travestiTravesti | Blog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 115

4 Yanlışın 1 Doğruyu Götürmediği Travesti Seçimi !

“LGBT olsun çamurdan olsun” yaklaşımının ötesinde LGBT’lerin siyasetle ilişkisini temsile indirgemeden siyasete katılım meselesini de sadece LGBT’lerin katılımı olarak değerlendirmeden bu alanla ilişkilendiğimizde, ittifaklarımızın arttığını fark edeceğiz.
İbneliğin şanındandır kelime oyunlarını pek severiz! Dil ayrımcı ideolojilerin kendilerini en çok açık ettiği alanların başında gelir.  Doğal olarak dil ile uğraşmak aynı zamanda bir varoluş mücadelesidir. Ancak son on yılda özellikle internetin yaygınlaşmasıyla dille uğraşmaya zaman kalmadan harfler, kelimeler dolaşıma giriyor. Değişiyor, eğilip bükülüyor.
2001 yılı Baharankara buluşmasında sanırım “aktivist” kelimesi uzun uzun tartışıldı. Tartışmaların yoğunlaştığı konu, “aktivist” kelimesine ekstra olumlu bir yükleme yapılmasının bir anlamı olmadığı üzerinden şekillendi. Eşcinsel, biseksüel ve transların kendi varoluşlarını gerçekleştirmek için verdikleri kişisel mücadelenin önemli olduğu ve bu alanda bir şeyler yapan insanlar için bu meselenin aynı zamanda varoluşsal bir mesele olduğunun altı kalınca çizilmişti. Bu yüzden Kaos GL geleneğinden gelen insanlar kendilerini çok fazlaca “aktivist” olarak nitelendirmezlerdi.
2006 yılında, o dönemki eşcinsel, biseksüel ve travesti ile transeksüel örgütlerin bir araya gelmesiyle çatı bir örgütlenme kurulmaya çalışılmış ve “LGBTT” kısaltması devreye girmişti. Politik olarak kısaltma eylemine itiraz etsek de “En azından iki ‘T’ye gerek yok” ısrarımız karşılığını bulmamıştı. Kaos GL kendi ürettiği materyallerde “LGBT” kullanmaya devam ederken hareket ve o dönem resmi olarak dernekleşen bütün yapıların isminde ikinci T hoş bir hatıra olarak kaldı. O dönem toplantıda olan trans aktivistlerin ısrarı, trans kadınların çoğunun kendisinin de kendilerini travesti olarak adlandırıyor olmasından kaynaklı idi. Zaman içinde en azından hareketin translarla ilişkisi güçlendi de kendine “travesti” diye nitelendiren trans kadın sayısı bir elin parmağını geçmeyecek kadar azaldı.
O dönemlerden kalan ve ikinci T kadar kolay atamadığımız bir “birey” meselesi var ki halen sık sık karşımıza çıkıyor. “Kısaltma”dan neyin kısaltması olduğu anlaşılmadığı için sonuna “birey”, “bireyler” kendiliğinden eklendi ve her yerde yaygın olarak da kullanılıyor. Sanki lezbiyen, gey, biseksüel, trans kelimeleri zaten insanı yani bireyi tanımlamıyormuş gibi yanlış kullanım aynı zamanda eşcinsel, biseksüel ve translaın maruz kaldığı ayrımcılık ve ihlalleri de “bireye” indirgeyen ve kolektif bir sorun olarak görülmesini engelleyen; grup olarak kabul edilmelerinin de önünde engel oluşturabilecek bir durum. Mümkün oldukça bundan kaçınmak gerekiyor…
“LGBT hareketi” kısaltma tanımı üzerine de çok fazla tartışmadık! “Eşcinsellerin kurtuluşu heteroseksüelleri de özgürleştirecektir” mottosu olan bir hareketin kendisini neye karşı mücadele ettiği üzerinden tanımlaması daha anlaşılır bir hareket olmamıza katkı verecekti. Heteroseksizm karşıtı hareket, homofobi- transfobi karşıtı hareket veyahut belirli alanlarda örneğin eşcinsel, biseksüel ve transların insan hakları hareketi; eşcinsel, biseksüel ve transların siyasi temsil mücadelesi gibi mücadele alanı ya da politik duruş üzerinden tanımlamalar yapmak sanki daha işimizi kolaylaştırır gibi geliyor.
Bu yazıyı yazmaya iten süreç ise kendisini “LGBT aktivisti” olarak tanımlayan Gülistan Aydoğdu için bazı arkadaşlardan yükselen “Gülistan LGBT değil ki” gibi sesler… Evet Gülİstan LGBT değil, zaten tek bir insanın LGBT aday olması da pek bir mümkün değil!
Bu konuda daha önce hem sosyal medya üzerinden paylaştım hem de kendisine Kaos GL’yi ziyaret ettiğinde dile getirdim: Pelin Kalkan, ben LGBT adayım demiyordu! Ben feminist adayım ve açık lezbiyenim diyordu. Ben bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Daha önce de birkaç kere tekrar ettiğim gibi lezbiyen, gey, biseksüel ya da trans olmak kendi başına aday olmak için yeterli değil, adaylığını Pelin feminist olması üzerinden tanımlıyordu ve bu süreci aynı zamanda feministlerle örgütlemeye çalıştı. HDP ve CHP yerel seçimlerde hareketin içinden isimler, özellikle Siyasi Temsil Platformu aktif üyelerini aday gösterdiler. Ancak o dönem Boysan ve Sedef dışında İstanbul’dan aday olan üçüncü ismin hareketle, aktivizmle de bir ilişkisi yoktu. Aday oldu ve kendisini tanıdık. Yani her zaman “açık LGBT” olması da tek başına yetmeyebilir.
Gülistan Aydoğdu adaylığını açıklarken pek doğal olarak LGBT aktivisti olduğunu söyledi. Peki, mevcut “LGBT dostu” heteroseksüel politikacılardan farkı ne sorusunun yanıtı ise çok basit: Gülistan, LGBT’lerle dayanışan bir heteroseksüel değil, LGBT örgütleri için aktif sorumluluk alan ve örgütlenen bir heteroseksüel. Ve bulunduğu her yerde, örneğin Van Depremi sonrasında, Suruç’a dayanışmaya gittiğinde, Dersim festivaline gittiğinde söylediği gibi seçim sürecinde bunu belirtiyor.  Veyahut, “Kaos GL Ankara Merkeze sıkışıyor Tuzluçayır Halkevleri’nde bir şeyler yapabiliriz” üzerinden Kaos GL’yi Mamak’a taşıdığında; Yönetim Kurulu üyesi olduğu Çorum Köy Derneği’nin genel kuruluna Kaos GL’yi davet ettiğinde yaptığını yapıyor.  Sanırım şunun altını çizmek de yarar var: Gülistan Aydoğdu, HDP kurulduğundan beri parti içinde farklı pozisyonlarda sorumluluk alan biri ki, Ankara merkezi açacak birini parti istihdam edemediğinde nerdeyse bir üç ay gönüllü olarak her gün parti merkezini açtı. Gülistan bu açıdan baktığımızda “LGBT aktivistiyim” diyerek listeye girmedi. Zaten HDP’li bir aday olarak LGBT aktivisti olduğunu bulunduğu her yerde belirttiği gibi aday adaylığı sürecinde belirtti. “Dernek üyeliği mi kriter” diye ezber bir soruya karşılığı ise gene Ankara listelerinden yanıt vermek mümkün: Gülsen Ülker, homofobi ve transfobi karşıtı bir feminist olarak her daim LGBT hareketiyle dayanışma içinde oldu. 2006 yılından beri Kaos GL Derneği üyesi ancak Gülistan gibi doğrudan LGBT örgütleri içinde örgütlenmeyi tercih etmedi. Yani bir kişinin kendini kişisel olarak hiç sevmediğim “LGBTİ aktivisti” olarak değerlendirmesi için benim açımdan tek başına homofobi-transfobi karşıtı bir tavır sergilemesi yetmiyor. Aynı zamanda bu örgütlenmeler içinde aktif bir şekilde sorumluluk alması gerekiyor. Açık lezbiyen, gey, biseksüel ve trans adayların olmasını önemsiyorum, siyaset alanında açık kimlikleriyle mücadele etmeyi tercih eden Boysan Yakar’ı ve Sedef Çakmak’ı takdir ediyorum, yukarıda söylediğim gibi Pelin’in aday adaylığı sürecinde kamuoyuna verdiği mesajın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ancak bütün bunlara rağmen -ki siyasetle ilişkimizin “temsile” indirgenmemesi gerekir türküsünü hep birlikte söylediğimiz zamanlarda- “açık LGBT aday” ile “LGBT aktivisti” aynı şey değil ifadesini sürekli vurgulamaya gerek olmadığını düşünüyorum. Gülistan’ın heteroseksüel bir kadın olarak kendisini “LGBT aktivisti” tanımlamasını ve mücadelesinin önemli unsurlarından birinin homofobi ve transfobi karşıtı mücadele olmasına da; siyaset alanında ve LGBT camiamızda yarattığı kafa karışıklığının kendisinin de siyaset alanını queerleştirdiğini düşünüyorum.
Daha önce bu konuda yazdığım birkaç yazıda belirttiğim gibi bizim durduğumuz yerden bakıldığında “LGBT olsun çamurdan olsun” yaklaşımının ötesinde LGBT’lerin siyasetle ilişkisini temsile indirgemeden siyasete katılım meselesini de sadece LGBT’lerin katılımı olarak değerlendirmeden bu alanla ilişkilendiğimizde, ittifaklarımızın arttığını fark edeceğiz. Bu yüzden de şu noktadan sonra “LGBT aday mı” yoksa “LGBT aktivist mi” tartışmasının ötesinde SPoD’un LGBT Dostu Yerel Yönetimler çalışmasında yaptığı gibi adayların homofobi ve transfobi karşıtlığını görünür kılarak siyaset alanıyla ilişkilenmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Bu yazı vesilesiyle Kaos GL Derneği üyeleri Eskişehir’den HDP’den milletvekili adayı Barış Sulu’ya, Ankara’dan HDP’den milletvekili adayları Gülsen Ülker’e ve Gülistan Aydoğdu’ya başarılar diliyor ve tebrik ediyorum.

Bir Harften Bir Kimliğe Ulaşan Travestiler

Hepimizin bir şey olduğu ya da bir şey olduğumuzu iddia ettiğimiz, ama içi hiç bir zaman dolmayan kocaman cümleleri bir çırpıda söyleyebilme konforundan vazgeçmek istemiyoruz. Hepimiz Çingene’yiz mesela ama hiçbirimiz “esmer” bir tenin yükünü taşımıyoruz. Hal böyle iken bilerek veya bilmeyerek çok cici söylemlerimiz oldukça; haksız, üstten, otoriteryen, dayatmacı sistemin küçük sevimli askerlerine dönüşüyoruz. Hepimiz Çingene değiliz çünkü bir kimliği “sahiplenme”, “üstüne alma” çabası; “iyi niyetli” bir haksızlığa dönüşüveriyor kolayca.
Bacağımdaki ağrı her geçen dakika artıyor ve saatler geçtikçe yürüyemez hale geliyorum ve sonunda yere yığılıp kalıyorum. Sağ bacağım artık bana ait değil gibi hissediyorum, ağlamaktan başka ne yapacağımı bilemiyorum. Hayatım boyunca devam edecek bir ıstırabın gönüllüsü oluyorum. Hormon iğnemin yanlış damara vurulmasıyla başlayan ve yaklaşık 30 saat süren sakatlığım ve dayanamadığım acıya rağmen 112’yi arayamama korkum, içimden yükselen, “Ne hormonu kullanıyorsun, sigortan var mı, bu kimlik senin mi” sorularına nasıl direneceğim endişesinden geliyor.
Neden bunları yaşıyorum sorusuna verilecek o kadar çok yanıt var ki… Acı içinde kıvranıyorum çünkü devlet benim herkes gibi hastaneye gidebilmeme engel oluyor, daha önce hastane koridorlarında yaşadığım sayısız ayrımcılık, dışlama, ağlatma, bir insan olduğumu unutup panik içinde yanıtladığım ve soranın yüzünü hiç kızartmayan ama ne yazık beni mahcup eden ve her defasında neden bunlara yanıt verdim ki deyip kendime kızdığım deneyimler, bacağımın ağrısını çekmeye razı olmam gerektiğini söylüyor.
Kimse bilmiyor neden kambur yürür bir trans erkek, kimse bilmiyor sesine nasıl yabancılaşır? Adliye koridorlarından hastane koridorlarına çekingen ürkek adımların artık yaşamaktan yorulmuş bu bedene neler yaptığını bilmiyor kimse.
Hepimizin bir şey olduğu ya da bir şey olduğumuzu iddia ettiğimiz, ama içi hiç bir zaman dolmayan kocaman cümleleri bir çırpıda söyleyebilme konforundan vazgeçmek istemiyoruz. Hepimiz Çingene’yiz mesela ama hiçbirimiz “esmer” bir tenin yükünü taşımıyoruz. Hal böyle iken bilerek veya bilmeyerek çok cici söylemlerimiz oldukça; haksız, üstten, otoriteryen, dayatmacı sistemin küçük sevimli askerlerine dönüşüyoruz. Hepimiz Çingene değiliz çünkü bir kimliği “sahiplenme”, “üstüne alma” çabası; “iyi niyetli” bir haksızlığa dönüşüveriyor kolayca.
Stonewall’u ayağa kaldıran; bir travestinin, sokakta ucubeye dönüşmüş bedenini özgürce yaşama haykırışı ve transların en edepsiz en bacak omuza en dişe diş beden hapishanesinden çıkmak haykırışını örgütlüyor ve dünyayı sarıyor.
Bir transın 5 yaşında kurmaya başladığı hayale, okulda etek giyerken her gün ve her gün, istemediği sevmediği bir isimle çağrılırken her gün, evden çıkarken sarıp sarmaladığı memesine, incelttiği sesine, çocuk yaşta başladığı ve ölene kadar temrin ettiği  “ben gördüğünüz şey değilim” haykırışını içinizde duyabiliyor musunuz?
Öldüğümüzde bize dokunmak istemeyen, cesedimizden dahi korkan ve cenazemizi erkişi/hatunkişi olarak kaldıran ve yaşarken bu kaygıları aklımızdan çıkarabildiğimiz tek bir an yokken, tüm dünyada bize ait olan kimliğimiz bir pazarlama nesnesine dönüşüyor ve bir çırpıda çıkıyor ağızdan “hepimiz travestileriz” diye.
Hayır, hepiniz travesti değilsiniz neden olasınız ki zaten ya da buradan mı geçmeli birlikte örgütlenmenin yolu.
Beden, tek başına bir mücadele alanıdır ve içinden çıkmak için ölmek yetmez, beden gözlerinizin altındaki çizgilere, adımlarınıza, ellerinize ve tüm zerrelerinize sinmiş bir bilinmez kara delikken, esmer tenin ağırlığı bir sloganın yıkacağı basit bir çağrışıma indirebilir mi?
Birlikte mücadelenin belki de en önemli en samimi yanı kimliklerimizi heteronormatif ikili cinsiyete kurban etmeden yani kimsenin travesti, eşcinsel, Kürt, Ermeni olmasına gerek kalmadan ama bir özne olarak kimliğin yapısal farklılıklarını, gündelik yaşam pratiğimizdeki farklılıkları aklımızdan çıkarmayarak yan yana yürüyebildiğimizde daha umut verici bir güne uyanabiliriz. Dilerim o günler yakındır halen yaşamaya dair bir inancım varsa bir gün bir dakika bir saniye bile olsa bu düşü görebilmek içindir.

Tecavüz, Tehdit ve Ölümle Yüzleşen Travesti…

Ne zor bu yazıyı yazmak, vücudum ve ruhum ağrıyorken…

Sadece bağırmak istiyorum, insanlar beni duysun, sonra da bir köşeye çekileyim, kopayım şu dünyadan.
Kaç defa ağlar ki bir insan bu yaşananlardan sonra? Kaç defa titrer, yaşananları düşünürken?
Uzun yıllardan bu yana LGBTİ’ler ve seks işçilerinin maruz kaldıkları hak ihlallerini gündeme taşımanın derdiyle hak savunuculuğu yapıyorum. Bu yaşananları bilmediğimden değil yani, biliyorum ayrımcılığın, şiddetin ne demek olduğunu.
Bugüne dek iki defa darp edildim, hastaneye kaldırıldım. İki defa tecavüze uğradım. Tecavüzün ne demek olduğunu, erkekliğin nasıl bir tahakküm ile üzerime çöktüğünü, yalnız başına çaresizliğin ortasında hissetmenin ne derece acı bir gerçeklik olduğunu çok iyi biliyorum.
Evime gelen iki erkek… Telefonumu çalan üç erkek… Evin dışında bekleyen bir erkek daha. Bana tecavüz eden bir erkek… Telefonuma ek olarak nakit paramı almak isteyen üç erkek… Beni ölümle tehdit eden üç erkek… Boğazıma sarılan bir erkek… “Seni sikeceğim, paranı alacağım, gelip yine sikeceğim!” diye inleyen bir erkek… Kapıma dayanan, para vermezsem “olacakları düşünmemi” söyleyen üç erkek… Tehdit, tecavüz, ölüm ile eşleşen 3 erkek…
Bu ikiyüzlü erkekliğin ortasında, bir seks işçisi, bir LGBTİ… Bir hak savunucusu…
Size anlatacaklarım, basit bir hırsızlık olayı değil. Salt bir tecavüz vakası da değil. Anlatacaklarım, cinayetle bitmesi muhtemel bir olaylar zinciri ve sonrasındaki umursamazlığın, görmezden gelmenin ve yalnız başına bir seks işçisi ve LGBTİ’nin kuşatılmışlığının hikayesi.
“Seni sikeceğiz, paranı alacağız, yine sikeceğiz…”
İki kişi, telefonumu çaldı. Biri bana tecavüz etti. Bu esnada, akrabaları olduğunu öğrendiğim bir başkası ile telefonda görüştüler ve evimin adresini verdiler. Üçüncüsü evimin önüne geldiğinde kapıyı açmamak için direndim, bana hakaret eden ve evimin içinde olan iki kişiyi bir şekilde ikna ettim. Bu defa, telefonuma ek olarak benden para talep ettiklerini söylediler. Beni öldürmekle tehdit ettiler, üzerimde nakit para olmadığını anlayınca, ATM’den para çekmem için evden çıkardılar. Üçüncü şahıs onlara katıldı, ATM yolunda beni tehdit ettiler, bütün paramı istediklerini söylediler. Bir tanesi, koluma girdi, beni “sikeceğini” söyledi. Parayı çektikten sonra üçü tekrar eve geleceklerini ve beni “sikeceklerini”, direnirsem “sonumun kötü olacağını” söylediler.
Yolda ilerlerken, ileride yolun köşesinde bir polis devriye aracının durduğunu gördüm. Beni tehdit ile ATM’ye doğru götüren kişiler de polisi görünce tedirgin oldular. Başka bir sokaktan gideceğimizi, başka bir yerden ATM bulacağımızı söylediler. Alttan alarak, kendilerini şikayet etmeyeceğimi, parayı vereceğimi ifade ettim. Nasıl oldu bilmiyorum, ama aralarında söz sahibi olan kişi, inandı bana. ATM’ye gitmek için devriye aracının olduğu köşenin yakınından geçmek gerekiyordu. Tam polislerin yakınından geçerken bağırarak polislere doğru koştum ve beni alıkoyduklarını, paramı gasp etmek istediklerini, telefonumu çaldıklarını söyledim.
“Biz erkek adamız memur bey, siz bizim halimizden anlarsınız, bu ibnenin lafına inanmayın…”
Ben derdimi anlatmaya çalışırken polise, polis beni susturdu. “Sen sus, sormadan konuşma!” Bu esnada, failler şunları söylerken polis onları gayet sakin bir şekilde dinliyordu: “Biz erkek adamız memur bey, siz bizim halimizden anlarsınız, bu ibnenin lafına inanmayın…”, “Memur bey, bu bizi evine davet etti, bilirsiniz bunları…”
İki polisten biri, kabaca üst araması yaptı, nasıl olduysa faillerin üzerinde bana ait cep telefonunu bulamadı. Polislere iyice aramalarını, telefonun onlarda olduğunu söylediğimde, aramayı yapan polis, üzerlerini aradığını, telefonu bulamadığını, telefonumu çalıp çalmadıklarından emin olup olmadığımı sordu birkaç defa. Üst aramasında faillerden birinin üzerinden çakı çıktı; bu nedir diye sorulduğunda, “önemsiz bir şey memur bey,” dendi, konu kapandı. Faillerden biri, “Yalan söylüyor memur bey, inanmayın ona,” diye tekrarlarken, polislerden biri bizi arabaya bindirmeye başladı. Önde iki polis, arkada üç fail, “kafes”te yani devriye polis araçlarının en arka demirli bölümünde bana yer ayrıldı. Suçluları tuttukları yere, beni layık gördüler. “Midem bulanıyor, kusacağım memur bey, niye buraya biniyorum, iyi değilim” diye dert yanarken, “Ya senle mi uğraşacağız, bin işte, başımıza çıkan derde bak ya…” diye söylendi.
“Hele bir suç duyurusunda bulun, seni öldürürüz…”
Faillerle aramızda ince bir demirlik, arkada sıkışmış bir şekilde oturmaya çalışan ben ve polisler ile failler arasında geçen koyu muhabbet… “Nerelisiniz memur bey?”, “Bize bir şey olmaz değil mi polis abi, sonuçta ailemiz var bizim?”, “Bu ibne için bizi harcamayın, biz birbirimizi anlıyoruz sizinle, değil mi abicim?”
Bu sohbet devam ederken, faillerden biri arkaya dönerek bana, “Seni sike sike öldüreceğim, hele bir suç duyurusunda bulun, kafanı koparırım, seni öldürürüz,” diye tehditler savuruyordu. “Memur bey, bunlar beni tehdit ediyor, görmüyor musunuz? “diye bağırdığımda, “Ya bir kesin sesinizi, uğraştırmayın bizi” derken bir polis, diğeri de “Korkmayın siz de, o böyle diyorsa siz de suç duyurusunda bulunursunuz iftira atıyor bize diye” diyordu faillere…
“Dernek başkanıyım, yaptığınız suç, bana bir şey yapmalarını engellemelisiniz”
Esat Polis Merkezi’ne vardığımızda, polislerden birine, faillerin bana araç içerisinde defalarca tehditler savurduğunu, buna tanık olduklarını, aynı şeyi yapmaları halinde bunu engellemeleri gerektiğini söyledim. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşmadığımı, bir STK’nın başkanı olduğumu, bu gibi suçlarda atılması gereken adımların ne olduğunu bildiğimi ifade ederek, faillere yönelik toleranslı tutumlarının suç teşkil ettiğini söyledim. 10 dakika öncesine dek bana karşı son derece ters davranan iki polis memuru, bir anda LGBTİ/seks işçisi dostu olduğunu ifade etmeye başladı: “Benim bir sürü istanbul travesti ‘de tanıdığım var, sizi biliyorum. Ben cins ayrımı yapmam, merak etme…” Şaşırdım, kaldım.
“Seni hoplatırız, sen kimsin lan ibne!”
Karakola varmış olmamıza rağmen, saldırganların tehditleri devam etti. Polislerin gözünün önünde bana tehditler savuruldu, hakaret edildi defalarca. “Bu işten vazgeç, vazgeçmezsen olacakları biliyorsun…”, “Evini biliyoruz artık, nasılsa serbest kalırız, sen düşün artık…”
Polislere defalarca buna engel olmalarını, kendimi güvende hissetmediğimi, faillerle yan yana nasıl tutulduğumu anlamadığımı, bana bir şey olursa sorumlusunun kendileri olacağını ifade ettim. Bir şey değişmedi, aradaki bir metrelik mesafenin korunması dışında. Birkaç saat tehditlerin ortasında işlemlerin halledilmesini bekledim.
“Telefonunu bulursak, suç duyurusundan vazgeçer misin?”
Bir yandan tehditler devam ederken, diğer yandan faillerden biri sürekli yanıma gelerek, telefonumu bulacaklarını, suç duyurusundan vazgeçmemi istedi. O kişiyle aramda geçen bütün konuşma, birçok polis memurunun önünde gerçekleşti. Fail telefonun kendilerinde olduğunu itiraf ediyor, kendisiyle karakol dışına gelmemi, telefonu vereceğini ama suç duyurusunda bulunmaktan vazgeçmemi salık veriyordu. Bizi dinleyen polislere, tanık olduklarını kayda geçmelerini, telefonun faillerde olduğunun ortaya çıktığını belirttim. Ne yazık ki, bütün söylediklerim havada kaldı.
Bu muhabbet devam ederken, polislerden biri, faillerden biri ile karakol dışına çıktı, 5 dakika kadar konuştu. Bir tür pazarlık gerçekleştirildi. Sonra içeri girdiler, aynı polis beni dışarı çağırdı. Karakolun önünde, bizi karakola getirdikleri aracın yanına götürdü ve konuşmaya başladı: “Telefonunu bulursak, suç duyurusundan vazgeçer misin?” Önce telefonu görmek istediğimi ifade ettim. Polis telefonumu cebinden çıkardı; SIM kartım telefondan çıkarılmıştı. İkisini o esnada teslim aldım. Meğerse failler polis aracına alındıklarında telefonu aracın içine atmışlar. Bunu bana polis söyledi. Suç duyurusunda bulunacağımı ifade ettim.
“Şu Lut Kavmi de bir türlü bitmedi!”
Avukatımı aradım, o gelene dek de karakolun bahçesindeki bir bankta oturmaya başladım. O esnada bir polis aracı karakola geldi ve içindeki polisler önümden geçtiler. Bir tanesi, olayı öğrendikten sonra, “Şu Lut Kavmi de bir türlü bitmedi ya,” diye söylenerek içeri girdi. Sinirden titremeye başladım; adaletin peşinde karakola geldim, önyargı, nefret ve taraflılığın göbeğine düştüm. Bir yandan failler, bahçeye çıktı ve laf atmaya başladılar, tehditler gırla gitti.
“Gezi’de Hükümet’e karşı ayaklandı bunlar…”
Avukatım geldikten sonra, karakol bahçesindeki bankta oturup konuşmaya başladık. Bu esnada, sahur vakti olduğundan, bahçedeki çardakta polisler sahurlarını yapmaya başladı… Ne başlama… Hakkımda konuşan, kahkaha atan, “basit bir gasp olayını ne hale getirdi” diyenler… Polislerden biri yüksek sesle, “Bunlar Gezi’de Hükümet’e karşı ayaklandılar” dedi diğerlerine. Kulaklarıma inanamadım. Sinirden titremeye ve ağlamaya başladım.
“Sen tecavüze uğramadın ki…”
Failler sağlık kontrolünden geçirilmek üzere hastaneye götürüldüğünde, karakolda ifademizi alacak olan polis memuru, ben ve avukatımın yanına gelerek, bana ne yaşadığımı sordu. Avukatım müdahale ederek, müvekkilinin şiddet mağduru olduğunu, sürekli travmatize edilmemesi gerektiğini, kendisine açıklama yapılmayacağını ifade etti. Polis sinirlenerek, “size sormadım avukat hanım,” diye çıkıştı. O anda yüksek sesli bir tartışma yaşandı. Yetmezmiş gibi, aynı polis bana, “sen tecavüze uğramadın ki, nerden çıkarıyorsun bunu…” diye çıkıştı. Polis, üstelik ifademi alacak olan polis, bana tecavüze uğrayıp uğramadığımı anlatıyordu.
“Ya sen ne biçim avukatsın, işi zorlaştırma!”
Bir ara darp ve tecavüz ile ilgili sağlık raporunu almaya hastaneye gittikten sonra, karakola yeniden geldik. Ben tecavüze uğramış, üzerinden 6 saat geçmişti. Hala ifademiz alınmamıştı. Bu kadar badire atlattıktan sonra bir de karakolda ifade işlemlerinin halledilmesi için saatlerce bekledik. Üstelik karakola o esnada yapılmayı bekleyen hiçbir işlem yokken… Karakola geldiğimizden beri bir tek ben, avukatım ve failler vardık karakolda. Hangi iradeli veya sabırlı insan, tecavüz, tehditler, hırsızlık ve psikolojik şiddet mağduru olup bu kadar bekleyebilirdi ki? Hangi insanın bu kadar bekletilmesi makuldür ki? Bunun nesi doğru, nesi anlaşılır? Sanki suç duyurusunda bulunmayalım da gidelim der gibiydiler…
İfade odasındaki bir polis memuru odadan çıktı ve polisin tutanağını bize imzalatmaya geldi. Tutanağı okuduğumda, polislerin yaşananları tek taraflı bir yerden okuduğunu ve kayda geçtiğini gördüm.  Tutanağın büyük kısmı, faillerin anlatımlarından oluşuyordu. İmzadan imtina ettiğimi ifade ettim. Polisler sinirlendi ve bana bağırmaya başladılar. Avukatım devreye girip müvekkilinin imza atmak mecburiyetinde olmadığını ifade ettiğinde ise, çevremizde aniden 5 – 6 polis birikti ve bize çıkışmaya başladılar. Bu esnada, bir polis memuru son derece yüksek bir sesle avukatıma, “ya sen ne biçim avukatsın, işi zorlaştırma!” diyerek bağırdı. Bu psikolojik işkence 5 dakikaya yakın devam etti. İmza atmadım, polislerin kendi el yazıları ile imzadan imtina ettiğimi yazmalarını istedim; o şekilde de oldu.
“Bu kadar uzun ifade yazılmaz, uzatmayın…”
Olay sonrası karakola getirildikten 7 saat geçtikten sonra ifade odasına alındık. İfademi vermeye başladım. İfademi veriyordum vermesine ama ifadeyi alan ve bana birkaç saat önce “sen tecavüze uğramadın ki…” diye çıkışan polis memuru sürekli müdahale ediyordu. İfadenin ortalarına doğru, “Yalnız bu kadar uzun ifade yazılmaz, uzatmayın. Ben anlayış gösteriyorum da müsamaha gösteriyorum. Kısaca anlatın,” diye beni “uyardı” (!) Avukatım müdahale edip ifademi istediğim gibi verebileceğimi, bütün detayların önemli olduğunu belirttiğinde, avukatıma sinirlenip sesini yükselterek bir sürü işle uğraştığını ve bu işlerin böyle yapılmadığını söyledi. İfademi bile istediğim gibi veremediğim bir adalet arayışının ortasına düşmüştüm…
“Serbestsiniz…”
İfademi imzaladım, koruma ve uzaklaştırma kararının çıkarılması için başvuruda bulundum. Bu satırları yazdığım gün, yani olaydan bir gün sonra, faillerin savcılık tarafından mahkemeye bile sevk edilmeden serbest bırakıldığını öğrendim. Yani, beni gasp etmeye çalışan, tecavüz eden, ölümle tehdit eden 3 kişi Ankara’da elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Bu kadar mağduriyeti yaşayan ben ise saklanmak zorundayım. Evime gidemiyorum olay yaşandığından bu yana. Failler beni kendi cep numaralarından arıyorlar hala… Açmıyorum, ama korkuyorum.
Bütün samimi mesajlara teşekkürler…
Telefonlarıma bakmıyorum, evinde kaldığım arkadaşım, yakın bir – iki arkadaşım ve avukatlarım dışında kimsenin aramasına cevap vermiyorum; konuşmaya hazır değilim. Tanımadığım numaraları da güvenlik gerekçesiyle açmıyorum, haber için görüşmek isteyenlerin önce SMS atması iyi olur.
Psikolojik olarak çökmüş durumdayım. Biliyorum, çok fazla kişi bana ulaşmaya çalıştı, iyi niyetlerini başkaları üzerinden ilettiler. Hepinize çok teşekkür ediyorum. Yanımda olduğunuzu hissetmek bana güç veriyor.
Peki, şimdi nasılım?
Nasılım? İyi değilim. Arada kaybolmuş durumdayım. Dinlenebilmiş de değilim. Niyetliyim dinlenmeye ama dinlenemiyorum. Yolda yürürken gördüğüm kişilerden ürküyorum, arkama dönüp dönüp bakıyorum, arkadaşımın evindeyim ve evin çevresi dışında bir yere gidemiyorum, sürekli gittiğim mekânlara gidemiyorum, sosyal medya hesaplarımı temizliyorum…
Korkuyorum kısacası. Kabus görüyorum, uyanıyorum, yine kabus görüyorum. Sıkışmış durumdayım. Her muhabbet yaşadıklarımı hatırlatıyor. Bir yandan yalnız kalmak ve her şeyden uzaklaşmak istiyorum, bir yandan da yalnız kalınca ortaya çıkan korkularımdan kurtulmak istiyorum.
Soruşturma süreci ile sevgili avukatlarım ilgileniyor. Tabii ben de sürecin dışında kalamıyorum. Uzaklaşmam gerekiyor her meseleden ama uzaklaşamıyorum. Alışmışım mağdurların işlerine koşmaya ama mağdur ben olunca yapamıyorum, ne psikolojim uygun ne de fiziksel gücüm var…
Failler serbest, ne yapacağım? Savcının tavrı nasıl, istediğimiz adımlar atılacak mı? Mahkeme süreci ne olacak? Neden hiçbir şey hızlı işlemiyor? Neden kimse cinsel saldırı meselesine karşı hassas değil? Göçebe hayatı mı yaşayacağım ömür boyunca? Şehir mi değiştirmem gerekiyor? Neden yasal merciiler benim içimde olduğum sıkıştırılmışlığın hallolması için çaba harcamıyor? Tecavüzü ispatlamanın derdine düşmek ne derece doğru ve sağlıklı? Beynime tecavüz demek değil mi bu?
Dernek ofisine gidemiyorum, işlerimi yapamıyorum, süreci yeterince takip edemiyorum, ettiğim durumlarda da yeniden travmatize oluyorum. Her gün bin defa olayı yeniden yaşıyorum.
İyi değilim…
Kısa ama önemli bir son not… “Öldürülmem mi gerekiyor, iyi niyetli iki kelam etmeniz için?”
“Neden evine bu kadar kişiyi almış?”, “Amacı neydi ki?”, “Kolay yoldan köşeyi dönemiyorsun işte…”, “İsteyerek mi çağırmış evine, kim bilir ne oldu da bu yaşandı…” şeklinde yorumlarını duyduğum kişiler, LGBTİ’ler, seks işçileri, aktivistler oldu. Bu kadar kötü tecrübeden sonra hala bu soruları sorabiliyorsanız, hala bu olayların ardında “hata yaptığım” sonucuna varmaya çalışıyorsanız, kısa bir geçmiş olsun diyemiyorsanız, çevremde olmanıza ihtiyaç duymuyorum.
Biz bile birbirimize iyi gelemiyorsak, beraber mücadele etmemizin manası kalmamış demektir. Bilin ki beni mağduru olduğum şiddetin failleri ve polisler kadar siz de yordunuz.
error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti