travestisanliurfa travesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 110

Travestiler İçin Tek Seçenek Gökkuşağından Darağaçlar Değil

Bütün bu karamsar atmosferin yanı sıra; LGBT’ler için tek seçeneğin “gökkuşağından darağaçları” olmadığını vurgulamamız gerekiyor. Ayrımcılığın bin türlüsüne karşı direniş odakları olarak homofobi ve transfobi karşıtı örgütlenmelerin artması; LGBT’lerin kendi hakları için sokakta, Meclis’te, okulda, iş yerinde, evlerde, sendikalarda mücadelesini arttırması; istisnasız her birimizi şekillendiren heteroseksizmin hem LGBT toplumundan hem de bütün toplumdan kovulması için umut ışığını canlı tutuyor.

Yıldız Tar, Eylül Cansın’ın intiharının ardından Yeni Demokrat Kadın’ın LGBT intiharlarına ve süreçte öne çıkan “Devlet-polis-çete el ele” sloganına ilişkin sorularını yanıtladı:

“LGBT intiharlarının politik olduğunu söylediğimizde; homofobik ve transfobik iklimin lezbiyen, gey, biseksüel ve translara yaşama, nefes alma alanı bırakmadığını kast ediyoruz. Bütün bir toplumsal yapıyı ve kültürü şekillendiren heteroseksizm; ürettiği ve yeniden piyasada dolaşıma soktuğu normlar üzerinden gerek fiziksel şiddet gerekse de çeşitli ayrımcılıklar yoluyla LGBT’lerin kendilerini gerçekleştirebileceği alanları yok ediyor. En iyi ihtimalle asimile olmaya, kendi kimliğini saklamaya ve düzene boyun eğmeye zorlayan heteroseksizm; inkar ve imha politikaları yoluyla LGBT hakikatini görünmez kılmaya çalışıyor.

“Haliyle, böylesi bir iklimde LGBT’lerin bütün bu toplumsal hiyerarşi ve ayrımcılıkla sarmalanmış hayatları LGBT olmayanlara göre iki kat daha zorlu oluyor. Ayrımcılık ve şiddet sadece ayrımcılık ve şiddet değildir. Şiddete uğrayan ya da ayrımcılıkla karşılaşan kişilerde büyük bir tahribat, özgüvenin ve öz benliğin yerle bir edilmesi sonuçlarını doğurur. Söz konusu LGBT’ler olduğunda sosyal destek mekanizmalarının olmaması bu sonuçlarla başa çıkabilmenin ve hayata devam etmenin önünü kesebiliyor.

Dönemin ifadesiyle “Eşcinsel ve travesti cinayetleri politiktir. Evlerinde, sokaklarda, parklarda öldürülen; intihara sürüklenen eşcinsel ve travestilerin hesabı bir gün sorulacaktır” denerek daha 90’lı yıllarda dikkat çekilmeye çalışılan gerçeklik; şiddetin sadece nefret cinayetleri şeklinde kendini göstermeyebileceği hakikatidir. Nefret ideolojileri ve onunla yakından ilgili ayrımcılık; yöneldiği grupta yarattığı etkiyle de değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Nefret suçları sadece öldürülen ya da saldırılan kişiyi değil; o kişinin maruz kaldığı toplumsal grubu da hedef alır. O toplumsal kimliği taşıyan kişilere açık bir mesaj gönderir. Yarattığı korku ve yılgınlık atmosferinden beslenir. Bu atmosferle mücadelede ise ilk etaptan yaratılması gereken dayanışma ve güven duygusu olmalıdır.

“Eylül Cansın ya da Mehtap Zengin’in kendi hayatına son vermesini konuşurken bu şiddet mekanizmaları kadar; gündelik hayatın her alanına sinmiş ayrımcılığı da konuşmamız gerekiyor. Düşünün ki cinsiyet kimliğiniz veya cinsel yöneliminizden ötürü hayatın her anında yargılayıcı bakışlarla karşılaşıyorsunuz, çalışma hayatında tacize sürekli maruz kalıyorsunuz hatta çoğu zaman iş bulmanız mümkün olmuyor, Avcılar Meis Sitesi’nde olduğu gibi barınma hakkınız linç girişimleri ve transfobik medya kampanyaları ile engelleniyor… Ve bütün bunlar sistematik bir şekilde normalleştiriliyor. Bu koşullara maruz kalmanın kendisinin yaratacağı yıkım, kişisel bir bunalımdan ziyade toplumsal bir sorunun kişide yarattığı yok edici ve yıkıcı etkilerdir.

“Haliyle, LGBT intiharlarının politik olduğu o kadar aşikar ki… Psikologlar Derneği’nin intiharın ardından açıklamasında dikkat çektiği araştırmalar da bu tezleri doğruluyor. Yapılan araştırmalar, ayrımcılığa maruz kalmanın, hak ihlaline uğramanın ve aileden dışlanmanın; depresyon, kaygı, travma sonrası stres bozukluğu gibi psikolojik sağlık bozulmalarına yol açtığını, intihar düşüncesine yatkınlık riskini arttırdığını, bireylerin bağışıklık sistemlerini zayıflattığını ve iyileşmeyi geciktirdiğini ortaya koyuyor.

“Tek seçeneğimiz ‘gökkuşağından darağaçları’ değil”

“Dikkat çekmemiz gereken bir diğer nokta ise; meselenin “LGBT’ler ve onlara zulmeden heteroseksüeller” sanal ikiliğinden çok daha çetrefilli olduğu. Heteroseksizm; diğer toplumsal ayrımcılık ideolojileri gibi toplumun tamamını şekillendiren; ilişkide olan bir ideoloji türüdür. Haliyle LGBT’ler de heteroseksizmden, onun yarattığı zehirden azade olmadığı gibi; LGBT’lere dönük nefret cinayetleri, ayrımcılık ve ayrımcılığın yarattığı yıkıcı etkilerle mücadele etmek için LGBT olmak gerekmez. İstisnasız her birimizin heteroseksizmin faili yani uygulayıcısı ve yine aynı şekilde mağduru olabileceğimiz gerçeğini görmemiz gerekiyor. “Devlet-polis-çete el ele” sloganı ile kast edilen de heteroseksizm ve onunla bağlantılı davranış biçimlerinin LGBT’ler de dahil herkeste görülebileceği ve sistemin zehrini bünyelerimizden atmanın aktif bir mücadele ile mümkün olduğu gerçeğidir.

“Sloganın ilk kısmında yer alan “devlet” ifadesine ilişkin birçok şey söylenebilir ancak güncel örneklerden birisi; Anayasa’nın ayrımcılık ve eşitlik ilkelerinde “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ifadelerinin ısrarla yer almasının önüne geçilmesi olabilir. Nefret söylem ve suçunun ilk ve en önemli hedefi olan LGBT’lerin herhangi bir yasal korumaya sahip olmadığı gerçeği de ayrımcılığın katmerleşmesine ve toplumsal bir olgu olan intiharların yaygınlaşmasına yol açmaktadır.

“Bütün bu karamsar atmosferin yanı sıra; LGBT’ler için tek seçeneğin “gökkuşağından darağaçları” olmadığını vurgulamamız gerekiyor. Ayrımcılığın bin türlüsüne karşı direniş odakları olarak homofobi ve transfobi karşıtı örgütlenmelerin artması; LGBT’lerin kendi hakları için sokakta, Meclis’te, okulda, iş yerinde, evlerde, sendikalarda mücadelesini arttırması; istisnasız her birimizi şekillendiren heteroseksizmin hem LGBT toplumundan hem de bütün toplumdan kovulması için umut ışığını canlı tutuyor. Mesele özgürlük ve eşitlik için mücadeleyi hep beraber, dayanışmayla örebilmenin yollarını bulmakta…”

Travesti Politikaları

Ben senin bildiğin erkeklerden değilim ve olabildiğince de hiçbir anlamda onlara benzemek istemem, dahası erkek olmayan ama bir şekilde beni erkekleştiren her şeyden olabildiğince kaçarım.

Trans erkek beden politikalarının Queer okumalara her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğunu düşündüğüm şu günlerde, yazı boyunca beni buraya getiren, bir nevi sancının, (yazma eylemliliğimin…/ yazı işçiliğimin ) en azından; metine dönüşmesi ve biraz da başkalarını uykusuz bırakması çabasıyla başlıyorum.

Politikanın alanından kaçmak mümkün mü sorusu özel alan/politik alan; Özel olan ve politik olan söylemleri benim için artık hayatımdaki her An’ımı, her karşılaşmamı, seçtiğimi sandığım mesleği, yaşadığım şehri, kıyafetlerimi, ilişkilerimi, izlediklerimi, maruz kaldıklarımı belirleyen her şeyin POLİTİKA olduğu yanıtıyla noktalandı.

Dahası politik alanda kimilerine göre aktivist kimilerine göre STK’cı kimilerine projeci kimilerine göre herhangi bir şey olarak algılandığım toplumsal cinsiyet ve trans hareket içinde / ben kendime daha başka şeyler diyorum çoğu bu yazının kontekstine uymadığı için söylemiyorum; LGBT hareket içinde de ilişkilerimi belirleyenin genel anlamda politikadan farklı olarak; her gün TV’de görmeye alışık olduğumuz birbirlerine çok benzer / içinde çoğunlukla kötücül şeyler olan bu sarmal olduğuna artık eminim.

Klişelerin ışığa dönüştüğü cümlelerden biri bu yazının başlığı olarak planlanmıştı, “ben senin bildiğin erkeklerden değilim.”

Devamı benim için; aslında bildiğin hiç bir şey gibi değilim, muhtemelen şimdiye kadar gördüğün, duyduğun hiçbir şeye benzemeyen tuhaf huylarım, tuhaf bir hayatım, tuhaf bir öğrenme biçimim, tuhaf bir bedenim, tuhaf bir seks algım, tuhaf bir sevişme şeklim muhtemelen gördüğün çoğu şeye benzemeyen bir şeyken elbette ben senin bildiğin erkeklerden değilim. Çoğunlukla maço çağrışımları olan ve muhtemel bir kadına sertliğini, büyüklüğünü, eziciliğini, iktidarını, ayağını denk almasını hatırlattığı zamanlardaki fallik bir çığırtı gibi geliyor kulağıma. Farklı olarak ben bu cümleyi alçak sesle /zaten sesim boğuk çıkıyor/ daha çok etrafımdaki her şeyi uyarmak için yani bir üstünlük ve iktidar hatırlatıcısı olarak değil, karşımdaki beni tanıdıkça şaşırmasın garipsemesin şok olmasın diye iyi niyetli bir uyarı olarak fısıldıyorum. Ben senin bildiğin erkeklerden değilim.

Gerçekten de değilim, onlar gibi tepki vermem, onlar gibi sevişmem, onlar gibi yürümem, onlar gibi konuşamam, bedenimin öğrendiği gündelik hayat bilgisi kesinlikle erkeklerinkine benzemez, iyi ki dediğim şeylerden / ama gündelik hayat ve tüm zihnimiz o kadar çok o erkekler tarafından kuşatılmış, yönetilmiş, tahakküm altına alınmış, hırpalanmış, şiddete uğramış, öldürülmüş, kadınlara kendilerini suçlu, eksik hissettirmiş erkeklerle dolu ki o kadar hayatımızın içindeler ki onlardan bağımsız / onların dışında düşünme, hissetme, yaşama duygusunu neredeyse bilmiyoruz.

Bu yüzden bildiğin erkeklerden olmamam sadece seni korkutmuyor, tahmin edemeyeceğin kadar çok sayıda kurum, tahmin edemeyeceğin kadar çok öğretmen, polis, ev sahibi, bakkal, bar, piknik alanı, sinema, okul, sınıf, dernek, bildiği gibi / bilindiği gibi olmayan erkekten korkuyor. Bu mutlak bilgi kurguluyor gündelik hayatı.

Erkek gibi olma belası / zorunluluğu her alanda ne kötü ve maalesef kadınları / başka bir deyişle erkek olmayanların hepsini / ibneleri, istanbul travestileri, transerkekleri / o bilinen erkeklerden olmak zorunda bırakıyor. Mecliste kelimenin tam anlamıyla erkekçe siyaset yapan kadın milletvekilleri kadar, okul müdürüne, patronuna, hatta ve evet maalesef diğer kadınlara örneğin kızına, babaya, kocaya, abiye, abilere sayısı büyüdükçe anlaşılan ve ne kadar çok ve bitmeyen abilere karşı bilinen erkek olma kurallarını hemen öğretiyor ve hızlıca ve çoğunlukla fark etmeden içimize sızıyor.

Erkekliğin kıyımından, göbek bağımı bıraktığımda biraz olsun kurtulabildim.

Daha güzeliyse bir kadın bedenine doğmak, (tek başına bu değil) başka birçok şeyle birleştiğinde, o bilinen erkeğinkinden çok farklı şeyler öğretti bana.

Bana daha çok hayatta kalmak için hep ve her zaman daha çok çalışan kişi olmayı, bedenimi örtmeyi, saklamayı, annemi anlamayı ve ne yazık ki mutsuz-kırgın-güvensiz bir kadın olmasına sebep olan o bildiğin erkeklerin annemi nasıl üzdüğünü görüp buna üzülmeyi, yine de bir şey yapamamayı, bacaklarımı ayırarak oturmamayı, sürekli tedbir alarak ve gündelik hayatım erkeklere dokunmadan / onlara ilişmeden aman onları ürkütmeden, sinirlendirmeden arka sokaklardan yürüyerek, sessizce oradan yok olarak geçti.

Ben senin bildiğin erkeklerden değilim ve olabildiğince de hiçbir anlamda onlara benzemek istemem, dahası erkek olmayan ama bir şekilde beni erkekleştiren her şeyden olabildiğince kaçarım.

Onlar gibi oturmadığım, onlar gibi yürümediğim, onlar gibi görünmediğim, (erkek ayakkabılarının 40 numaradan başlaması ve birbuçukmetre olmam) onlar gibi kokmadığım, onlar gibi sevişmediğim, onlar gibi yaşamadığım, onlar gibi işemediğim, onlar gibi temizlenmediğim, onlar gibi konuşmadığım, onlar gibi politika yapmadığım, onlar gibi öğrenmediğim için çoğunlukla erkeklerin ilişki biçimlerine (günde kaç kadın öldürdüğünü artık düşünmediğim) onların bedenlerine, cinsel pratiklerine, tepkilerine benzemiyor olmam bu bilinmezliğin yaşattığı telaş, bu korku keşke güzel insanları kaçırmasaydı hayatımdan.

Trans beden, trans kimlik bir şeye birine ve çoğunlukla ona benzemeye çalışmadığı sürece, trans beden kendisinin onlara benzemeyen onlardan farklı olduğu bilgisini “Transgender güzeldir” diyerek, çocukluğunu dizine oturtup sevdiğinde, yıllarca görmediğim bedenime / yasak bedenime dokunup kırılan yerlerini tamir ettiğinde, bildiğin erkeklerin dünyasında devrimi yapacaklarını görmek şimdiden gelsin istenen bir kutlama değil de nedir?

”Travestisin! Nefes alıyorsun, daha ne istiyorsun? ”

CHP Beşiktaş Belediye Meclis Üyesi seçilen ve 2004 senesinden beri insan hakları ve LGBT aktivisti Sedef Çakmak medyadaki nefret söylemlerini değerlendirirdi. Açık eşcinsel olan ve kendisinin de seçim sürecinde medyada birçok yerde nefret söylemine maruz kaldığını dile getiren Çakmak ile seçim döneminde ve hayatında yaşadığı zorlukları konuştuk.

Medyadaki nefret söylemleri geçmişte nasıldı?

Ben 2004 senesinde aktivizm ile tanıştım. O zamanlar ana akım şöyle medyada haberler görüyorduk; ‘Travestiler dehşet saçtı, travesti terörü’ gibi. Bir tane trans kadının etrafında 30 tane adam fotoğrafları görürdük. Trans kadın bu kadar saldırgana karşı tabii ki kendini korumak zorunda ama nefret söylemini fotoğraflarla destekliyorlardı. O zamanlar hiçbir olumlu haber de çıkmazdı. LGBT hareketi daha duyulur olmaya başladığında daha farklı durumlar ile karşılaşmaya başladık. Örneğin biz 2006 Onur Yürüyüşünde 150 kişi yürümüştük, 2007 yılında 1000 kişi yürüdük. Bu bizim için büyük bir şeydi. O zaman gazetelere baktığımızda Türkiye’de yaptığımız yürüyüşten bahsedilmedi ama ilginçtir ki Brezilya’daki yürüyüş haber olmuştu.

Günümüzde değerlendirecek olursak ne dersiniz?

Şu zamanlarda çok daha fazla olumlu haber görebiliyoruz. Çok daha görünür olmaya başladık ve bu haber yazımları hakkında eğitimler verilir hale geldi. 2004 yılında sadece olumsuz haberler vardı ama şimdi daha objektif haberler görüyoruz.

Olumlu haberlere örnek var mı?

Örneğin geçen sene Avcılar’da Meis Sitesinde trans arkadaşlarımıza karşı bir linç girişimi olmuştu. O dönemde çıkan gazete yazılarına baktığımızda son derece olumluydu. Tabii ki hala bir iki tane gazete var nefret söylemlerinde bulunan. Bu gazeteler sadece LGBT bireylere karşı değil, herkese karşı bir nefret söylemi içerisindeler. Nasıl baş etmek gerekiyor çok kestiremiyoruz açıkçası.

“İfade özgürlüğü memleket olarak hâlâ net değil”

İfade özgürlüğü konusunda ne düşünüyorsunuz?

Hala ifade özgürlüğü, medya özgürlüğü konuları memleket olarak net değil bizde. Hangi noktada hakaret başlıyor hangi noktada ifade özgürlüğü bilmiyoruz. Bunlar tabii ki çıkarılan yasalarla ilintili.

Nefret suçları yasa tasarısında bir çalışmanız oldu mu?

Nefret suçları yasa tasarısı sürecinde biz dernekler olarak birçok platformdaydık. Özellikle medyadaki hedef gösterilmeye karşı cezai yaptırımların olması gerektiğini altını çize çize söyledik. Ama son anda cinsel yönelim, cinsel kimlikten kaynaklanan nefret kısmını çıkardılar. Bu, hala LGBT’lere karşı bir nefret dilinin kullanılabileceği anlamına geliyor. Keza medyada da bunu görüyoruz. İslamafobik bir şey söyleyemezsiniz ama cinsel yönelim, cinsel kimlikle ilgili nefret söylemlerinde bulunabilirsiniz.

Bu bağlamda, nefret söylemleri nefret suçlarını doğuruyor mu?

İşte en vahim noktası da bu. Bir eşcinsel olarak kendi hayatımdan da bunu biliyorum. Sözü geçen, iktidar pozisyonundaki insanlar sizin hayatınızı daha kolay karartabiliyorlar. Bir bakanın eşcinsellik hastalıktır demesi üzerine bunu duyan ailelerin çocuklarını abuk sabuk yöntemlerle tedavi ettirmeye çalıştıklarını duyduk. Bu bireyler üzerinde korkunç travmalar yaşatan bir durum. Bu sadece nefret söylemeni körüklemenin yanında toplumdaki yanlış yargıları ve önyargıları besleyen duruma dönüşüyor. Daha mutsuz bireyler yetişiyor.

“Bir tane travesti öldürdüm ne var?”

Medyadaki nefret söylemlerinin cinayetlere dönüştüğünü de gördük.

Evet, katillerin ağzından ‘bir tane travesti öldürdüm, ne var?’ gibi sözler duyduk. Hrant Dink sürecinde de görüyoruz bunu. Bu tarz söylemlerin hepsine dikkatlice bakıyor olmamız gerekiyor. Bu sadece LGBT ile ilgili bir konu değil. Demokrasi sancılarımızdan birisi olarak görüyorum bunları. Çoğunluksanız tam bir ifade özgürlüğünüz var. Azınlıksanız topluma uyman bekleniyor.

2014 seçim döneminde CHP’den Beşiktaş Belediye Meclis Üyesi olan Sedef Çakmak ve Şişli Belediye Başkanı’nın danışmanı olan Boysan Yakar açık eşcinsel kimliklerinden kaynaklı medyada nefret söylemine maruz kaldılar. “CHP’nin başdanışmanı da ‘yumuşak’ çıktı”, “CHP’nin ağır topları” gibi haber başlıkları gördük.

Açık bir eşcinsel olarak belediye meclis üyesi oldunuz. Seçim döneminde yönetici pozisyonuna bir eşcinselin gelmesinden dolayı mı bu kadar nefret söylemine maruz kaldınız?

Bir sürü sebebi var bunun. Bu tarz söylemlerde bulunan gazeteler yıllardır LGBT dernekleri ile uğraşıyorlar. Olayın bir CHP adayı olmamızla da alakası oldukça fazla. Eşcinselliğe karşı olan bakış açıları da tuz biber oldu. Biz seçimlere girerken buna hazırlıklı girdik.

Dava açıldı mı?

Hayır, dava açmadık. Derneklerden kınama yazıları yazıldı. Zaten Şişli Belediye Başkanı, Boysan Yakar’ın arkasında durdu. Boysan’ın çalışmalarını beğendiğini dile getirdi. O muazzam bir örnekti. Bizim tam ulaşmak istediğimiz hedef de buydu zaten.

Daha fazla tepki göstermedik çünkü gerçekten enerjimiz yok buna. Birçok iş var yapmak istediğimiz aklımızda. Ağzından salyalar saçarak konuşan bir grupla iletişim kurmak pek mümkün olmuyor.

Medyadaki söylemleri bir kenara bırakırsak heteroseksist sisteme karşı olan birisi olarak erkek egemen bir sistemin içerisine girdiniz. Burada böyle rahatsızlıklar yaşıyor musunuz?

Ben 2007’de farklı çalışma alanlarına da girmiştim. O zaman insanlardan ‘eşcinselliği anlamıyorum, travestiler olmamalı, Bülent Ersoy’u kadın olarak kabul etmiyorum’ gibi şeyler duyuyorduk. O zamanlar bunlar çok rahat söylenebiliyordu. Bu insanlar kalabalıklar içerisinde kınanmayacaklarını biliyorlardı. Şimdi insanların bakış açıları biraz değişti ve bu tarz söylemlerde bulunmak ayıp hale geldi.

Ara ara tabii ki karşılaşıyorum böyle durumlarla. Benim yüzüme sanıyorum ki pozisyonum gereği çok fazla bir şey söylemiyorlar ama arkamdan dedikodular döndüğü duydum.

Örnek verebilir misiniz?

Benim eşcinsel olmamın dini inançlara uygun olmadığını söyleyen birisini duydum. Daha ilginç olarak Dünya Sağlık Örgütü’nün eşcinselliği hastalık olarak kabul etmediğini ama bunu dinlemek zorunda olmadığını söyleyen birisini duydum.

Yani eşcinsel olmanıza “hastalık” gözüyle bakıyorlar?

Onların düşüncesi bu. Bu tarz insanlar hep olacak. Bunu yeter ki nefret suçu ile etraflarına yaymasınlar. LGBT’lerin haklarını yiyecek işlerde bulunmasınlar.

“Kız arkadaşımla nasıl seviştiğimi sordular”

Onur kırıcı bulmuyor musunuz bunları şahsınıza olduğu zaman?

O kadar alıştım ki bunlara. Geçenlerde birisi kız arkadaşımla nasıl seviştiğimizi sordu mesela. Heteroseksüel arkadaşım daha çok kızdı benden. Ben anlatmayı tercih ettim kızmak yerine. Aktivist olduğum için buna çok alıştık. Belediyeye girerken de bunu göz önünde bulundurduk zaten. Benim derdim yanlış bilgileri doğru hale getirmek. Aktivist olmayı tercih etmemiş olsaydım gerçekten çok onur kırıcı bulurdum ama yola bunlarla mücadele etmek için çıktım zaten.

“Nefes alıyorsun, daha ne istiyorsun?”

Köşe yazarlarından da birçok nefret söylemi kullanımı görüyoruz. Buna dair ne düşünüyorsunuz?

Bir yazar var; yıllar önce eşcinselliği İslam dini çerçevesinde kabul edemeyeceklerini fakat beraber yaşamın bir yolunun bulunması gerektiğini söylemişti. Geçen seneki Onur Yürüyüşü Ramazan ayına denk gelmişti. Bu yazar bunun üzerine köşesinde bir yazı kaleme aldı ve AKP hükümetinin ne kadar demokratik olduğundan bahsetti. “AKP ne kadar demokratik ki Ramazan ayında bir eşcinsel yürüyüşüne müdahale etmiyor” demişti. Bu bizim bildiğimiz bir söylem. Nefes alıyorsun daha ne istiyorsun diyor bize.

Bu tarz yazılar insanları çok rahat kandırabilir. Beni asıl korkutan bunlar. Eşcinsellerin başka nasıl bir derdi olabilir ki yürüyüş yapmak gibisinden bir imaj çizdi bize bu yazar. Halbuki çok fazla sıkıntı yaşadığımız konu var. Nefret cinayetleri, sağlık kurumlarında ayrımcılık gibi.

Peki devlet büyükleri ya da köşe yazarlarının kullandığı olumlu dil sizin hayatınızı etkiledi mi?

Söylediğim gibi uzun zamandır bu işin içindeyim ve ailem ile bu konuyu paylaşırım. Çok uzun zaman benim hümanist bir insan olduğumu düşündüler ve eşcinselliğimi kabullenmediler. Ancak bir milletvekili çıkıp LGBT hakkında bir komisyon kuralım dediği zaman kabul ettiler. Kendi öz kızına değil de oy verdiğin partinin milletvekili söyleyince mi kabul ediyorsun diye kızdım.Siyasilerin bizleri sahiplenmesi bu noktada çok önemli.

Belediye olarak yaptığınız bir çalışma var mı?

Tabii. Birçok çalışma yapıyoruz. Geçenlerde belediyenin kreşine gittik ve müdiresi ile toplumsal cinsiyet eşitliğini gösteren oyunları kullanıp kullanmayacağını sordum. Buna çok sevindiler. Bunu iki sene önce düşünemezdik.

*Bu yazı P24 tarafından düzenlenen “Ayrımcılık ve Haberlerde Ayrımcı Dil” konulu atölye kapsamında birincilik ödülüne layık görüldü.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti