travestiTravesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 103

Travestileşen destanlar

Soylu ve destansı bir metin gibi duruyor heteroseksüel kutuplaşmanın yarattığı bedenler. Erkeklik ve kadınlık üzerine yüzyıllardır destanlar yazılıyor çünkü. Kendimizi inşa ettiğimiz, bedenlerimize çeki düzen verdiğimiz kanonik metinler olarak durdular hep karşımızda. Bu metinlere göre şekillendirdik bedenlerimizi. Metinleri sahnenin sahte ışıkları altında dönüştüren travesti bedenlerin parodileşmiş halleriyle kahkahalara boğulduk çoğu zaman. Destansı ana metnin içeriğini ve biçimini değiştirip başka türlü de yazılabileceğini gösteriyordu travesti bedenler bize. Bu bedenler sahnenin pırıltılı dünyasından çıkıp da hayatın içine bulaştıklarında, kapı komşularımız olduklarında ana metne göre kurduğumuz kendi varlıklarımızın parodileşmeye başladığını fark ettik birden. Tüm kapalılığı ve tek anlamlılığıyla, ellerine tutuşturulan metinleri sahneye koyan erkek ve kadın parodilerine dönüşüverdik çok geçmeden. Kaskatı varlıklarımızı tehdit eden trans bireyleri mahalleden kovmaya karar verdik sonunda ve durmadan kovmaya devam ediyoruz. Mümkün olabildiğince uzağa, hep daha uzağa; varlıklarımızı parodileştiremeyecekleri bir yer arıyoruz onlar için.

Oysa soylu, destansı metinlerin altında kıvrım kıvrım uzanan başka metinlerin, dinamik oluşların dışa vurmuş halleriydi onlar. Destanlarla kapamaya, katılaştırmaya çalıştığımız çoklu oluşların yüzeye çıkmış halleri. Ölüm sonrasında kasların kasılı kalmasına, yani rigor mortis’e benziyor duruşumuz. İktidarın destanları hep bizleri kaskatı görmek, bir rigor mortis halinde dondurmak istiyor.

Destanların bozulabileceğini, başka türlü de yazılabileceğini biliyoruz. İ.Ö. 8. yüzyılda Vergilius’un yazdığı Aeneis destanını dönüştürerek yeniden yazan 17. yüzyıl yazarı Scarron, Vergilius’u travestileştirmişti örneğin. Kişileri ve kahramanlık durumlarını sıradanlaştırarak değiştirmeye dayanan bir destan parodisinin örneğidir Scarron’un‘le Virgile Travesti’si. Soylu bir metnin eylemini ya da konusunu olduğu gibi sürdürerek, yani yapıtın temel içeriğini ve anlatısal devinimini değiştirmeden, onu bildik, sıradan yeni bir üslupla yeniden yazma yöntemine ‘le travestissement burlesque’ (alaycı dönüştürüm) deniliyor. Alaycı dönüştürüm, soylu bir tür olan destanı alaya almak, destan yazısının ciddi havası içerisine komik unsurlar katmak, böylelikle tonunu değiştirerek okuru eğlendirmek amacını güdüyor. (bkz Kubilay Aktulum, Metinlerarası İlişkiler, Öteki). Destan kahramanının tek merkezli ve kapalı yapısını yüceltmek yerine çok yüzlüğünü dışa vuruluyor. Bizleri birer kahraman olarak kuran destanları çökertirken, nasıl da çok yüzlülüğümüzü bize hatırlatıyor trans bireyler.

Scarron bir barok dönem yazarıydı. Ortaçağın yapıtı tek anlamlı ve kapalı, tek merkezli, önceden kurulmuş düzenlerin hiyerarşisini yansıtmasına karşın, barok kültür çok merkezli, çok anlamlı açık bir yapıt kuruyordu. Yazında, resimde ve mimaride öz arayışından vaz geçilmiş, görünüme kaymıştı ilgi. Kompozisyonun kapalı, ana bir merkeze gereksinimi olduğu ve izleyiciye önceden belirlenmiş bir bakış açısı verilmesi düşüncesi terk edilmişti. İzleyici sanki sürekli bir değişim içindeymişçesine yapıtın her bir yüzünü görebilmek için sürekli hareket etmeye zorlanır. Bir rigor mortis halinde sonsuza kadar dondurulmuş figürlerin yerine, bir oluş halinde bükülmüş figürlerle karşılaşırız. Tuhaf bir resim var Viyana’da. Bedeni öylesine bükülmüştür ki giysilerinin altındaki bedeni tespit etmekte zorlanırız. Maulbertsch‘in resminde, sanki tuhaflığın bir tür norm haline geldiğini görüyoruz. Çok tuhaf bir bakış açısından tuhaf oluşlar yaşayan bir azizin anlık temsilidir bu. Barok vizyonun uç örneklerinden biri. İzleyici olarak bize artık kapalı, anlamı sabitlenmiş bir tasvir sunulmaz, aksine yorumlamak ve yorumlarken de sınırlarımızı aşmak zorunda olduğumuz bir olayla baş başa bırakır bizi.

Bedenlerimizi tıpkı Maulbertsch’in resminde olduğu gibi oluş halleriyle sürekli bükülürken, inadına kaskatı bir rigor mortis tavrıyla destansı kahramanları oynamayı sürdürüyor ve içimizdeki çokluğu canavarlaştırarak onlarla destansı mücadelelere girişiyoruz. Fark etmesek de hayatın akışı oynadığımız rolleri çoktan parodileştirdi bile.

Travestiler Bahane Seçim Oyunları Şahane!

Geçtiğimiz gün Star Gazetesi Genel Yayın Müdür Yardımcı Yusuf Ziya Cömert Eskişehir’deydi. Gelir gelmez ayağının tozuyla Odunpazarı Belediyesi’nin düzenlediği bir toplantıya katıldı. Gece geç saatlerde Eskişehir’e vardıklarını söyledi ve sokaklarda genç kadınları, travestileri gördüğünden yakındı. Odunpazarı Belediye Başkan’ın yanı başında Eskişehir’li CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’i ve Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ı hedef alarak kentin bir “fuhuş merkezi” haline geldiğini söyledi.

Eskişehir’e uzun yıllardan sonra ilk kez geldiğini hatta bu nedenle yol bulmakta zorlandıklarını kendi yazısında* dile getiren Cömert, nasıl olabiliyorsa ilk görüşte tespiti yapmaktan hiç çekinmemiş. Geç saatlerde -evlerine kapanmak zorunda olan- kadınları ve travestileri sokakta görür görmez notunu vermiş. Bunlar bu saatte dışarıdaysa kesin fuhuş yapıyordur!
Cömert’in eril zihniyeti şark kurnazlığıyla hemen bir seçim oyununa da dönüşmüş elbette. Tasvip etmediği bu görüntüden sorumlu olan suçluları ortaya çıkarmış. AKP’li Odunpazarı Belediye Başkanı hariç geri kalan tüm CHP’li başkanlar!
Küçük yerel seçim hesaplarıyla yapılmış ama büyük sorunlar çıkarabilecek bu ithamlar bize neyi gösteriyor peki? Dün Eskişehir Sakarya Gazetesi yazarı Ali Baş’a yolladığım ve bugünde kendi köşesinde yer verdiği yazımı sizinle paylaşıyorum:

“Sayın Ali Baş,
Bugünkü Sakarya Gazetesi’nde yer alan köşe yazınızı* okudum. Yusuf Ziya Cömert’in sözlerini siz de şaşkınlıkla karşıladığınızı belirtmişsiniz ancak yazınızın sonunda adeta yetkilileri göreve çağırmış olmanızdan oldukça endişe duyduğumu belirtmek isterim.

“Fuhuş” sorunu diye adlandırdığımız durum özellikle hiç bir yerde istenmeyen, ciddi barınma sorunları yaşayan ve hayatın her alanında hak ihlallerine maruz kalan trans bireyler için tek ve son çare ne yazık ki. Toplumca dışlanmış, hiç bir işe girme şansı olmayan ve devlet tarafından da sahip çıkılmayan trans kadınlar hayatta kalabilmek için zorunlu seks işçiliği yapmaktadırlar. Bu konunun devlet, medya ve halk tarafından bir sorun olarak algılanmasına karşın “çözüm”ü için kişilerin kabahatler kanunu kapsamında sürekli para cezalarına çarptırıldığını ve bu nedenle de içinden çıkılmaz bir kısır döngüye maruz kalındığını biliyoruz. Düşünün ki böyle bir durumdasınız ve bunun üzerine de her görüldüğünüz yerde gece veya gündüz karakola alınıp size para cezaları kesiliyor. Böyle bir durumda ne yapardınız? Para cezalarını ödemek için tekrar ve yeniden “fuhuş” yapmaktan başka bir çareniz olabilir miydi?

Dün medyada çok fazla yer almasa da Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cenevre’de Birleşmiş Milletler önünde Türkiye’de yaşayan eşcinselerin ve trans bireylerin sorunlarını neden görmezden geldiği ve çözmediği hakkında savunma verdi. Toplantılar bugün de devam ediyor. İlgili haberi şu linkten okumanız da mümkün, http://kaosgl.org/sayfa.php?id=12518 Sorunlarımızı Türkiye’de diyalogla çözebilecekken uluslararası arenada konuşmak ne yazık ki çok üzücü ancak maalesef durum bu…

Son olarak sorumlu gazetecilik anlayışınızla bu konuya yaklaşmanızı ve “göreve çağırma” gibi yaklaşımların kişilerin hayatlarında ne denli hayati sıkıntılara yol açabileceğini bir kere daha düşünmenizi sizden rica ediyorum.

Travestiliğin Belli Bir Tipi Var Mı, Yok Mu?

Kabul etsek de-etmesek de, beğensek de-beğenmesek de, doğuştan veya sonradan öğrenildiği üzere, bilinçli eşcinseller eşcinselliğin tektipleştirilmesine çok gıcık olsa da, her eşcinselin kendisiyle barışması ölçüsünde, içinde yaşadığı kültüre göre, demokrasiye göre eşcinselliğe bakışı doğrultusunda bir tipi var. Ne kadar bilinçli olunursa olunsun, eşcinselliğe tek pencereden bakılmasını çok da insaflı bulmuyorum. Çünkü eşcinselliğin hem cinsel yönelim olarak, hem de çevresel faktörlerin yaşam tarzına etkisiyle, aynı seviyede yaşanması söz konusu olmayabilir.

Eşcinselliği değerlendirirken, insan elinde olmadan kendi duygularını bir kenara bırakıp da bir değerlendirme yapamayabilir. Hatta birbirimizi anlamaya çalışmıyoruz bile. Katı düşüncelerimizi göz önünde bulundurduğumuzda, bireysel hayata eşcinsel karşıtlarından daha fazla toleranslı olduğumuzu söyleyemeyiz. Hep diğer eşcinselleri eleştiriyoruz, kendimizin doğru olduğuna inanıyoruz, bize benzemeyenleri dışlayabiliyoruz bile. Bazen toplumu daha fazla rahatsız ettiği düşünülen eşcinsellik tiplerinden utanıyoruz. Niye acaba? Beğenmediğimiz eşcinsel tipleri bize reddettiğimiz bazı taraflarımızı mı hatırlatıyor acaba?

Ben de farklı eşcinsellik tiplerini yeri geliyor eleştiriyorum, yeri geliyor savunuyorum. Tabi kendi yapıma göre yapıyorum bunu. Onları anlamaya çalışıyorum. Çok anlayabiliyor muyum? Anlasam ne olacak? Gene kendi yapımı doğru buluyorum en çok. Ama bunun bir dayanağı var. Ben eşcinselliğimle çok barışık olduğuma inanıyorum. İnsan kendisiyle barışık olunca kendini seviyor, kendinden utanmıyor ve çok şeffaf olabiliyor. Yani rol yapmaya ihtiyaç hissetmeyebiliyor.

Çünkü insan ne kadar kendisiyle barışık olmazsa o kadar çok utanır kendinden ve kendisi olarak varolamaz. Kendisini bilse bile kendisi gibi olamaz toplum içinde. Ama kendisi olamayıp kendisi olarak varolamayınca, bastırılmışlıklar veya tam anlamıyla açık olamama durumları bir süre sonra insanı dürtüklemeye başlar. Çünkü toplumsal varoluşta insan kendi kimliğini ne kadar saklamak istese de, toplum izin vermese de, ucundan kıyısından belli etme ihtiyacı hisseder. Bu pörtlemeler de belli bir tip oluşturuyor işte.

Eşcinselliğiyle barışmış eşcinsellerin bile, içinde bulunduğu heteroseksist sistemden etkilenmemesi ve kendini ifade biçimine bu durumun hiç etkisinin olmaması mümkün müdür? Toplumsal cinsiyet rollerini bazı eşcinseller karşı cins rolüyle, bazıları da biyolojik yapısına da uygun olacak şekilde benimser. Yani ne kadar belli bir protipten soyutlandığını düşünse ve iddia etse de, gene de toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi vardır. Yani erkek gibi olan bir eşcinsel de gene toplumsal cinsiyeti benimsemiş olur, travesti şeklinde olan da. İkisinin arasında olanlar da vardır. Yani yarı erkeksi, yarı kadınsı. Konuyu şuraya bağlayacağım. Belli bir protipe ait olunduğu ne kadar inkar edilse de, heteroseksist bir dünyada yaşadığımız sürece dışımızdaki eşcinsel, dünya platformuna çıksa da, içimizdeki eşcinsel heteroseksizmin etkisinde kalıp, tam olarak özgür olamayacaktır ve otosansürlerimiz ister-istemez bizi şekillendirecektir. Bu sansürlerin farkında bile olmayabiliriz. Çünkü eşcinselliğimizin bilincinde olmak, heteroseksist yapıyı içselleştirmemize engel değil.

O yüzden ben eşcinsellerin belli tiplerde ve tarzlar da olmalarının çok üzerinde durulmaması gerektiğine inanıyorum. Çünkü buna sınır koymak anlamsız olduğu gibi mümkün de değildir. Ayrıca bunun eşcinselliğe, eşcinsellere hiç görünmemekten daha fazla bir zararının da olduğunu zannetmiyorum. Çünkü eşcinselliğin heteroseksist dünyada kabul edilebilir bir şekli-şemali yok ki. Kimisine kadınsılık ters gelecektir, kimisine erkeksilik. Çünkü toplumun bir kesimi görüntü olarak kadınsılığı erkekliğe yakıştırmamaktadır, bazı kesimi erkeksi eşcinselliği erkekliğe en tehlikeli olarak görmektedir. “Bari ortasını kabul edelim” diyecek halleri de yok sanırım.

Alında cinsel yönelimin cinsiyet kimliğiyle, toplumsal cinsiyetle, biyolojik cinsiyetle ve davranışlarımızla direkt ne kadar ilgisi vardır ki? Tek alakası, hislerinin etkisiyle eşcinsellerin biyolojik cinsiyet olarak kendi cinsine yönelmesidir. Benim cinsel ilişki şeklim, toplumda nasıl giyineceğim, nelere ilgi duyacağım ve toplum içinde nasıl salınacağımla ne kadar ilgilidir ki? Şimdi bilinçli eşcinsel kesim “Biz de onu anlatmaya çalışıyoruz” diyecektir ama eşcinsellerimiz eşcinselliği ne yazık ki tam olarak bilmiyorlar, tam olarak eşcinsellikleriyle barışmamışlar ki, hiçbir şeyin etkisinde kalmamış nötr bir eşcinsellik tipi olsun.

Sorun temelden çözülmediği sürece, beğenmediğimiz protipsel yan durumlar olacaktır mutlaka. Temel sorun dediğim de eşcinselliğin heteroseksüellik gibi normal karşılanmaması. Ama nötrlük de gene bir eşcinsel protipi yaratmayacak mıdır? Mesela eşcinselliğin bizden kat be kat normal karşılandığı toplumlarda eşcinselliğe bakarsanız, feminenlikle hiç alakası olmamasına rağmen bir tipi var. “Evet bunlar eşcinsel” diyorsun. Mesela sıfır saç, sadece bir boxer, ayaklarda bot, bir tane de boyunda en fazla bir zincir. Yani tam erkek gibi ama eşcinsel! Belki bu da geçici bir süreçtir. Eşcinselliğin tam anlamıyla kabul edilmemesi, eşcinsellerin daha özgür, daha isyankar olma isteklerini tetikliyor olabilir ve bu da daha farklı olmaya, bir tarz yaratmaya itebilir varolduklarını göstermek amacıyla.

İnsan düşüncelerini ifade ederken, ister yapısal, isterse çevresel faktörlerin etkisiyle olsun, gene en fazla dayanağı eşcinselliğe dair kendi deneyimleri oluyor. “Ben nasıl davranıyorum, ben nasılım ve böyle olmama etki eden etkenler ve nedenler ne?” diyerek sorulara cevap arayabiliyor. Geçirilen süreçte bastırılmışlıklar ve bilinçsiz dönemdeki çevresel etkilenmeler insanı belli bir kalıba sokabiliyor veya beli bir şekilde davranmaya itebiliyor ama bilgilenip, bilinçlenip ve kendinle barışmaya başlayıp özgüvenin arttıkça, daha çok kendin gibi olmaya başlıyorsun, o eleştirilen kalıpsallıktan kurtuluyorsun. Hatta kendini o kadar salıyorsun ki, kendini cinsiyet olarak ne hissettiğini unuttuğun gibi, belli bir kalıbın, giyimin-kuşamın ve davranışın bile olmayabiliyor. İçinden geldiği gibi davranıyorsun. Yani cinsel kimliklerinin hiçbiri bile aklına gelmeyebiliyor hatırlatılmadıkça. Eşcinselliğin bile cinsel dürtülerin ayaklandığı zaman aklına geliyor. Yaşandıktan sonra gene cinsiyetsiz yaşamına dönüyorsun.

Belki de eşcinsellik kabul edilene kadar eşcinsel kültürün oluşması, kültürün oluşmasına kadar da eşcinselliğin eşcinseller aracılığıyla bir şekilde varolması gerekiyor. Belli bir protipten kurtulabilmesi için de eşcinsellerin bir şekilde varolup özgüvenlerini kazanması gerekiyor. Yani önce varolup topluma kabul ettirmemiz gerekiyor kendimizi. Nötr bir şekilde varolma kapasitemiz de yok ki şu anda bilgi ve bilinç yetersizliğinden. Yani bütün eşcinsellere sıfırdan nasıl olunması gerektiğini ne öğretebiliriz, ne de anlatabiliriz. Anlatsak bile kabul ettiremeyiz. Kabul ettirmemiz de bir dayatma olacağı için geri tepebilir.

O yüzden şu aşamada çok üzerinde durmamamız gerekiyor eşcinsellerin nasıl olduğu ve olması gerektiği konusu üzerinde. Bırakın V yakalı kazak giyenler eşcinsel sanılsın. Hem gerçekten vardır da yapısal olarak eşcinsellerin ortak özellikleri ki, ortak bir noktada buluşabiliyorlar veya heteroseksüellerin ortak özelliklerinden uzak kalabiliyorlar. Ben mesela şu anda kendimi eşcinselliğimle barıştığım en tepe noktada görüyorum. Yani kendimi cinsel kimliklerden soyutlamış durumdayım. Kendimi görsel ve davranışsal olarak bir kalıba sokmakla hiç alakam kalmadı. Hatta kendimi cinsel yönelim anlamında beğendirme noktasını da geçtim. Yani içimden geldiği gibi davranma konusunda hiçbir engelim kalmadı ama gene de, belki bilinçaltımdaki içselleşmelerden kurtulamadığımdan, belki eşcinsellik yapısı var ve ona paralel davrandığımdan, protip eşcinsellik özellikleriyle ortak noktalarım ve heteroseksüellerin tarzlarına tamamen zıt taraflarım var. Şu anda ne birilerinin etkisindeyim, ne de kendimi zorlamaktayım görüntüm ve davranışlarımla ilgili ama eşcinselim ve bu belli. Yani eşcinsellerin ortak bir tipi var belki de.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti