travestiTravesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 113

Kim Daha Ahlaksız ! Tapeler Mi, Travesti Kartvizitleri Mi ?

İlk defa sokaklara kartvizit dağıtan trans bireyler hapis cezasına çarptırıldı. Öyle böyle değil, inanılır gibi değil! Hapis cezası, İzmir’de neden cezaevi inşa ettirildiğinin de cevabı aslında

Bir tarafta toplum ve devletin elbirliği ile sosyal ve kamusal yaşamdan izole ettirilip seks işçiliğine mahkûm edilen trans bireyler, diğer tarafta bu izolasyona var güçleriyle su taşıyan yönetenler, siyasetin ağır figüranları.

Önce trans bireylere şöyle bir bakalım. Çok küçük bir kısmı dışında kendilerine seks işçiliği dışında hiçbir yaşam hakkı bırakılmayan bu insanlar, seks işçiliği için bulabildikleri her fırsatı değerlendirmek zorunda kalmışlardır. Bazen kulüplerde çalışarak, bazen otostop yaparak, bazen nette sayfa açarak, kimi zaman da kartvizit bastırıp dağıtarak. Gerçek şu ki bu iş alanlarının hiçbiri ne sağlıklı ne de güvenlikli, ne de en ideal sistemi barındırıyor. Bu gerçeğe rağmen trans bireyler bırakın itiraz etmeyi, hiç değilse bu çalışma alanları ellerinden alınmasın diye adeta şükretmekteler.

Ama gelin görün ki, iktidarın ahlakçı anlayışı yavaş yavaş bu çalışma alanlarına da göz dikmiş durumda. Uzun süredir eline geçirebildiği bütün ahlakçı yasalarla internet üzerinden çalışan kızları zaten sıkı takibe alan emniyet, sayfa kapatma, müşteri gibi davranıp suç üstü yapma, para cezaları uygulama vb yöntemlerle yıldırmaktaydı. Ancak son uygulama eşcinsel ve trans bireyler için İzmir’de neden cezaevi inşa ettirildiğinin de cevabı aslında. Çünkü ilk defa sokaklara kartvizit dağıtan trans bireyler hapis cezasına çarptırıldı. Öyle böyle değil, inanılır gibi değil! HAPİS CEZASI! Doğrudan seks işçiliği olmasa bile çalışma şekli ve yöntemlerine ahlak yasaları üzerinden yaklaşarak bu insanlara resmen hapis cezaları yağdırıldı. Ve dahası aynı gerekçelerle nette ve otostopta çalışanlara da hapis cezası verilmeyeceğinin hiçbir garantisi yok üstelik.

Geçen sosyal medyada denk geldim. Trans bireylerin kendisi zaten sokaklara kartvizit atılmasını uygun bulmuyorlar aslında. “Toplumla uyumlu olma” adına, oraya buraya kartvizit atan kendi arkadaşlarını şiddetle eleştirip adeta yerden yere vuruyorlardı. Hatta nette aşırılığa gidenleri de. Ancak devletin bu uygulamadan yola çıkarak yakın zamanda onları hapse atacağına sanırım hiçbiri inanmıyordu. Çünkü çırılçıplak sokağa çıkmak bile benim bildiğim en fazla teşhirciliğe girer ki, onun da cezası zaten bellidir. Bin lira para cezası. Gelin görün ki, bikinili resim barındıran parmak kadar kartvizite para cezalarının yanında, bir buçuk yıl hapis cezası verildi.

Bir tarafta 700 bin liralık kol saatlerini, milyon dolarların sıfırlanmasını, havuz medyaları için avanta şartlarını, milletin anasını s.kecez türü küfürleri, alo fatihleri, ayetleri ti’ye alan bakara makaraları barındırdığı halde hakkında takipsizlik kararı verilen tapeler; öbür tarafta şu turbo kapitalist acımasız hayata sadece tutunabilmek için bir kartvizit bastıran seks işçisi Travesti Talya. Biri sizin deyiminizle “kadın kılığına girmiş erkek”, öteki bizim deyimimizle, “demokrat kılığına girmiş otoriter”.

Biri nereden geldiği belli haram milyar dolarlarla montajsız, apaçık çırılçıplak ortalıkta, öteki üstünde kah bikini, kah etek – sutyen ama alabildiğine de fotoşoplu, montajlı küçücük g.t kadar bir kartvizit. Biri hiçbir emek sarf etmeden milyar dolarla konuşup onlara ulaşıyor, ötekinin emek sarf ederek en fazla ulaşabileceği yüz bilemedin birkaç yüz lira.

Şimdi el insaf deyip ellerinizi o çok ahlakçı, devletçi, maneviyatçı kalplerinize götürüp karar verin; hangisi pornografik? Tapeler mi yoksa Talya’nın kartviziti mi?

Ya da hangisi ahlaksız? Sizin tapeler mi, bizim kartvizitler mi?

Üçüncü Sayfa Gerçekleri

Bu hakikat 23 yaşında trans bir kadını ölüme zorlayan ve dahi öldüğü günü en güzel gün addetmesine yol açan düzenin adıdır. Düzen sizden öte sizden yüce müdahale edilemeyecek bir tepe asla değil, LGBTİ hareket için hiç böyle olmadı. Düzen bizatihi yaşamın kendisi, insanların pratiği ve bittabi devletin doğası…
Bu hafta gazetelerden okuduğumuz bir “istanbul travesti terörü” vakası değil, toplumsal terörün aldığı bir canın hikâyesiydi. Gazetelerin nefret dili bu hafta yerini mağdur diline bıraktı. Sunuluşu acıklı, içeriği boş haberler okuduk… Acıklı dil yeterince tıklanmaya yetmedi ki mesele magazinleştirilerek intiharın ‘sırrı’ aydınlatılmaya çalışıldı. Transları hep önyargıyla ve olumsuz temsille sunmayı görev edinen medyanın, herkesin bildiği sırrı aydınlatma çabasını kendilerine bırakıp ‘hakikatimize’ bakalım.
Eylül Cansın’ın intiharının altında bir sır değil, bir hakikat var: 17 yaşında aile baskısına dayanamayıp intihar eden Okyanus Efe’nin, ailesi tarafından öldürülen Roşin Çiçek ve Ahmet Yıldız’ın, nefret cinayetine kurban giden İrem Okan ve onlarca trans kadının hikâyesinin hakikatidir bu intihar.
Bu hakikat 23 yaşında trans bir kadını ölüme zorlayan ve dahi öldüğü günü en güzel gün addetmesine yol açan düzenin adıdır. Düzen sizden öte sizden yüce müdahale edilemeyecek bir tepe asla değil, LGBTİ hareket için hiç böyle olmadı. Düzen bizatihi yaşamın kendisi, insanların pratiği ve bittabi devletin doğası…
“Hiç trans kadına benzemiyorsun” cümlesi ile başlayıp “Benden daha güzelsin!” ile devam eden cümleler bütünü hakikatin kendisi, düzenin örtülü ifadesi; iyi niyetle, övme maksatlı sarf edilmiş cümleler, o üstten sevmeler yahut hoş görmeler… Bunların hiç biri hakikatini bilen translar için sır değil, mesele toplumun daha ne kadar kendi inkâr ve yalanlarında ısrarcı olacağı!
Ne ilk ne de ne yazık ki son olacak
Herkesin istediği gibi, herkesin istediği şeyi yaptığı için ölmek istedi Eylül, öyle diyor bize son seslenişinde. Seslenişi, ölümü ve sonrası bile mâduniyet halinin devam ettiğinin kanıtı. Kendi sesiyle hitap ettiği ve kendi acılarını anlattığı videosu kolektif bir sesin öyküsüydü. Toplumsal işleyişe müdahil olamayanların, varoluşu kabul edilmeyenlerin, yok sayılanların ve en iyi ihtimalle dışlananların.
Yer altına çekilmiş hayatların dipten gelen sesi olduğu için bunca etkilendik bu intihardan. Zira bu intihar ne ilk ne de ne yazık ki son olacak.
Trans kadınlar yine iş bulamayacaklar, yine seks işçiliği yapmak zorunda kalacaklar. Seks işçilikleri yasal alanda sayılmayacak, kriminalize edilecek ve yine yer altına çekilecek. Seks işçileri her gün daha fazla güvencesiz ve nefret cinayetlerine açık halde çalışmaya zorlanacak.Yasal güvenceleri olmadığı gibi kolluğun, doktorun, avukatın, komşunun ve herhangi birinin ayrımcılığına, baskısına, şiddetine uğrayarak yaşamaya devam edecekler; onların istediği gibi ve onları ‘rahatsız etmemeye’ çalışarak… Yasal boşluktan faydalanan ve burayı rant alanına dönüştürme çabasında olanlar mafyalaşacak ve sokakta, evde seks işçiliği yapanları haraca bağlayacak. Arkadaşımız buna itiraz etmek isteyecek ve bir cesaret polise şikâyetçi olacak; bir çözümü olmayacak, dosya rafa kaldırılacak. Mağdura “mağdur kalmaya devam edeceksin” denilecek. Ses çıkarmak isteyecek, sesi duyulmayacak. Çünkü çoktan ahlaksız ve namussuz ilan edilmiş olacak sesi duyulması gereken kesimler tarafından. Hatta bu kesimler seks işçileriyle “fuhuşla mücadele” adı altında mücadele edecek o sese kulak tıkayıp.
Hayat böyle akıp gidecek, yine bir intihar vakası olacak ve yine iki bilemedin üç gün bu mesele konuşulacak, sorunlar nelerdir neler yapılmalıdır, biz neler yapmalıyız denilecek. Sonra unutulacak, transfobik şakalar yapılmaya ve onlara gülünmeye devam edilecek, sokakta rastlandığında tacizler ve aşağılayıcı bakışlar aynı şekilde sürüp gidecek.
“Yapamadım, çünkü insanlar bana izin vermedi, çalışamadım” diyor Eylül ve devam ettiriyor “Bir şeyler yapmak istedim ama yapamadım, bana engel oldular ve beni çok mağdur ettiler.” Yaşam pratiğimizi bir iktidar ilişkilenmesi üstüne kurmazsak ‘izin’ gibi bir müessesenin olmayacağını söylemeye gerek yok. Tıpkı izin olmadığı zaman engel de olmayacağını söylemeye gerek olmadığı gibi. Aynı şekilde izin ve engel olma kelimeleri ve performansları olmadığında da mağduriyet olmayacak ve derken karanfil elden ele…
Patronsuz ve pezevenksiz bir dünya
Mücadele eşit ilişkilenmek ve eşit yurttaşlık için; tahakküm ve baskı sadece devletten değil, belki en çok da bizden, bizim toplumsallaşma pratiğimizden. Estetik alandan tutun bilgi alanına kadar her yerden. İktidar içten bir kuşatmanın adı ve faşizm gayet gündelik bir pratiğin kendisi olabilir. Majör kelimeler minör hayatlarımıza değmiyor diye düşünmekse yok saymak ve suça ortak olmak. Koruyucu yasa yoksa biz olmalıyız, devlet yalnız bırakıyorsa biz kalabalıklaştırmalıyız, varoluşu yok sayılıyorsa biz görünür kılmalıyız. Mevzu her şeyden evvel biziz, toplumsal olanlar. Velhasıl yasal alan elbette ki yabana atılmayacak denli mühim fakat varlığımızı maduna yoldaş kılabilmek ondan çok daha mühim ve aciliyetli. Tahayyülde bütünleşmeli: Patronsuz ve pezevenksiz bir dünya!
Bir kez daha bu yazıdan sonra o videoyu izleyin ve ‘kader’ mefhumundan değil insanlardan söz edildiğine dikkat kesilin. Bu kader değil, bu kaderi yaşatan insanlar: sen, ben, onlar!
Gazete sayfalarında karşılaşmamak umuduyla…

Travestiler İçin Tek Seçenek Gökkuşağından Darağaçlar Değil

Bütün bu karamsar atmosferin yanı sıra; LGBT’ler için tek seçeneğin “gökkuşağından darağaçları” olmadığını vurgulamamız gerekiyor. Ayrımcılığın bin türlüsüne karşı direniş odakları olarak homofobi ve transfobi karşıtı örgütlenmelerin artması; LGBT’lerin kendi hakları için sokakta, Meclis’te, okulda, iş yerinde, evlerde, sendikalarda mücadelesini arttırması; istisnasız her birimizi şekillendiren heteroseksizmin hem LGBT toplumundan hem de bütün toplumdan kovulması için umut ışığını canlı tutuyor.

Yıldız Tar, Eylül Cansın’ın intiharının ardından Yeni Demokrat Kadın’ın LGBT intiharlarına ve süreçte öne çıkan “Devlet-polis-çete el ele” sloganına ilişkin sorularını yanıtladı:

“LGBT intiharlarının politik olduğunu söylediğimizde; homofobik ve transfobik iklimin lezbiyen, gey, biseksüel ve translara yaşama, nefes alma alanı bırakmadığını kast ediyoruz. Bütün bir toplumsal yapıyı ve kültürü şekillendiren heteroseksizm; ürettiği ve yeniden piyasada dolaşıma soktuğu normlar üzerinden gerek fiziksel şiddet gerekse de çeşitli ayrımcılıklar yoluyla LGBT’lerin kendilerini gerçekleştirebileceği alanları yok ediyor. En iyi ihtimalle asimile olmaya, kendi kimliğini saklamaya ve düzene boyun eğmeye zorlayan heteroseksizm; inkar ve imha politikaları yoluyla LGBT hakikatini görünmez kılmaya çalışıyor.

“Haliyle, böylesi bir iklimde LGBT’lerin bütün bu toplumsal hiyerarşi ve ayrımcılıkla sarmalanmış hayatları LGBT olmayanlara göre iki kat daha zorlu oluyor. Ayrımcılık ve şiddet sadece ayrımcılık ve şiddet değildir. Şiddete uğrayan ya da ayrımcılıkla karşılaşan kişilerde büyük bir tahribat, özgüvenin ve öz benliğin yerle bir edilmesi sonuçlarını doğurur. Söz konusu LGBT’ler olduğunda sosyal destek mekanizmalarının olmaması bu sonuçlarla başa çıkabilmenin ve hayata devam etmenin önünü kesebiliyor.

Dönemin ifadesiyle “Eşcinsel ve travesti cinayetleri politiktir. Evlerinde, sokaklarda, parklarda öldürülen; intihara sürüklenen eşcinsel ve travestilerin hesabı bir gün sorulacaktır” denerek daha 90’lı yıllarda dikkat çekilmeye çalışılan gerçeklik; şiddetin sadece nefret cinayetleri şeklinde kendini göstermeyebileceği hakikatidir. Nefret ideolojileri ve onunla yakından ilgili ayrımcılık; yöneldiği grupta yarattığı etkiyle de değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Nefret suçları sadece öldürülen ya da saldırılan kişiyi değil; o kişinin maruz kaldığı toplumsal grubu da hedef alır. O toplumsal kimliği taşıyan kişilere açık bir mesaj gönderir. Yarattığı korku ve yılgınlık atmosferinden beslenir. Bu atmosferle mücadelede ise ilk etaptan yaratılması gereken dayanışma ve güven duygusu olmalıdır.

“Eylül Cansın ya da Mehtap Zengin’in kendi hayatına son vermesini konuşurken bu şiddet mekanizmaları kadar; gündelik hayatın her alanına sinmiş ayrımcılığı da konuşmamız gerekiyor. Düşünün ki cinsiyet kimliğiniz veya cinsel yöneliminizden ötürü hayatın her anında yargılayıcı bakışlarla karşılaşıyorsunuz, çalışma hayatında tacize sürekli maruz kalıyorsunuz hatta çoğu zaman iş bulmanız mümkün olmuyor, Avcılar Meis Sitesi’nde olduğu gibi barınma hakkınız linç girişimleri ve transfobik medya kampanyaları ile engelleniyor… Ve bütün bunlar sistematik bir şekilde normalleştiriliyor. Bu koşullara maruz kalmanın kendisinin yaratacağı yıkım, kişisel bir bunalımdan ziyade toplumsal bir sorunun kişide yarattığı yok edici ve yıkıcı etkilerdir.

“Haliyle, LGBT intiharlarının politik olduğu o kadar aşikar ki… Psikologlar Derneği’nin intiharın ardından açıklamasında dikkat çektiği araştırmalar da bu tezleri doğruluyor. Yapılan araştırmalar, ayrımcılığa maruz kalmanın, hak ihlaline uğramanın ve aileden dışlanmanın; depresyon, kaygı, travma sonrası stres bozukluğu gibi psikolojik sağlık bozulmalarına yol açtığını, intihar düşüncesine yatkınlık riskini arttırdığını, bireylerin bağışıklık sistemlerini zayıflattığını ve iyileşmeyi geciktirdiğini ortaya koyuyor.

“Tek seçeneğimiz ‘gökkuşağından darağaçları’ değil”

“Dikkat çekmemiz gereken bir diğer nokta ise; meselenin “LGBT’ler ve onlara zulmeden heteroseksüeller” sanal ikiliğinden çok daha çetrefilli olduğu. Heteroseksizm; diğer toplumsal ayrımcılık ideolojileri gibi toplumun tamamını şekillendiren; ilişkide olan bir ideoloji türüdür. Haliyle LGBT’ler de heteroseksizmden, onun yarattığı zehirden azade olmadığı gibi; LGBT’lere dönük nefret cinayetleri, ayrımcılık ve ayrımcılığın yarattığı yıkıcı etkilerle mücadele etmek için LGBT olmak gerekmez. İstisnasız her birimizin heteroseksizmin faili yani uygulayıcısı ve yine aynı şekilde mağduru olabileceğimiz gerçeğini görmemiz gerekiyor. “Devlet-polis-çete el ele” sloganı ile kast edilen de heteroseksizm ve onunla bağlantılı davranış biçimlerinin LGBT’ler de dahil herkeste görülebileceği ve sistemin zehrini bünyelerimizden atmanın aktif bir mücadele ile mümkün olduğu gerçeğidir.

“Sloganın ilk kısmında yer alan “devlet” ifadesine ilişkin birçok şey söylenebilir ancak güncel örneklerden birisi; Anayasa’nın ayrımcılık ve eşitlik ilkelerinde “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ifadelerinin ısrarla yer almasının önüne geçilmesi olabilir. Nefret söylem ve suçunun ilk ve en önemli hedefi olan LGBT’lerin herhangi bir yasal korumaya sahip olmadığı gerçeği de ayrımcılığın katmerleşmesine ve toplumsal bir olgu olan intiharların yaygınlaşmasına yol açmaktadır.

“Bütün bu karamsar atmosferin yanı sıra; LGBT’ler için tek seçeneğin “gökkuşağından darağaçları” olmadığını vurgulamamız gerekiyor. Ayrımcılığın bin türlüsüne karşı direniş odakları olarak homofobi ve transfobi karşıtı örgütlenmelerin artması; LGBT’lerin kendi hakları için sokakta, Meclis’te, okulda, iş yerinde, evlerde, sendikalarda mücadelesini arttırması; istisnasız her birimizi şekillendiren heteroseksizmin hem LGBT toplumundan hem de bütün toplumdan kovulması için umut ışığını canlı tutuyor. Mesele özgürlük ve eşitlik için mücadeleyi hep beraber, dayanışmayla örebilmenin yollarını bulmakta…”

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti