düşünen underground çizerler, her türlü cinsel imgenin yanında, queer ilişkilere de yer verir.

Amerika’da durum böyleyken, Avrupa’da, Touko Laaksonen, nam-ı diğer Tom of Finland, 1940’ların ortalarından itibaren çizdiği underground ve erotik çizgi romanlar, karikatürler ve ilüstrasyonlarla, muhtemelen ilk modern gey çizer ünvanına hak kazanır. Bu çizgi romanlar, Amerika’da 50’li yıllarda el altından, korsan olarak dağıtılır. 1960’lara gelindiğiyse artık özgürleşen yayın ortamında gizli saklılığa pek gerek kalmamıştır.

Her ne kadar underground çizgi romanlar LGBTİ temalara yer verseler de, karakterler genelde heteroseksist bakış açılarıyla yaratılmış, genel olarak mizahi ve grotesk öğeler içeren çizgi hikayeler içinde derinliği olmayan, stereotipik biçimlerde resmedilmişlerdir. 1970’lerin ortalarında itibaren gey okuyuculara hitap eden alternatif ve underground çizgi romanlar yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. Feminist çizer Trina Robbins öncülüğünde çıkam Wimmen’s Comix, 1970 yılında, stereotipik temsiller içermeyen, ilk lezbiyen karakterli çizgi romana yer verir: “Sandy Comes Out”.

LGBTİ temalara yer veren ilk önemli çizgi romanlardan biri, periyodik bir antoloji olan Gay Comix’tir. 1980’de Howard Cruse tarafından yayımlanmaya başlayan antoloji, çeşitli yazar ve çizerlerin katkılarıyla gey özgürlüğü hareketinin önemli bir parçası olmuş, ağırlıklı olarak otobiyografik öykülere yer vermiştir. 25 sene boyunca yayınlanan Gay Comix, toplamda 18 sayı çıkarmış ve queer çizgi roman topluluğunun lokomotif yayınlarından olmuştur. Bu süre zarfında yalnızca otobiyografik işlere değil daha fantastik sayılabilecek çizgi romanlara da yer vermişlerdir.

1980’lerden bu yana pek çok önemli LGBTİ ve queer çizgi roman yayımlanmıştır. Bugün mutlaka okunması gereken grafik romanlar listesinde yer alan ve Türkiye’de de Cenaze Evi, Şenlik Evi adıyla yayımlanan, Alison Bechdel İmzalı Fun Home (ve onun devamı niteliğindeki Annem Sen misin? – Are you my Mother?), en bilinen queer çizgi romanlardan biridir. Bu kitapta, Bechdel’in “coming out” süreci, çocukluğu ve babasının ölümünden kısa bir süre önce eşcinsel olduğunu öğrenmesi anlatılır. Elbette, Bechdel’ın bu grafik romanlardan önce, 1980’lerde yarattığı Dykes to Watch Out For’u da atlamak olmaz. Gay Comix editörü, Howard Cruse’un Stuck Rubber Baby’si de belli başlı gey grafik romanlar arasında anılmalıdır. 1995’te yayınlanan kitap, 1960’larda Amerika’nın güneyinde eşcinsellik ve ırkçılık temaları üzerine bir öykü anlatır.

1990’lardan itibaren anaakım Amerikan çizgi romanları da LGBTİ ve queer temalara yer vermeye başlarlar. Başlangıcında kahramanları yalnızca beyaz, heteroseksüel erkeklerden oluşan süper kahraman çizgi romanları, yavaş kadınlara, beyaz olmayan karakterlere ve zaman içinde LGBTİ ve queer karakterlere de yer vermeye başlar. Günümüzde, beyaz/heteronormatif tavır, büyük bütçeli süper kahraman filmlerinde devam etse de, çizgi romanlar okuyuculara farklı alternatifler sunarlar. Türkiye’de Yenilmezler adıyla gösterime giren Avengers filmi, Kaptan Amerika ve Demir Adam karakterleriyle Amerikan vatanseverliğini ve militarist bir tavrı, ekibin tek kadın üyesi olan Kara Dul/Black Widow ile de cinsiyetçi eğilimlerini ön plana çıkarır. Marvel Comics etiketiyle çıkan bir Avengers varyasyonu, Young Avengers ise buna zıt bir tavır izler. Öncelikle ekibin neredeyse tüm üyeleri LGBTİ sınırları içinde tanımlanırlar. Baş karakterlerden ikisi gey, bir diğeri lezbiyen, diğer ikisi biseksüeldir. Miss America adlı karakter, grup içinde Kaptan Amerika’ya denk düşer, fakat Latin Amerika kökenli bir kadındır ve Amerikan milliyetçiliğiyle görünürde bir alakası yoktur.

Alternatif ve anaakım çizgi romanların daha göz önünde olan örnekleri dışında, çeşitli antolojiler ve webcomic’ler (internette yayınlanan çizgi romanlar) queer çizgi romanlar bakımından zengin içerik sunmaktadır. Justin Hall’un No Straight Lines (Düz Çizgi Yoktur) antolojisi, Queer çizgi romanların 40 yıllık tarihinden, kısa işlere yer veren önemli bir çalışmadır. Rob Kirby’nin 2013’te Kickstarter’la finanse ettiği Qu33r, 33 çizerden yeni çizgi romanlara yer veren bir albümdür. Bu sene içinde Beyond adında queer bilim kurgu ve fantezi çizgi romanlara yer verecek yeni bir antolojinin de çıkması beklenmektedir.

Japonya
ABD dışında, LGBTİ ve Queer çizgi romanların en yaygın olarak bulunduğu, hatta ABD’ye oranla daha yaygın olduğu, ülkenin Japonya olduğu söylenebilir. Japonya’da bu kategorideki çizgi romanlar ya da mangalar, çeşitli alt kategorilere ayrılmaktadır.

Yaoi kategorisindeki çizgi romanlar genç erkeklerin erotik ya da romantik aşk hikayelerine odaklanır. Genç erkekler arasındaki ilişkileri betimleyen öyküler Japonya’da başlı başına bir gelenektir ve bilinen ilk örneklerine 11. Yüzyılda rastlanmaktadır. Samurayların yaşadıkları eşcinsel ilişkileri anlatan pek çok öykü mevcuttur. 19. Yüzyıla gelindiğinde, Batılılaşma beraberinde homofobiyi de getirmiş, fakat bu geleneği bütünüyle ortadan kaldırmamıştır. Kabuki tiyatrosu ve çocuk dergileri, 20. Yüzyılın başlarında, androjen, güzel oğlanları sahnede ve sayfalarda temsil etmeye devam etmiştir. 1974’te yayınlanan Toma no shinzo (Thomas’ın Kalbi) adlı manga yaoi alt kategorisinin ilk örneklerinden kabul edilir. 1978’de çıkan Comic Jun, yaoi tarzına odaklanan ilk aylık manga dergisi olur.

Yuri tarzı mangalar genç kızlar arasındaki lezbiyen ilişkilere yer verir. Yaoi gibi yuriler de 1970’lerde yaygınlık kazanmaya başlar. Yamagishi Ryohko’nun 1971 tarihli mangası Shiroi Heya no Futari (Beyaz Odamız) ilk örneklerden biridir. Yatılı bir okulda kalan Resine ve Simone adlı iki kızın ilişkisi anlatılır. 2003’te, sadece yuri mangaları yayınlayan ilk dergi olan Yuri Shimai çıkar. Yaoi ve yuri alt türleri, genel olarak genç kızlara ve kadınlara hitap etse de, ağırlıklı olarak heteroseksüel erkekler için çıkan yuri mangalar da mevcuttur.

Yaoi ve yuri mangalar çocuklar tarafından da okunabilirken, yetişkinler için, yetişkin erkekler arasındaki ilişkileri anlatan Bara adlı bir alt tür daha mevcuttur. Bara genel olarak gey erkekler tarafından gey erkeklerin okuması için üretilen bir türdür. 1960’larda düşük sayıda dağıtılan örneklerin ardından 1971’de yayınlanan Barazoku ilk gey erkek dergisi olarak ortaya çıkar. Yaoi, genç erkekler ve oğlanlar arasındaki ilişkileri romans havasında anlatırken, bara daha gerçekçi, otobiyografik, heteronormativizme karşı politik bir tavır içinde, ya da tamamen cinsel istismara yönelik olabilir. Japonya’da, her okuyucuya hitap eden manga bulunur denmesi boşuna değildir.

Türkiye
Levent Cantek ve Funda Şenol Cantek’in altını çizdiği gibi, Türk çizgili mizahında politikacıları kadınsı özelliklerle çizmek ya da eşcinsel gibi göstermek bir tahkir yöntemi olarak kullanılmıştır. Eril düzen içerisinde kadın nitelikleri taşıyor görünen erkekler iktidarlarını yitirmiş olur. Erkeklerin kadın olarak çizilmesinde toplumsal cinsiyet kodlarını büken (gender-bender) bir yan vardır elbette, fakat bunun queer şekillerden çok ataerkillik sınırları içinde emasküle etmek amacıyla yapılması, dönüştürücü olma potansiyelini yok etmektedir.

Mizah dergilerinde kadın olarak en sık çizilen politikacı, 1950’lerde ve 60’ların başında idamından önce Adnan Menderes olmuştur, Levent ve Funda Şenol Cantek’e göre. 70’lerde ve 80’lerde Gırgır ve Çarşaf gibi dergiler dönemin politikacıları üzerinden bu trendi sürdürmüştür. Bu stereotipin sıklıkla görülen bir başka yansıması da “dansöz gibi kıvıran politikacı” leitmotifidir – ki yakın geçmişte de bazı gazete bantlarında örneklerini görmeye devam ediyoruz.

Türk çizgi romanında ve karikatüründe derinlikli LGBTİ karakterlere pek fazla rastlamak mümkün değildir. Mizah dergileri içinde eşcinsel erkekler ve trans bireyler genelde gülünç tiplemeler olarak resmedilir. Gırgır ve aynı dönemlerde çıkan mizah dergileri, eşcinsel erkekleri “hötöröf”, trans bireyleri “dönme” olarak niteler. Bu tanımlamalar yaygın olmakla beraber, tek tük farklı bakış açıları sunma gayretinde olan işlere de rastlanır.

Galip Tekin’in yazıp Kemal Aratan’ın resimlediği “Vah Vahap Vah” adlı çizgi öykü ilginç bir örnektir. 1989 yılında Dıgıl dergisinde yayımlanan öyküde, o dönemin stereotipleştirilmiş “maganda” figürlerinden biri olan Vahap adlı bir adamın, kadınlara cinsel tacizde bulundukça kadınsı nitelikler kazanması anlatılır. Göğüsleri ve kalçaları büyür ve son olarak, penisi vajinaya dönüşür. Yeniden erkek olması için başka erkeklerin ona cinsel tacizde bulunması gerekecektir. Tehdit ettiği bir adamla seks yaptıktan sonra penisini geri kazanır, fakat bu sefer de hamile kaldığını fark eder. Vahap karakteri beğenilince hikayelerinin devamı da gelmiştir.

“Vah Vahap Vah”ta, toplumsal cinsiyet kanunlarını büken bir hikaye söz konusudur. Fantastik bir senaryo içerisinde, eril bakış açısı, feminen bir bakış açısını benimsemeye zorlanır. Vahap’ın hamileliği sonunda bir oğlu olur. Vahap erkek bedenini geri kazanmıştır, fakat oğluna annelik yapmak ve onu emzirmek zorundadır. Arkadaşları arasındaki eril iktidarı sarsılmasın diye bu durumu gizlemek durumunda kalır. Öte yandan, yeniden kadınsı özellikler kazanmaktan korktuğu için uzun süre kadınlardan uzak durması gerekir.

Nuri Kurtcebe’nin 1993’te çıkarmaya başladığı haftalık erotik çizgi roman dergisi Eroskop, Kurtcebe’nin “Travesti Sevgilim” adlı öyküsünü yayınlar. Öykü “Ne erkek… Ne de kadın… İkisinin Ortası… Yani Dönme…” üst başlığıyla açılır. Süsü adlı, trans bir seks işçisinin ve ona aşık olan, evli bir adamın hikayesidir. Süsü, gece çeşitli erkeklerle birlikte olurken, sevgilisi de onu bulmaya çalışır. Geleneksel anlamda bir olay örgüsünün olmadığı hikayede, Süsü’nün birlikte olduğu tüm erkekler anal olarak penetre edilmek isterler. Süsü’nün alaycı bir şekilde “Alayınız gizli ibnesiniz lan siz!..” diye bağırması, boğaz köprüsünün göründüğü bir İstanbul manzarasında yankılanır. Öykünün sonunda, sevgilisiyle buluşan Süsü, onun da müşterilerinden farklı olmadığını gösterir. “Travesti Sevgilim”, Türkiye çizgi romanında, trans bir bireyin ana karakter ve olayların sürükleyicisi olduğu nadir işlerden biridir. Özetle, “erkek geçinen”, eşleri üzerinde ataerkil bir iktidar kuran adamların iki yüzlülüğüne vurgu yapan bir mesajı vardır.

Benzer bir hikaye yine 1993’te Joker çizgi roman dergisinde Uğur Durak’ın çizdiği “Dayanamıyorum” adlı öyküdür. Aşık olduğu, ya da sadece cinsel olarak arzuladığı kadınla bir türlü cinsel ilişkiye giremeyen bir adam, sonunda ona tecavüz etmeye kalkar, fakat sevgilisinin trans olduğunu öğrenir. Hikayenin sonunda sevgilisi ona tecavüz eder. Hedef alınan, “Vah Vahap Vah” ve “Travesti Sevgilim”de olduğu gibi yine cinsel tacizi ve tecavüzü kendisine hak gören eril zihniyettir. Tecavüz bir cezalandırma aracı olarak reva görülür.

1996’da yayın hayatına başlayan L-manyak dergisi de, yine merkezine LGBTİ karakterler almamakla beraber, çeşitli öykülerinde LGBTİ unsurlar kullanır. Cengiz Üstün’ün yarattığı popüler karakterlerden Kunteper Canavarı, kendisini rahatsız eden, huzurunu kaçırıp onu yakalamaya çalışan kişileri, olağandışı boyutlarda olan penisiyle tecavüz ederek cezalandırır. Kurbanları sıklıkla erkeklerdir. Yukarıdaki örneklerin aksine, burada ataerkil toplumu eleştirme gayretinde olan bir yapı yoktür. Okuyucunun, Kunteper Canavarının tarafını tutması, tecavüzü haklı görmesi beklenir.

Yine L-Manyak’ta, Memcoş’un yazıp çizdiği, “Bi Evimiz Vardı” ve daha sonra “Hatıralar Geçidi” sayfaları, Memcoş ve ev arkadaşı Bahadır Baruter’in, Cihangir Ülker Sokak’taki evlerinde başlarından geçen hikayeleri anlatır. Her ne kadar bu öyküler ağırlıklı olarak Memcoş’un cinsel hayatına, evlerinde verdikleri partilere, uyuşturucu kullanımına odaklansa da, dönemin sosyal ve politik olaylarının da izleri bellidir. Memcoş ve Baruter, komşuları olan transların evlerine ziyarete gider ve sorunlarını dinlerler. Habitat etkinlikleri için “sokakların temizlenmesi” – translardan, sokak çocuklarından, kedi ve köpeklerden arındırılması gündemdedir. Memcoş ve Baruter bundan dolayı duydukları öfkeyi dile getirirler ve komşularıyla olan dayanışmalarını gösterirler.

L-Manyak ekolünden aylık bir çizgi roman dergisi olan Meme’de ilk kez, başlı başına kendi köşesi olan bir trans dedektif Eylül’ün maceraları başlar. 2004 yılında yayın hayatına başlayan dergi kısa ömürlü olur. Rewhat’ın çizdiği Eylül, derginin popüler işlerinden biridir. Aynı zamanda bir seks işçisi olan Eylül, hikayelerinde dedektif rolünü de üstlenir.

Cem X’in yazıp çizdiği Tristan adlı çizgi roman, 2005’te internet üzerinden yayınlanır ve Türkiye’nin ilk gey çizgi romanı olarak lanse edilir. Fantastik bir arka planı olan hikayede, Tristan sihirli yüzükleriyle erkek ve kadın bedenlerinde ve zamanda yolculuk edebilen bir karakterdir. Çizerinin Adonis adlı blogunda, Tristan’ın homofobiye karşı savaştığı belirtilmektedir. Maalesef çizgi roman artık internet üzerinden ulaşılabilir durumda değildir.

Bu yazı, yalnızca LGBTİ ve queer çizgi romanlar konusunda yüzeyi tırmalama amacıyla kaleme alındı ve genel olarak yazarının bilgisi dahilinde olan işlere değindi. Amerika ve Japonya dışında, çizgi roman kültürünün çok yaygın olduğu Fransa ve İtalya gibi ülkelerde de önemli eserler verildiği muhakkaktır. Bu açıdan, global ölçekli, çok geniş bir araştırmanın elzem olduğu su götürmez. Türkiye çizgi romanı ise, LGBTİ ve Queer çizgi romanlar bakımından bariz bir şekilde yoksuldur. Bunun tez zamanda değişmesi ümidiyle…

Travestilik queer midir, değil midir?

Hayatıma internet girince, gey değil transseksüel olduğumu, aslında heteroseksüel bir kadın olduğumu fark ettim.

Orijinal bir penis bana ait olmadığı sürece benim için yapay bir vajina kadar asla orijinal değildir. Vücudumdan bir şeyler eksilmiyor, aksine vücudum ruhuma ait olma evresini tamamlıyor.

Annemin telefonda “Oğlum!” diye seslenmesi kadar beni üzen başka bir şey yokken açılma isteğimi bastırmam kadar kendimi gizleyebilmem de mümkün değil.

“Denizli LGBTİ ve Aileleri” oluşumundan üniversiteli bir transseksüelle söyleşi

Halil: Cinsel kimliğini keşfetme sürecini en baştan anlatmanı istiyorum. Hani bildiğimiz anlamdaki heteroseksüellik dışında kalan herkese tek bir etiket yapıştırırlar; eşcinsel derler, homoseksüel derler, ibne top derler, istanbul travesti derler ve bu tanımı sadece feminen erkekliğe ve de pasif ilişkiye indirgerler. Sen kendini ilk ne olarak tanımladın, sonra transseksüel olduğunun nasıl ayırdına vardın? Hem iç dünyanda, hem dış dünyanda doğuştan erkek veya kadın olmamanın yansımaları nasıldı?

Berrin: Aslında başından beri kendimi bir kadın olarak tanımlıyordum. Hatırlayabildiğim en eski döneme gittiğim zaman, kendimi ablalarımla aynı cinsiyette olduğumu zannetmemi görüyorum. Örneğin, çok küçük yaşlarda, daha okula gitmediğim dönemlerde ablalarımın okul önlüklerini gördüğüm zaman, okula giderken ben de onları giyeceğim zannediyordum. Tabi okul yaşım geldiğinde ve bana giydirilen önlüğün o olmadığını fark ettiğimde belki de hayatımın ilk travmasını yaşamıştım. Soranlara anlatırken de ifade ettiğim gibi; ben kadın olduğumu değil, (bedensel olarak) erkek olduğumu fark ettim. Yani ben kendimi kadın zannederken aslında insanların gözünde bir erkekmişim. Tabi bu dönemlerde bırakın internet kullanmayı, okuma yazmayı dahi yeni öğreniyordum. Kişisel yapım mı bilemiyorum, her şeyi içinde yaşayan bir çocuktum. Yani bana ablamların kıyafetleri giydirilmediğinde ben bunu istemiyorum diyemiyordum. Baskın bir ailem yoktu; ama ben yine de çekiniyordum. Belki de korkuyordum. İlkokulda daha çok kız arkadaşlar ediniyordum. Tabi dediğim gibi bir şeyler ters gidiyor ama siz bunu fark etseniz de dile getiremiyordunuz. O yüzden kızlara açılmıyordum. Okul arkadaşlarımdan ilkokulda çok büyük tepkiler gördüğüm söylenemez; ama hiç yok da değildi. “Karı kılıklı”, “kız gibi”, “top”, “nonoş” gibi sıfatlara alışmam ilkokul 3-4’ten sonrasını aldı.

Aynı dönemde ailemle çok sorun yaşamadım. Çünkü bu durumu aileme hiçbir zaman yansıtmadım, yansıtamadım. Çocukluğumdan beri halalarımın, teyzelerimin, bazı kadın sanatçıların taklitlerini yaparım, ailemde feminen yapımın bu taklitler sonucunda var olduğunu sandılar diye tahmin ediyorum. Gizli aşklarım vardı, kuzenlerim, mahalleden büyük delikanlılar, annemin genç kızlık mahallesindeki yakışıklı yiğitler… Bunlar hep bende yaşanıp yine bende biten aşklardı. Ne kadar aşk denebilirse… Her şeyi gizli yaşamak çok büyük bir travmaydı. Yaşım biraz daha ilerledikçe erkek arkadaşlar edindim. Kendimi gey olarak nitelendirdim. Çünkü “erkek erkeğe yapmak” geylikmiş, öyle okudum, öyle duydum, bu kısmı çok hatırlayamıyorum. Evde yalnız kaldığım zamanlarda saatlerce makyaj yapıp, “Eyvah gelecekler!” korkusundan 5-6 dakika hevesimi alıp ağlayarak silerdim. Hayatıma internet girince, gey değil transseksüel olduğumu, aslında heteroseksüel bir kadın olduğumu fark ettim.

H: Transseksüellerin bedenleriyle ruhlarının çelişmesini ve bu yüzden iç çatışma yaşadıklarını biliyoruz. Ama Batı’da çok özgür ülkelerde artık bedene takmayan transseksüeller de var. Yani bedenle ruhun uyuşmasını heteroseksist sistemin bir dayatması olarak görebiliyorlar ve pipili kadın veya vajenli erkek olmak sorun yaratmayabiliyor. Ama, örneğin Eurovision şarkı yarışması’da Conchita Wursth’un doğal kadınlığı, yani erkek bedeninde kadın ruhu, LGBTİ’ler tarafından bile itici bulunmuştu. Senin transseksüelliğe bu anlamdaki bakış açın ne? Yani kadınlığın feminen hali heteroseksizmin bir resmi mi, yoksa doğanın bir gerçeği mi? Doğa kadını da erkek bedeninde yaratmış olamaz mı? Alışageldik kadınlık dışında bir kadın, yani bedensel geçişini yapmamış transseksüellik olamaz mı? Yoksa bu geçiş transseksüellerin içinden gelen bir şey mi, feminen kadınlık içselleştirilmiş bir şey mi, yoksa toplumun dışında kalmamak için transseksüellerin çaresizliği mi? Yani erkek bedeninde kadınlık kabul edilseydi, revaçta olsaydı, gene de geçiş yapma ihtiyacı hisseder miydi translar? Çünkü bana bedensel geçiş ameliyatı çok acımasızca geliyor.

B: Ne kadar özgür yaşam arzumuz olsa da var olan düzen, yani heteroseksist yapının egemenliği maalesef bedensel geçişi mecbur kılıyor. Var olan düzen bu. Değişir, değişmez burası apayrı bir konu. Burayı es geçmek istiyorum. Bizim çok ağır bir kültürel baskımız var. Belki Avrupa ülkelerinde bu denli gelenekselcilik yoktur. Bizde kadın kısmı, erkek kısmı diye bir ayrım var. Tekrar belirtmek istiyorum var olması gereken değil, var olan yapıdan bahsediyorum. Gelenekçi ve töreci bir insan olduğum düşünülmesin. Benim transseksüel yapımda da ciddi bir kadın-erkek ayrımı var. Ama bu tamamen fiziksel bir ayrım. Doğru değil belki ama dediğim gibi burada yetiştiğiniz aile, çevre, okul ve benzeri ortamlar çok önemli. Kendimde çok heteroseksist bir karakterde olsam da diğer insanlarda bunu zorla dayatma düşüncem yok. Erkeksi bir lezbiyenin saç kesimi beni rahatsız etmez veya bir erkeğin sürme çekmesinden rahatsızlık duymam. Ancak ben bir kadın olarak biraz fazla özenliyim. Makyajımla, saçımla, giyimimle, vücudumla, fiziksel olarak; davranışlarımla, hareketlerimle, konuşmamla da sosyal bir kadın olmalıyım. Belki bu denli keskin bir kadın-erkek ayrımı olmasaydı kimbilir belki ben de sakallarından memnun bir kadın olurdum. Ama yine de bedensel değişim konusunda kesin kararlara sahip olurdum galiba. Şunu da belirtmek isterim ki aklımdaki keskin kadın-erkek ayrımı fiziksel ve davranışsal olsa da iki cinsiyetin birbiri arasında bir üstünlük veya zayıflığının varlığına asla inanmıyorum.

H: Hatta transseksüellere, bedensel geçişin toplumsal kaynaklı olduğunu hatırlattığın zaman çok alınganlık yapıyorlar “bizi hiç anlamıyorsunuz” diye? Gerçekten bedensel geçişin toplumsallıkla hiç alakası yok mu? Doğada kadınlar pipili olsaydı, bu sefer kadın translar pipi taktırmaya kalkmayacak mıydı erkek transların günümüzdeki erkek biyolojisine uygun şekilde yaptığı gibi?

Gerçekten kim için, ne için geçiş yapacaksın; toplum için mi, kendin için mi, daha çok sevilmek, tercih edilmek adına erkekler için mi? Ruhun kadın da olsa, biyolojik bedenin eksiltilmiş olmayacak mı ameliyatla? Yapay bir vajina, orjinal bir penis kadar biyolojini tatmin edebilir mi? Yoksa toplumsal varoluş adına kendini feda etmen mubah mıdır? Yani doğduğun şekilde kendini topluma kabul ettirmen zor olsa da, mücadele ederek doğana uygun bir şekilde varolman daha anlamlı olmaz mı?

B: Kadınım ben. Eğer bir kadın gibi görünmeden yaşayacaksam geylikten ne farkım kalır ki? Sonuçta ben erkek değilim. Ben vücudumdan memnun değilim. Kadın ruhundayım. Bunu bedenimle tamamlamam gerek. Orijinal bir penis bana ait olmadığı sürece benim için yapay bir vajina kadar asla orijinal değildir. Vücudumdan bir şeyler eksilmiyor, aksine vücudum ruhuma ait olma evresini tamamlıyor. Ayrıca işin hukuki boyutu var. Ben aile kurmak isteyen bir bireyim. Bunun içinde gerekli olan prosedürü uygulamam gerekiyor. Yani ben hem kendim hem de toplum için geçiş yapıyorum. Ama öncelik tabii ki kendim!

H: Transsekseüllerin sürekli bedenleriyle uğraşmalarını, abartılı şekilde kadın olmaya çalışmalarını, güzel olmak için varlarını yoklarını harcamalarını nasıl açıklıyorsun? Bu da biraz heteroseksizmin kadınlığa bakış açısıyla alakalı değil mi?

B: Transseksüellerin sürekli bedenleriyle uğraşmaları çok normal. Çünkü hayatlarındaki sorun sadece bedenlerinde. Abartısı kişilerin kendi arzularına bağlı. Nitekim biyolojik olarak bir kadın olup, bilumum estetikler ile kendilerini mahveden insanların da örneği çok fazla. Çok sade, çok duru bir güzelliğe sahip çok transseksüel var. Tabii ülkemizde birçok transseksüelin seks işçisi olduğu gerçeğini, abartı diye nitelendirdiğimiz olayın da bu durumla bağlantısını göz ardı edemeyiz.

H: O zaman bedenleriyle bu kadar uğraşmalarını bir anlamda erkek egemen topluma kendilerini ispat etme çabası olarak da görebilir miyiz?

B: Evet görebiliriz. Ama tek neden olarak bununla sınırlandırmak da yanlış olur.

H: Daha çok ruhlarına uydurma çabası diyorsun yani…

Sen ameliyat olmayı düşünüyor musun? Bunun için bir plan yaptın mı “şu zaman olurum” diye veya “şartların ne göstereceğini bilmiyorum” mu diyorsun? Olayı ailenin anlayışına göre akışına mı bıraktın biraz? Bu konuyu ailenle halletme konusunda bir stratejin var mı uzun veya kısa vadede? Ailenin az-çok bu konudaki tepkisini biliyorsun ama bu tepkinin nasıl şekilleneceği ailenin yapısıyla mı alakalı, yoksa onlar adına sen de mi düşünüyorsun? Hani LGBTİ’ler cesaretsizliklerinden dolayı açılım konusunda hep ailenin bakış açısını, çevrenin tepki göstereceğini bahane ederler ya… Bahane değil de gerçek olsa da çevrenin yapısına göre kendini ertelemek ne derece doğru? Ekonomik özgürlüğü kazanıncaya kadar falan başkaları adına yaşamak anlaşılabilir ama hayat boyu başkalarını düşünerek yaşamak ne kadar gerçekçi? Bu LGBTİ’lerin kendilerinden kaçışı olmasa da, toplumla kendilerini barıştırma cesaretlerinin olmaması olamaz mı? Sence doğru pratiği nedir bu açılımın zaman ve plan olarak?

B: Evet, ameliyat olmayı düşünüyorum. Senin de belirttiğin gibi henüz aileme açıklamadım bu durumu. Hedefim üniversite eğitimimi bitirdiğim zaman bu sürecin de bitmiş veya bitmeye yakın olması; ancak ne kadar gerçekleşebilir orası tabii muğlâk bir durum. Konuyu ailemle halletmeyi istiyorum. Çünkü ben ailemsiz bir hiç olduğumu düşünüyorum. En azından bu süreç içerisinde. Aile çok farklı bir olgu Halil, kişiden kişiye değişebilecek bir olgu. Kimi insanlar tanıyorum, aileleri umurlarında olmuyor. Çok erken bir zamanda hayata ailesiz atılabilip buna rağmen başarılı olabiliyorlar. Ben bu insanlara çok şaşırıyorum. Ben ailemsiz bir adım atamıyorum. Bu sosyal veya ekonomik anlamda değil. Tamamen işin duygusal yönü. Ben asla annemsiz bir hayat düşünemiyorum. Bunu şöyle açıklamak istiyorum. Bildiğin gibi, babamı 9 yıl önce kaybettim. Yapamasaydım babamsız yapamazdım. Ölüm olgusu çok farklı. “Annemsiz yapamam”dan kastım; annemin yaşadığını bile bile onsuz bir hayat geçirmem, onu görmemem, sesini duyamamam benim ölümüm demektir. Onları yanımda görmek, benim sosyal, ekonomik, psikolojik yaşantımı tamamen daha olumlu bir yönde ilerletecektir. Açılım konusuna gelince, aile ve çevreyi bahane etmek değil olan durum. Çünkü bahane edilecek bir şey değil. Aile kabul eder, etmez durumu ile aile tepki verir durumu bende biraz ayrı. Kabul edilmemek sonrasında yaşanan travmalar sillesine hepimiz birçok LGBTİ bireyinde tanık olduk. Kendini ertelemek ne derece doğrudur, doğru mudur, tartışılır bir durum. Ancak burada devreye yapı kadar duygular da giriyor. Ekonomik özgürlüğünü kazanan bazı bireyler var ki aile fertlerinin tepkisini kestiremediği için hâlâ açıklama durumunda bulunamamış. Kimileri de var ki hem ekonomik özgürlüğü olmayan hem de açıklayamayan… Ben de onlardan biriyim. “Açılmak, açıklamak” diye nitelendirdiğimiz şeyin açıklama nedeni kadar açıklayamama nedenleri de çok fazla. O yüzden herkes için kesin, evrensel bir açıklama zamanının varlığına açıkçası inanmıyorum.

H: Transseksüellerin homofobisini nasıl açıklıyorsun? LGBTİ’ler ortak bir cinsel kimlik mücadelesi veriyorlar ama eğer transseksüellik çok normal karşılansaydı aynı çatı altında buluşurlar mıydı, yoksa toplumsal anlamda kabul edilmenin hazzıyla heteroseksüellerden daha heteroseksist ve homofobik mi olurlardı? Bu soru varsayım üzerine değil. Özellikle bilinçsiz translar arasında homofobi kendini çok hissettiriyor; onlar ne kadar geyler daha transfobik deseler de, transseksüellerin geyliğe karşı daha mesafeli oluşu hissediliyor. Transseksüellerin bu kadar heteroseksist olmalarını, kendilerini topluma kabul ettirme gayreti olarak görebilir miyiz; bakın aslında biz de kadın ve erkeğiz ama yanlış bedenlerde doğmuşuz, biz de karşıyız eşcinselliğe dercesine… Sen eşcinselliğe nasıl bakıyorsun…

B: Açıkçası bu durumun çok da farkında değilim. Sanırım transseksüellerdeki homofobi, homoseksüellerdeki transfobi kadar fazla değil. Senin açıklamana aklım pek yattı sayılmaz. Heteroseksist olmaları, heteroseksüel olmalarından kaynaklı bir durum. Heteroseksüelliği zorunlu kıldığımızı sanmıyorum. Aynı çatı altında toplanmanın bizlerin normal karşılanması ile bağı yok bence. Tamamen bilinç ve insan olabilmekte temel durum. Nitekim heteroseksüellerin arasında homofobik olanlar gibi olmayanların varlığı da söz konusu. Bunun cinsel kimlikle çok da bir alakası olduğunu düşünmüyorum. Benim eşcinselliğe bakışım, samimiyetimle söylüyorum ki gerçekten çok ılımlı. Temelinde sevgi olan bir şeyin dünyaya kötülük getireceğine nasıl inanabilirim ki? Yapısında sevgi barındıran bir durumda kimin, neyi sevdiği önemli değil benim için. Kaldı ki, transseksüel olarak lezbiyen de olabilirdim. Hem de şu an barındırdığım tüm keskin “kadın” modelime rağmen…

H: Bazı aileler transseksüel olurlarsa çocuklarının seks işçisi olma korkusundan dolayı eşcinsel olmalarını tercih ediyorlar. Yani toplumda da transseksüel denilince seks işçiliği akla geliyor, transseksüelleri seks işçiliğine mahkûm edenin toplumun kendisi olduğu gözardı edilerek. Bazı aileler de eşcinsel olacağına, kadınsa kadın olsun, erkekse erkek olsun diye homofobi sergiliyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsun? Senin ailenin yaklaşımı ne olurdu bu konuda? Sen transseksüelsin ama ailen gerçekten seni erkek bedeninde kadın olarak mı kabul eder, yoksa kadın ise bari kadın olsun da eşcinsel ilişki yaşamasın gibi bir homofobi mi sergilerler? Çok transfobik bir soru oldu sanırım. Pardon! Yani ailenin tutumu seni bu konuda cesaretlendirecektir veya daha da kendini ertelemene sebep olacaktır. Belki de erken açılmak, yani mesela senin transseksüelliğini erken açıklaman, ailenin de senin transseksüelliğini kabul etme sürecini erkene almış olacaktır. Ailen eşcinselliğin ve transseksüelliğin ayırdında mı? Gerçekten transseksüellerin işi daha mı zor kendilerini ifade etmesi ve kabul ettirmesi? Bir geyin açılımı ve kabul ettirmesi daha mı kolay? Geylerin kabul edilmesi, fiziksel olarak değişime uğramamaları mı? Oysa heteroseksizmin en karşıtı olduğu şey eşcinsel ilişki olduğu için transfobik olmaktan daha çok homofobik. Sanırım geylerin gizlenebilme şansları, onları transseksüeller kadar hedef haline getirmiyor…

B: Ailelerin transseksüelliğe cinsellik ve seks işçiliği olarak bakması, senin de dediğin gibi, tamamen toplumda böyle algılanmasından kaynaklanıyor. Kaldı ki trans bireyler ailesinin desteğini ilk aşamada alabilse her şey daha farklı işler. Ülkemizde transseksüellerin büyük bir kısmının seks işçiliğini zorunlu olarak yaptığını düşünüyorum (İnsanların özgür hakkı olarak gören, özgürlükçü kesimi tenzih ederim.). Bunun sebebinin de çoğunun ilk aşamayı ailesiz geçirmeleri olduğu görüşündeyim. Zaten benim de ailemi arkama alma amacım, eğitimimi ve daha sonrasında yaşayacağım hayatımı sağlam temeller üzerine kurma hedefim. Ailemin yaklaşımını bilemediğim için bekliyorum zaten. Açılma isteği olarak transseksüellerin daha istekli olduğu görüşündeyim. Eşcinsel arkadaşlar bu konuda biraz daha geride. Ama gel gör ki kabullenme eşcinsellerde daha fazla. Oysa ben bir gey olsam, açılma isteğimin şimdiki kadar fazla olabileceğini sanmıyorum. Çünkü bir gey olsam, erkek olarak, hemcinsime ilgi duymaktan fazlası olmayacağım. Ne penisimden ne de ailemin, arkadaşlarımın, sosyal çevremin bana atfettiği “erkek sıfatları”ndan rahatsız olacağım. Evlilik gibi konuları da daha heteroseksist yapıya uygun nedenlerle geri plana atabilirim. Buradan geyler açılmasın, gizli yaşasın mesajı çıkarılmasın lütfen. Sadece transseksüelliğimi açıklamam ile kıyaslıyorum. Dediğim gibi, şu an annemin telefonda “Oğlum!” diye seslenmesi kadar beni üzen başka bir şey yokken açılma isteğimi bastırmam kadar kendimi gizleyebilmem de mümkün değil.

H: Transseksüeller transfobiye karşı tepki gösterirlerken, genellikle gündüz erkek geçinenlerin geceleri kendilerine kadınlık yaptıklarını dile getirirler ve transfobinin kişilerin bastırılmış kimliklerinin bir yansıması olduğu gerçeği de vardır dolayısıyla. Transseksüeller işsizliğe mahkûm oldukları için seks işçiliği yapıyorlar ama transseksüel pazarı gizli eşcinsellerin talebiyle de oluşmuş sayılmaz mı bir anlamda? Çünkü toplumda erkek olmak zorunda kalan eşcinseller, erkek erkeğe gerçekleştiremedikleri cinsel ihtiyaçlarını, kamuflaj bir şekilde transseksüellerle gerçekleştirmiş olmuyorlar mı? Çünkü durum ortaya çıktığında, “Ben onu kadın zannetmiştim” deme şansları var. Demek istediğim; transseksüelleri seks işçiliğine mahkûm eden transfobi ama gizli eşcinseller olmasaydı transseksüeller idamelerini nasıl sağlayacaklardı? Gerçekten heteroseksist bir toplumda kaç heteroseksüel erkek transseksüelle beraber olur? Bu sorum da transfobi olarak algılanmasın lütfen.

H: Heteroseksist bir toplumda transseksüellerin mutlu olma şansları olabilir mi? Çünkü heteroseksüellerin yaşadığı gibi yaşamaları o kadar kolay değil sanırım. Çünkü heteroseksüel ailelerin çocuk yapma gibi, özellikle kendi kanından çocuk yapma gibi mecburiyetleri var. Kaç heteroseksüel erkek, çocuksuz bir kadınla toplum içersinde evlilik yapıp yaşamak ister? Eee ne demek istiyorsun, bu konuda yapılacak bir şey yok zaten diyebilirsin. Demek istediğim transseksüeller heteroseksistçe heteroseksüelliğe çok kaptırıyorlar kendilerini. Heteroseksist dünyadan beklentileri de onları hayal kırıklığına uğratacak nitelikte. Heteroseksüel dünya dışında bir dünya olabilir mi transseksüeller için? Yani bir anlamda heteroseksüellerin durumu eşcinsellerden daha zor. Çünkü eşcinsellerin kendi cinsleriyle bir hayat kurmaları çok daha mümkün legal veya illegal. Ama transseksüellerin o kadar kolay değil. Translar çok daha aradalar. Öyle değil mi? Ne düşünüyorsun bu konuda?

B: Mutlu olmak her canlı için mümkün, yeter ki yaratabilsinler mutluluğu. Çevremizde heteroseksüel olup evlat sahibi olamayan, tek evlatlarını kaybeden birçok insan var. “Transseksüelin çocuğu olmuyorsa evlenilmez.” düşüncesinin bana göre “Çocuğu olmayan kadına kuma getirmek doğrudur.” cümlesi ile farkı yok. Sizinle aynı düşüncede insanlar ile ilişki yaşamanız da ne zor ne de imkânsız. Eşcinsellerin legal veya illegal kurduğu ilişkiler ile sürecini tamamlamış, kimliği ve yasal haklarını elde etmiş bir transseksüel kadının legal evliliğinin pek farkı yok. Çiftlerin yönelim ve kimliklerinin bu aşamadaki bir ilişkide pek de önemli olduğunu düşünmüyorum. İnsanlar nelerden fedakârlık yapıyorlar…

H: Kadınlık nedir? Toplumun, kadının yapısına göre oluşturduğu bir şey midir, yoksa erkek çıkarına göre mi şekillendirilmiştir kadınlık? Ben de çocukken kendimi erkek gibi hissetmiyordum ve kadınlığa özeniyordum ama daha sonraları bu kadınlık modelinin insanın doğasını kısıtladığını fark ettim ve kendimin, toplumun çizdiğine inandığım cinsiyet kalıplarının hiçbirine uymadığımı anladım. Evet ben bir insandım, canlıydım, kendi cinsime, hatta biyolojik cinsime ilgi duyan biriydim ama kendimi toplumdaki gibi erkeklik ve kadınlıkla bağdaştıramıyordum. Eşcinselim diye tanımlıyorum kendimi ama karşımdaki erkeğin toplumun şekillendirdiği erkek olma gibi bir zorunluluğu olmadığı gibi, hatta bu tarz bir erkek beni itiyordu. Hani bazı eşcinsel ve transseksüeller vardır; beraber oldukları erkeklerde toplumsal, daha açıkçası maço bir tarz arar ama bende böyle bir istek yoktu. Yani insan olsun, kişilikli olsun, duyarlı olsun, anlayışlı olsun, şiddetten uzak olsun, hayvansever olsun, çevreci olsun… ama toplumun dikte ettiği gibi bir erkek ise asla olmasın. Çünkü erkeklik böyle bir şeyse, o zaman ben erkek sevmiyorum, sevemiyorum. Belki de erkek biyolojisinde kadın ruhunun yumuşaklığı daha mantıklı geliyor bana diyebilirim. Yani transseksüellerin kadınlık anlayışı da toplumsal bir şey olmasın sakın? Transseksüeller neyin mücadelesini veriyor; kadın olmanın mı, toplumsal kadınlığın ve bu kadınlıkla heteroseksizme dahil olmanın mı? Doğanın getirdiği özelliklere sahip bir kadınlığın, heteroseksist bir dünyada kalmış olabileceğine inanıyor musun? Şu anda transseksüellerin olmak istediği şey biyolojik bir kadın mı, kadınlık mı? Eğer amaç sadece bedeni değiştirmekse, kadınlığın bir öneminin olmadığı bedensel bir değişim ne kadar gerekli? Eğer amaç kadınlıksa, kadınlık için bedenin cinsiyeti ne kadar önemli? Doğurganlık gibi bir özelliğe de sahip olunamayacağına göre, tam bir kadın olunamayacağına göre, toplum da tam anlamıyla kabul etmeyeceğine göre… Bana gerçekten transseksüellerin bedensel geçişi daha çok toplumsal anlamda kabul edilmek için gibime geliyor. Oysa toplumsal anlamda kabul edilmek, heteroseksizmin kurallarına göre olmayabilir. Yani tek model bir kadın olması şart değil ki bunun için. İki model bir kadın-lık da oluversin ve translar da bunun için mücadele versin. Bu, transların değişimine karşı olduğum anlamına gelmesin. İsteyen istediği gibi ameliyatını olabilir, istediği kadar toplumsal kadınlık için her türlü değişime gidebilir ama transların da birazcık doğanın yaratısına göre bir kadın-lık için mücadele vermesi gerekmez mi? Eğer şu andaki kadın ve kadınlık tek doğruysa, o zaman heteroseksizmi de tek doğru kabul etmemiz, hatta hepimizin eşcinselliğe karşı çıkması gerekmez mi?

Transseksüellerin bedenleriyle barışık olmamalarının toplumsal cinsiyetle, yani toplumun kadın ve erkekliğe yüklediği anlamla alakası ne kadar? Eğer kadınlık ve erkeklik normları içselleştirilmemiş olsa, translar penislerinden gene de bu kadar nefret ederler miydi? Veya erkeklikle ilgili diğer bedensel taraflarından bu kadar nefret ederler miydi? Ayıran nedir kadınlıkla erkekliği? Beden orgazm oluyorsa ha penisle olmuş ha vajinayla. Transseksüellerin bedenlerinden nefret etme halleri heteroseksist toplumun cinsiyet algısına kendilerini kabul ettirip ettirmekle mi alakalı? Yani kendilerini kadın bedeniyle daha çok kabul ettirebileceklerine inandıkları için mi erkek biyolojilerinden nefret ediyorlar? Bir de bu konunun irdelenmesinden hiç hoşlanmıyor transseksüeller. Bu konuyu tartışmamak bile transseksüellerin bir şeylerden kaçtığının göstergesi olamaz mı? Yani konunun, yani transseksüellerin erkek bedenlerinden nefret etme hallerinin tartışılmasını bile istememeleri, kendilerini topluma bu şekilde-değişerek kabul ettireceklerine inanmalarıyla alakası olamaz mı? Çok despotça olacak ama, transseksüellerin bedensel geçiş istekleri özgüvenlerinin olmamasıyla alakalı olabilir mi?

B: Kadınlık sorun sanki konumuzdan uzaklaşmış bir soru olmuş galiba. Yani sen tek tek sorsan evet hayır diyebileceğim bir soru. Bununla birlikte sosyolojik bir soru. Benim henüz bir uzman veya profesör statüm yok ki kesin bir dille yorumlayabileyim. Son iki sorun röportajdan çok, senin genel olarak yazdığın, edebiyatımızda “Sohbet” denilen bir yazı türünde daha asil dururlar Halil’ciğim. (Bu sorulara cevabım değil, konu dışı bir görüşüm. Senden ricam ailelerini önemseyen transseksüellerle ilgili, biraz daha özel hayatı irdeleyen sorular. Çünkü verdiğim cevaplara bakıyorum da sanki bir doktormuşum da konuyu anlatmam istenmiş gibi geldi.)

H: Transseksüelliğin ana ekseni kadın olmak ve kadınlık değil mi? Transseksüellerde şöyle bir düşünce var; kadınlığımız tartışılamaz. Bir kadın-lık var ve biz ruhsal olarak öyleyiz, bedenimizin de o şekilde olmasından başka bir seçeneği yok. Gerçekten bu mudur bütün olması gereken? Tamam, bedensel geçişinizi bir tarafa bırakalım, toplumun dayattığı kadınlığı benimsemenin transseksüeller açısından nasıl bir faydası olabilir ki? Transseksüellerin tek derdi, heteroseksizm hangi kefeye koyarsa koysun, onun idealize ettiği bir kadınlığa ulaşmayı hedef haline getirmek (Aynı şey tersi olarak erkek transseksüeller için de geçerli). Kadınlık feminen ve şıkır şıkır bir kadın olmak mıdır? Erkeğin himayesinde ikinci sınıf bir cinsiyet olmak mıdır? Bütün translar sihirli bir değnekle biyolojik olarak tam anlamıyla kadın oldular diyelim; bütün sorunlar halledilmiş mi olacak? Düşünüyorum da benim cinsel kimliğimle ilgili bir sorunum yok; yani hislerimi gerçekleştireceğim bedenimin hiçbir önemi yok. Ben de bir erkek tarafından sevilmek istiyorum; benim illa ki onun istediği şekilde olmam mı gerekiyor? Transseksüellik dediğimiz şey de bırakın erkek bedeninde kadın olsun. Yani bizim sorunumuz ve uğraşmamız gereken konu, alan, heteroseksizmin farklılıkları kabul edip etmemesi olmalı. Ben varolan transseksüellik anlayışını heteroseksizme yaranma gibi görüyorum. Bütün dünyada pipili ve memesiz kadınlar revaçta olsaydı, hatta erkekler vajinalı kadınlardan itilselerdi, transseksüeller gene de silikon meme ve yapay vajina peşinde koşarlar mıydı? Öyleyse neden heteroseksizmin istediği gibi bir kadın-lık olsun? Niye doğanın yarattığı gibi bir kadınlık olmasın?

Bir transseksüel olarak ne istiyorsun; toplum transları kabul etsin, sorunsuzca ameliyatları gerçekleştirilsin… Peki bundan sonrası… Doğuştan bir kadın gibi kadınlığını gerçekleştirsin… Peki bütün bunlar oldu diyelim. Bundan sonrasını bana kısaca çizebilir misin? Hatta mesleğinde de çok başarılısın… Sence hiç sorun kalmaz mı? Gerçekten böylece mutlu bir portre çizilebilir mi? Sorun öncelikle heteroseksizmle mücadele etmek olmamalı mıdır? Heteroseksizmin kalıplarını yıkmak olmamalı mıdır? Tamam biz varolalım, olmamız da gerekir ama heteroseksizmin kalıplarına uyarak, onun kalıplarını kabul ederek değil. Şu anda transseksüellerin varmak istediği nokta heteroseksizmin parmaklıkları arkasına gönüllü teslim olmaktan başka bir şey değil. Transseksüeller sadece heteroseksüel değil, heteroseksist de sanırım. Benim içimde de bir kadın var ama o kadın asla heteroseksizmin idealize ettiği kadın olamaz. Buna asla izin vermem.

Bana bedensel geçiş ameliyatları çok büyük cesaret işi gibi geliyor. İnsanın bedenini biçtirip diktirmesi hiç ürkütmüyor mu seni? Aslında bu soru şu düşünceyi de beraberinde getiriyor; ruhumuz bedenimize o kadar ters ki, onun için her türlü fedakârlığa katlanılabilir. Farkındayım; sorularımda doğuştan getirdiğiniz bedeninizle barışıp o şekilde kadın olun bir dayatması var ama bu transseksüel karşıtlığı değil inan; sadece insanı düşünmek ve hasarsız onların nasıl varolabileceği… Sen hazır mısın böyle bir fedakârlığa psikolojik olarak? Yoksa ameliyata kadar geçen psikolojik tedavi aşamasında her şey aşılır diye mi düşünüyorsun? Araştırmasını yaptın mı bu sürecin hukuki ve tıbbi yönünü? Veya şöyle mi düşündün; bu kadar transseksüel bu yola girdilerse, doğrudur. İleride ameliyat konusunda fikirlerin değişebilir mi? Bu konuda esnek bir pay bıraktın mı, yoksa “kararım katidir; tek doğru yol ameliyattır” mı diyorsun? Bu soruları niye soruyorum; duyuyoruz çünkü ameliyattan sonra kendinden memnun olmayıp pişman olanları…

B: Kesinlikle çok büyük bir cesaret istiyor. Fakat olaya bir biçki-dikiş olarak bakmıyorum. Bunu, benim ruhumun bedenimle bir bütünlüğe geçişi olarak görüyorum. Ben şu an kendimde her şeye hazır bir durumdayım. Ancak bu süreç başladıktan sonra neler olacağını tahmin etsem de kesin olarak belirtmem doğru olmaz. Ancak yıllardır kendimle verdiğim bir iç savaşım var. Şu dakikadan sonra asla bir geri dönüş, savaşa geri dönüş düşünmüyorum. Yeteri kadar zaman harcadım. Ancak tıp bu alanda ne der onu da göz ardı edemem. Hukuki ve tıbbi yönünü araştırdım. Hedeflerimi en son ana kadar belirledim. Hayat her zaman planlara göre işlemiyor. Bir kaderci yapım var. Ama bazen kaderimizi kendimizin de yönlendirebileceğini düşünüyorum. Ben bu konuda, bu ortamı kendime hazırlayacağım, sonuna kadar mücadelemi var edeceğim. Bu yüzden son evresine kadar planlarımı yapıyorum. Hedeflerimi belirlerken bir sonuç için birden fazla yol çıkarıyorum kendime.

H: Ameliyattan sonra ailenle, çevrenle ilişkilerinin nasıl olacağını tahayyül edebiliyor musun? Anne-kız veya kız-kardeş olmak, dayı iken teyze olmak… Bunlar erkek bedeninde yaşamaktan daha ağır olamaz senin için tahmin edebiliyorum. Bir şekilde insanlar alışacaktır veya alışamayanlar hayatında yer almayacaktır zaten. Ama sen çevresiyle mutlu olanlardansın. Bu da bir sorun yaratacak gibi durmuyor mu? Transfobik bir çevre ama çevresinden vazgeçemeyen bir transseksüel…

B: İşte benim belki de cevap verirken çok sık duraklayacağım, boğazımın düğümleneceği soru bu sanırım. Halil’ciğim, ben yıllardır kendimle bir savaş verirken, aynı anda ailem ve çevremle de verdim bu savaşı, içten içe. 11 yaşında babamı kaybettim. Sosyal medyada kız arkadaşlarımın babaları için “İlk aşık olduğum adam!” diye ifade edişleri her zaman beni derinden etkilemiştir. Babam bana “aslanım”, “tosunum” gibi ifadelerle hitap ettiği zaman içim burkulurdu. Ondan duymak istediğimi ablalarıma söylerken hep boynum bükülmüştü. Bana göre ben babamın prensesiydim. Annemin de öyle… Ablalarım yaşları birbirine yakın iki kardeş. Onların sürekli birlikte olmalarını her zaman “dışlanmışlık” olarak gördüm. Odaya kapanıp makyaj yapmaları, özel günlere beraber hazırlanmalarında odamda gizlice ağlardım. Onların elbiseler giyip gezmeleri veya “kız kıza” muhabbetleri hep beni etkilerdi. Çünkü bir kadınsınız, ama biyolojik olarak onlardan değilsiniz, fark edilmiyorsunuz. Heteroseksist bir düşünceye sahipler. Kız kısmı, erkek kısmı ayrımına sahipler. Haliyle onlara göre sizin olmamanız gereken bir ortamdan, size göre dışlanıyorsunuz. Ama ben en başından beri belirttiğim gibi, aileme çok düşkünüm. Bu röportajımızın da hani konusu olduğu gibi, transfobik bir çevreden vazgeçemeyen bir transseksüelim. Çünkü o çevreyi oluşturan insanlar benim ailem. Ailemin transseksüellere karşı bir düşünceleri yok, onlara zarar verici bir düşünceleri yok. Bugün bir transseksüel ile oturup sohbet edebilecek görüşteler. Fakat bu durumun başlarına gelmesine tepkileri ne olur bilemiyorum, kestiremiyorum. Çünkü hastalık olarak görseler ayrı sorun, sert bir yaklaşım sergileseler apayrı bir durum. Bir de aile bireylerimin sağlık problemleri benim onlara açılımımda bir defa daha düşünmemi gerektiriyor. Çok mu derin düşünüyorum, bilmiyorum ama beni öğrendikten sonra yaşayacakları sorunlar, benim yaşadığım sorunlardan daha önemli gibi geliyor bana. Sanırım onları kendimden daha fazla önemsiyorum. Bu doğal olarak bana daha fazla zarar veriyor.

H: Beni bir transseksüel olarak düşün ve bana ne sormak isterdin mesela? Senin için önemli olup da kafandaki soru işaretlerine yardımcı olacak cevabın sorusu ne olabilir?

3-4 aydır geliyoruz ve bazı buluşmalarımıza transseksüeller de geldi. Neredeyse hepsi ekmeğinin derdinde, ameliyat için para biriktirmenin derdinde. Evsiz kalıyorlar, ayrımcılığa maruz kalıyorlar ve cinayete bile kurban gidebiliyorlar. Ve biliyoruz işsiz kaldıkları için seks işçiliği yapıyorlar. Sistem önce onları reddedip işsiz bırakıyor, sonra da seks işçiliğine mahkûm edip ahlaksız ilan ediyor. Yani erkek egemen yapı sindirmek için ellerini kollarını bağlıyor transseksüellerin. Transseksüeller de bizim yapabileceğimiz bir şey yok diyorlar. Sen ne öneriyorsun bu konuda? Senin düşüncelerin ne? Yapılabilecek ne var? Tavsiyelerin var mı? Aileleri tarafından kabul edilmek transların sorunlarını hangi ölçüde hafifletebilir? Ailelerin uzun vadede yapabileceği bir şey var mı bu konuda? Transseksüellerin örgütlenmesi umut verici bazda mı? Mesela LGBTİ’lerde, neden geyler öncelikli deniyor? Transseksüeller olaya politik açıdan bakmayı önemsiyorlar mı?

B: Bir insanın cinsel kimlik veya yöneliminin insanların sosyal ve ekonomik yaşamlarını tehdit etmesi, engellemesi son derece yanlış bir durum. Sırf cinsel kimliği transseksüel veya yönelimi homoseksüel olduğu için hayattan koparılan, yaşam alanları kısıtlanan milyonlarca insan var. Örneğin, bugünkü bilgisayarın temellerini atan Alan Turning, kendi döneminde bu yönünden çok eşcinselliği ile ilgilenildiği için büyük zorluklar çekmiş. Bu durum 1950’lerden günümüze hâlâ devam etmiyor mu? Gizli eşcinseller hâlâ tehditler almıyor mu? Transseksüel arkadaşlarımız arasında seks işçiliği dışında bir meslek edinmiş sayılı bireyler var. Aile burada çok önemli. Ailesinin desteğini alıp bazı resmi veya özel kurumlarda görev alanlar var. Aileler tarafından kabul edilip destek gören bireyler yalnızca maddi anlamda bir rahatlık elde etmiyorlar ki. Psikolojik rahatlık yaşayıp hedeflerine daha kolay ulaşabiliyorlar. Mutlu bir birey olabilme yollarından biri de benim için bu.

H: Transseksüelliğe bakış açımdan dolayı ben transfobik olarak adlandırılıyorum. Sence de öyle mi? Transfobi nedir sence? Transseksüellerden nefret etme mi, yoksa transseksüellerin hem fiziksel hem de psikolojik olarak zarar görmemeleri için mücadele etmek mi? Ben ikincisini yaptığıma inanıyorum. Sanırım transseksüellerin biyolojik kadın olmak dışında olaya farklı açılardan bakmalarına dikkat çekmem yanlış anlaşılıyor. Erkeklik ve kadınlık dışında farklı cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim varsa, neden farklı transseksüellik olmasın?

B: Düşüncelerini transfobi olarak nitelendirmiyorum. Transfobiyi şu veya budur diye kesin bir ifade ile açıklamak güç olur. Çok kapsamlı bir terim. Mesela bana göre, transseksüellere fiziksel bir şiddet uygulamadığı halde, düşüncede hastalık, tercih olarak görmek de transfobidir. Ancak, sen de olaya kesin değişim kararı olarak bakmak yerine, kişinin bedensel değişim hakkını kullanma isteği olarak bak. Çünkü bu sadece transseksüellerin meselesi değil. Bedensel değişim özgürlüğü olmalı.

H: Ben transseksüeller daha az hasarla atlatsınlar diye bedenleriyle barışmalarını istiyorum ve tavsiye ediyorum ama yapılacak bir şey yoksa, insanın bedensel geçiş ameliyatı geçirmesi de istenilen bir şey olsa da çok meşakkatli bir şey bence. Ameliyatın da acısı geçer ama hayata sıfırdan başlamak, hem de engellerle dolu bir hayata sıfırdan başlamak… Çünkü “sen kadın oldun, hoş geldin yeni hayatına” diyecek toleranslı bir dünyada yaşamıyoruz. İçindeki öfken, acın, umutların, mesajın, insanlardan beklentilerin, hislerin, anlatmak istediklerin, gözyaşlarının ifadesi…
B: Her LGBTİ bireyi gibi ben de önyargıların ve fobinin yıkıldığı bir dünya istiyorum. Benim ne olduğumdan çok neler yapabileceğimle ilgilenilsin istiyorum. Bedenimden çok zekamla uğraşsınlar istiyorum. Sadece ben değil, tüm LGBTİ bireyleri imkân verildiğinde çok başarılı işler çıkarabilirler. Bunun özgürlüğünü istiyorum. Bir de asıl konumuz olan, ailelerimize seslenmek istiyorum. Bizler bireyler olarak güzel şeyler başarabiliriz. Mükemmel işler için ailelerimizin desteklerine ihtiyacımız var. Anneler-babalar çocuklarınızdan vazgeçmeyin. Onlar sizin çocuklarınız. Cinsiyetleri önemli değil. Çocuklarınız sizlerin melekleri. Onlarla mutlu olmayı bilin.

H: Ailen senin kadın davranışlarını taklitçiliğine vermiş ama onlar gerçekleri biliyor da, seni üzmemek adına taklitçiliğine veriyor numarası yapıyor olabilirler mi? Çevrelerine karşı da bu, bir gerekçe olarak sunulan bir kamuflaj olamaz mı? Belki de herkes her şey biliyor da yüzleşilmeyi bekliyor olamaz mı? İçinde ailenin seni her halinle kabul edeceğine dair bir his var mı? Onların transseksüelliğe mesafeli sözleri de seni vazgeçirmek için olabilir mi? Onları şimdiden gerçek kimliğine hazırlamayı hiç düşündün mü? Her geçen gün hem sana yük, hem de zaman kaybı. Tamam her şeyin bir zamanı var ama o zamanı birazcık hızlandırmak mümkün mü ufacık ufacık bir şeyler yaparak? Mesela seni en kabul edecek kim var ailede? Önce ona açılsan ve onu yanına alsan. Sonra tek tek diğerlerini… Yani birden toplu açılım hem onları şok edecek, hem de seni yalnız bırakacaktır. Yani teker teker açılarak hasarın şiddetini düşük tutmuş olmaz mısın? Bu herkes için de faydalı olmaz mı?

B: Saydığın bütün olasılıklar kendi başlarına gerçek olma ihtimalleri yüksek varsayımlar. Bu yüzden her şeyi göze alarak konuşmaya karar verdim. Ne olacağını, neyle karşılaşacağımı en ince ayrıntısına kadar inceliyor, irdeliyor ve düşünüyorum. Bu röportajın en sevdiğim yönü, yüzleşmeyi sağlamış, dönüşümünü tamamlamış translardan ziyade, henüz açılımını bile gerçekleştirmemiş bir transseksüeli yansıtması.

H: Bir şeyi çok merak ediyorum. Trans olunca özgüvenin daha mı yüksel olacak, yoksa toplumsal koşullardan dolayı daha mı ürkek olacaksın?

B: Tabii ki. Kendi kimliğime kavuşacağım. Bedenim ruhumla bir bütünlük oluşturacak. Özgüvenimin yanı sıra başarılı ve mutlu bir hayatım olacak.

H: Yakın çevrene karşı nasıl bir stratejin var ameliyattan sonra? Onlardan uzaklaşabilirsin ama senin de dediğin gibi onların ailene karşı baskısı olabilir. Aileni çevreye karşı nasıl koruyacaksın? Onlar bu baskıya karşı sağlam durabilecekler mi? İzmir’de kalan trans bir arkadaşım, köylüleriyle yüz göz olmamak için miras hakkından vazgeçti ve ailesine devretti haklarını. Transseksüel olmak hep fedakârlık yapmak mı gerektirecek? Yakın çevresine kötü olmamak için hep borç para vermiş ama alamıyor? Avukatlar bile hak mücadelesinde transseksüellere karşı ihmalkârlık yapıyor. Hayat transseksüeller için çok zor. Sen hazır mısın çevrenin baskısı ve engellerine, ihmalkârlıklarına?

B: Ailem yanımda olduktan sonra diğer insanları pek de önemsemiyorum. Ben hayatıma bakarım. Gerekirse ailemi de yanıma alırım. Kimseye kabullendirmek gibi bir vazife hissetmiyorum kendimde. Herkes kendi hayatından sorumlu. Ailemi de kendimi de daha da bilinçlendireceğim. Onlar da en az benim kadar özgüvenli olmak zorundalar. Ben onlardan vazgeçmem. Onların da bunun farkında olup yanımda olmalarını sağlamak zorundayım. Fedakârlıklarımızın mutlaka sonucunu alacağımızı düşünüyorum.

H: Belki transseksüelleri çok rahatsız edecek bir soru olacak ama sence transseksüellik ne kadar queer sınıfına giriyor? Yani transseksüeller ne kadar toplumun en ötekilerinden bir olsa da kendilerini şu aşamada heteroseksizmle kabul ettirmeye çalışıyorlar gibi. Ötekileştiren bir sisteme ötekileştiren bir formülle dahil olma çabası daha en baştan queer anlayışıyla çelişmiyor mu? Toplum tarafından kabul edilinceye kadar her şey queer sınıfında ama kabul edilmek heteroseksizmin onayladığı şekilde mi olmalı? Mesela eşcinsellik de kabul edilecek belki ama erkekler pasif ilişkiye girmez iseler, heteroseksüel evlilik yaparlarsa, eşcinselliklerini heteroseksist yaşam biçimini rahatsız etmeyecek şekilde yaşarlarsa… LGBTİ’lerin kendilerini yanlışlamaları queer politikasını hepten yok etmez mi? LGBTİ’ler kime ve neyin mücadelesini verecek o zaman; ötekileştiren sistemin istediği gibi olmanın mücadelesini mi? Kabul edilinceye kadar her şey queer sayılıyor ama ötekileştiren sisteme benzemek için mi queer olunacak? Bu soruyu niye sordum biliyor musun? Tamam, doğuştan getirdiğin kadınlığına inanıyorum ama davranışlarında toplumsal kadınlık emareleri yok mu? Bunu zaten sen de inkâr etmiyorsun, hatta benimsiyorsun doğal bir kimlik gibi. Bu bir varoluş toplumsal anlamda ama doğal olarak varolmak bizler için daha iyi olmaz mı uzun vadede? Yani derdimiz günü ve kendimizi mi kurtarmak olmalı?

Queer: Queer teori ne olduğuyla değil neye karşı olduğuyla kendini ortaya koyar. “Normal”i, normalliği kuran normların kuruluş ve işleyiş yapısını sorgular. Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsel pratiklerle ilgili her tür etikete, dolayısıyla da kimlik ve cinselliğin üzerine kurulduğu “apaçık” her tür kategoriye karşı durur. Toplumsal cinsiyetin de içinde bulunduğu (kadınlık/erkeklik) ikili düşünce yapılarına, bu yapıların beraberinde getirdiği uyumluluklara (kadın, kadın gibiyse erkeğe arzu duyar) karşı, cinsiyet/toplumsal cinsiyet/cinsel yönelim kimliklerinin hiçbirinin “doğal” olmadığını, tarihsel, kültürel ve toplumsal olarak kurulduğunu ve dolayısıyla da iktidar ilişkilerinden bağımsız düşünülemeyeceğini savunur. Bu bağlamda, ana soruları cinsel kimliğin inşası, bu kimliklerin nasıl düzenlendiği ve bu kimliklerle özdeşleşmelerin bizi nasıl mümkün kıldığı ve kısıtladığı etrafında yoğunlaşır. İlk olarak akademik çevrede ortaya atılan bu teoriyi zamanla benimseyen kişiler şu an kendilerini -cinsiyetlerden ve cinsel yönelimlerden bağımsız şekilde- “queer” demektedir. Queer bireyler heteroseksizme ve heteronormativiteye karşı politik bir tutum alan bireylerdir. (Wikipedia)

H: Bir transseksüel arkadaşımız öğrencilik döneminde feminen görünümünden dolayı ayrımcılığa maruz kalıp psikolojik olarak çok sıkıntılı günler yaşadığını söylemişti. Hatta o, trans kimliğinden dolayı erkekler tuvaletine, biyolojik cinsiyetinden dolayı da kadınlar tuvaletine bile gidemiyormuş. Sen biyolojik olarak feminen olmadığın için okul çevrende belki aşağılanmıyorsun, dışlanmıyorsun. Ruhunla tezat bir bedenin ağırlığının verdiği psikolojik bir baskı var üzerinde ama açık olmanın getirdiği dezavantajlar da var eğitim hayatında. Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Eğitim hayatında translar nasıl olmalı görüntü olarak? Yoksa transseksüellerin kendilerini fiziksel-feminen olarak ifade etmeleri kaçınılmaz bir durum mu veya bir süreliğine kendilerini tutma iradeleri bireysel yapılarıyla mı alakalı? Sen dedin ya önceki cevaplarının birinde herkesin transseksüellik durumu farklıdır diye? O zaman senin şimdilik feminenliğini toplum içinde tutman uzun vadeli bir stratejnin katlanması zor da olsa, toplumsal sebeplerden dolayı olması gereken ve de istenince olabilen bir durumu mu?

B: Eğitim hayatımda genelin aksine ben ilk ve ortaokul dönemimde zorluklar yaşadım. Kız arkadaşlarımla vakit geçirmem, erkek öğrencilerden uzak durmam, erkek arkadaşlarım tarafımdan “karı kılıklı”, “top”, “nonoş” gibi adlandırılmalarıma neden oldu. Bu durum öğretmenlerimin dikkatini çekmemiş olsa gerek. Bildiğim kadarıyla aileme yansıtılan bir durum olmadı. Lisede biraz daha şanslı ve açıktım. Öğretmenlerim tarafından sevilen bir öğrenciydim. Genelde konser ve belirli haftalarda rol alırdım. Okulda cesurca kadın kıyafetleri ile gösteriler yaptım. Tabii bu durumu transseksüelliğime bağlamadılar. Başta açıklıktan kastım transseksüelliğimin bilinmesi değil, benim bu tarz gösteriler sayesinde egomu tatmin edişimdi.

Üniversite de ise tam bir özgürlük olmasa da rahatım. Kendimi ifade edebildiğim insanlarla iletişime geçiyorum. Öğretmenler ile aram gayet iyi. Durumumu bilen hocalarımın yanı sıra bilmeyenler daha fazla tabii. Homofobi ve transfobi malesef sadece eğitimle yıkılamıyor. Öğretmen, doktor, avukat statüsünde birçok insan maalesef homofobik ve transfobik davranabiliyor. Benim de derslerden yola çıkarak bu fobiye sahip olduğunu anladıklarım var. Daha dikkatli oluyorum. Tabii ki utandığım için ya da yanlış olduğunu düşündüğüm için değil, sadece bu fobilerini kullanarak benim hayatımdan önemli noktalarımı çalmalarına fırsat vermek istemediğim için.

Ekim Devrimi’nin Travesti Hali

“Devrimden sonra kısa bir süre toplum bir özgürlük nefesi aldı fakat ondan sonra 60 yıl boyunca cinsellik gündemde hiç olmadı.”

Ekim Devrimi’nin yıl dönümünde bu konuyla ilgili çok fazla şey yazılırken LGBT’ler açısından Sovyet dönemini konuşmak gerektiğine inanıyorum. Kafamda devrime ve Sovyetlere dair onlarca soru var. Bu nedenle Rusya’da doğup büyümüş Rus bir arkadaşım olan Aleksandra ile bu konu üzerine biraz konuşmak istedim. O da beni kırmadı ve sorularıma yanıt verdi.

Ekim Devrimi’nin yıl dönümü dolayısıyla onlarca yazı yazılıyor. Bunların bir kısmı ne kadar güzel bir hayatın şafağı olduğuna yönelikken bir kısmı da aslında Rusya’da bir şeyi değiştirmediğini söyleyen yazılar. Bu nedenle ben Ekim Devrimi öncesinden başlamak istiyorum. Rusyalı birisi olarak Ekim Devrimi öncesi hakkında özel anlamda LGBT’ler ve kadınlar için nasıl bir dünya vardı?
Rusya’da kadın, Hıristiyanlık kabul edildiğinden beri 1917 Ekim Devrimi’ne kadar hukukça haklardan yoksun ediliyordu. Bekar kadın babasının, evli kadın kocasının mülküydü. Kocasından izin almadan birçok resmi faaliyette bulunamıyordu. Erkek sadece çocuklarına değil karısına da fiziksel şiddet uygulayabilirdi. O dönem toplumdaki bireylerin arasındaki ilişkileri esas olarak kilise, yani din tarafından düzenleniyordu.

LGBT bireylere gelince, ilk defa kanunca eşcinsel ilişkiler ya da oğlancılık 18. yüzyılın başında I. Petro döneminde yasaklandı. Ama sadece erkekler arasında ve orduda… Bunun dışında kanun eşcinselliğe değinmiyordu. 1832 yılında Rusya İmparatorluğunun ilk kanunları düzenlendiğinde “oğlancılık” tamamen yasa dışı oldu. Kadınlar arasında eşcinsel ilişkilere ise kanun tümden aldırmıyordu.

19. yüzyılın sonunda psikiyatristler tarafından ilk defa “oğlancılık” yerine homoseksüellik kavramı kullanıldı ve ilk defa sadece erkekler arasında değil kadınlar arasındaki eşcinsel ilişkilerden bahsedildi. Yurt dışındaki araştırmalara dayanarak homoseksüellik bireyin doğuştan olan biyolojik bir özelliği olarak değerlendirilmeye başlandı. Yani eşcinselliğin bir suç veya günah olmadığı ve bu yüzden bu tür “sapmaların” hukuk alanından çıkarılıp sadece tıbbi alanda psikiyatristler tarafından incelenmesi gerektiği düşünülüyordu.

20. yüzyılın başında ise liberal hukukçular da eşcinselliğin ceza kanunundan çıkarılması gerektiğini düşünüyorlardı. Literatürde eşcinsel ilişkiler, üçüncü cins ve travestiler bireylerden bahsedilmeye başlandı. Ama toplumda LGBT’ler ne tür zorluklar çekiyorlardı, bu tür bilgilere ulaşmak zor. Dünyaca ünlü klasik Rus yazarların eserlerinde buna dair hiçbir şey göremiyoruz. Yani anlaşılan LGBT’lerin hayatı gayrimeşru, gizli kapalı bir şekildeydi. Kanımca genel olarak insanların özgür yaşamadığı, kadının eşit bir vatandaş sayılmadığı bir toplumda LGBT hakları da söz konusu olamazdı. Devrimden önceki Rusya çok ataerkil ve muhafazakar bir toplumdu.

Peki devrim sürecinde LGBTlere yönelik bir propaganda var mıydı?
O dönemde sosyalistlerin gündeminde LGBT hakları ana konulardan biri değildi. Genel olarak V.Lenin de, A.Kollontay da cinsiyetlerin eşitliğinden, maddilikten kurtarılmış aşk ve ilişkilerden bahsediyorlardı. Ve bu bağlamda tüm sosyalistler, ceza kanunundan oğlancılıkla ilgili maddenin çıkarılması gerektiğini savunuyordu.

Devrimden sonra neler değişti?
Devrimden sonra 1920 yılında oğlancılık bir suç olmaktan çıkarıldı. Ama aynı zamanda cinsel rüşt yaşından da bahsediliyordu, 14 yaşından büyük olan erkekler için eşcinsel ilişkiler serbest oluyordu. 1922 yılında RSFSC ceza kanunu tam olarak düzenlendi ve kanundan oğlancılık kavramı da, cinsel rüşt yaşı da çıkarıldı. Zorlama, küçükleri baştan çıkarma gibi durumların olup olmadığı doktorların kararlarına bırakılıyordu. Yani aslında bilimden çözüm bekleniyordu. Ve diğer ülkelere göre bu kesinlikle büyük bir ilerlemeydi. O dönem Almanya’da eşcinsel ilişkiler için 5 yıl, İngiltere’de ise ömür boyu hapis söz konusuydu.

Sovyet doktor ve psikiyatristler tarafından bu alanda birçok araştırma yapılıyordu. Eşcinsellik hala bir hastalık olarak değerlendiriliyordu ve örneğin hipnozla tedavi edebileceği düşünülüyordu, ki bu durum çok normal, çünkü bilim gelişmeye devam ediyordu. Ünlü Sovyet psikiyatristler ve doktorlar, sağlık hizmetleri komiseri dahil olmak üzere Alman seksoloji uzmanı Magnus Hirşfeld tarafından kurulmuş Uluslararası Cinsel Reform Birliği’nin konferanslarına katılıyorlardı.

Ancak Sovyetlerin tüm bölgelerinde oğlancılık ceza kanunundan çıkarılmadı, örneğin Özbekistan’da. Bolşeviklere göre bunun sebebi, o bölgedeki yaygın olan erkek çocukların seks işçiliği, çocuk istismarıydı.

Bazı kaynaklar Stalin dönemi ile ilgili çok ağır koşulların olduğunu söylüyor. LGBTler açısından nasıldı Stalin dönemi?
Stalin’in iktidara gelmesiyle beraber toplumun birçok alanında değişiklikler oldu. “Sovyet insanın ahlakı” diye bir kavram ortaya çıkarıldı. Aile yine toplumun kutsal bir kurumu durumuna getirildi. Kürtajlar yasaklandı. Sağlıklı Sovyet toplumunda cinsel ilişkiler araştırma konusu olamaz diye ilan edildi. Sağlıklı bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkileri incelemesine gerek yok, çünkü bireysel ilişkiler toplumsal ilişkilerle aynıdır. Yani anlaşılan devrimden sonrası cinsellik alanında yapılan araştırmalar durduruldu, gereksiz ve son derecede tehlikeli bulundu. Ve tüm bunlar Marksizm teorisiyle destekleniyordu, yani ortada Marksizm’in vulgarizasyonu söz konusuydu. Bireycilik ve birey vulger bir şekilde yorumlanıyordu.

1933 yılında eşcinsel ilişkiler yine kanunca suç ilan edildi. Bunun açıklaması da şöyleydi: “Eşcinsel propagandası batı kültürünün bir sapmasıdır, Sovyet insanında böyle bir sapkınlık olamaz, bu yüzden eşcinsel bireyler devrim ve sosyalist toplumun düşmanları ve batı burjuvazisinin ajanlarıdır.” Eşcinsel ilişkiler ile suçlanan vatandaş çalışma kampında 5 yıl ceza alıyordu.

Sovyet sonrası dönemde ne değişti? Daha özgür bir Rusya mı yoksa daha muhafazakar bir Rusya mı oldu?
Stalin’in döneminden 1993 yılına kadar eşcinsellik yasa dışıydı. Yani devrimden sonra kısa bir süre toplum bir özgürlük nefesi aldı fakat ondan sonra 60 yıl boyunca cinsellik gündemde hiç olmadı. Ondan bahsetmek ahlaksız ve ayıp sayılırdı. Eşcinsel ilişkiler de söz konusu olmuyordu. LGBT’ler de, rejime uygun olmayan diğer unsurlar gibi kendilerine bir şekilde yaşam alanı yaratmak için gizli bir şekilde belli yerlerde toplanıyorlardı.

Sovyetler yıkıldıktan sonra uzun bir süre toplumun tüm alanlarında kaos vardı, sınırsız özgürlük hissi. Sovyetlerin son 60 yılına göre bireysel anlamda daha özgür bir Rusya diyebiliriz. En azından artık istersen seksten, istersen geylerden bahset, istersen iktidarı eleştir, istersen destekle. Toplumun büyük kısmı tek tip insan, tek tip düşünceden kendini kurtarılmış hissediyordu.

Putin’in iktidara geldikten sonra özellikle son 5 yılda muhafazakar politika uygulanmaya başlandı . Zorunlu din dersinden bahsetmeye başladılar, kadın haklarına saldırıldı, kürtajları yasaklamaya çalıştılar. Sürekli din, kilise ve geleneksel değerlerden bahsediliyor. Ve tabi ki LGBT’ler geleneksel değerler dışındalar. Toplum da çok muhafazakar ve milliyetçilik dalgası var son zamanda. Bu yüzden medya tarafından hep çevirilen homofobik söylemler toplumda benimseniyor. Her sene Gey Onur Yürüyüşleri yapılıyor, ama kitlesel değil, ve son derecede tehlikeli bir şekilde geçiyor, çünkü milliyetçi ve faşistler tarafından saldırıya uğruyorlar, polis de hiç bir şekilde müdahale etmiyor.

Son olarak sosyalistler Sovyetler döneminde nasıldı LGBTlere karşı, bugün nasıl yaklaşıyorlar?
Yani aslında SSCB’de sol muhalifler ayrı bir konu, yeni sol diye bir kavram var, ama LGBTlere yönelik ne tür tutumları vardı bilmiyorum.

LGBT konusu Rusya’daki sosyalistlerin gündemine daha yeni yeni girmeye başladı diyebilirim. Ben Rusya’dayken 2005-2008 yıllarında daha böyle bir şey yoktu. O zaman daha yeni yeni Marksist feminizmden bahsetmeye başlıyorduk, kadın çalışmalarını yürütmeye çalışıyorduk, ve başarısızdık. Bana göre daha doğrusu tecrübeme göre sosyalist partilerde kadın sorununa yaklaşım ve LGBT sorununa yaklaşım paralel olarak gelişiyor.

Rusya’da şimdi, özellikle 1 Mayıs’larda bunu görebiliyoruz, LGBT konusunda solcular ve sosyalistler iki cepheye ayrılıyor. Bir kısmı LGBT’lerle beraber yürür ya da daha pasif bir şekilde destek verir, diğerleri ise gayet saldırgan bir biçimde onları meydandan kovmaya çalışır. Özellikle anarşistler son zamanda iki gruba ayrıldılar. Biri feminizme ve LGBT mücadelesine olumlu yaklaşırken, diğer grup ise feministlerin yaptığı etkinliklere gelip orada her türlü olumsuzlukları çıkarır, LGBT bireylere saldırır. Böyle bir olaya da kendim şahit oldum. Bir grup anarşist sosyalistlerin düzenlendiği feminizm konferansına gelip öncesinde sözlü olarak katılımcılara hakarette bulundular, sonrasında eşcinsel bir bireye saldırdılar, ki kavgayı başlatan anarşist kadınlardı. Yani gericiliğin cinsiyeti yoktur. Ama tüm bunlara rağmen diyebilirim ki, benim döneme göre Rusya’daki sosyalistler arasında birçok şey değişti, olumlu değişiklikler oldu, kadın ve LGBT mücadelesi yükselmeye başladı. Ama ne yazık ki bu yeni gelişmelere karşıt olarak bazı sosyalistler ve solcular tarafından her türlü olumsuz tepkiler geliyor. Ama oradaki yoldaşlar her şeye rağmen mücadelelerini devam ettiriyor ve başarılı olacaklarına inanıyorum.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti