travestiBlog Travesti - istanbul travesti ankara travesti - Part 121

Türkiye’de LGBT

Kısa Bir Tarih

Modern tarih genelinde eşcinsel cinsellikler ve kimlikler hakkında toplumsal inşacı bir bakış açısı benimsendiğinde, Türkiye’de cinsel ’gayri tabiilik’ ekseninde tıbbi tanımlarının, psikiyatrik teşhislerin ve cinsel kimliklerin olmadığı, ancak adeta herkesin haberdar olduğu eşcinsel cinsel edimlerin gerçekleştiği muğlak bir dönemden bahsedilebilir. Belgelenmemiş, dolayısıyla muğlak olan bu dönem, geç dönem Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayıp, 1923’te kurulan modern Türkiye Cumhuriyeti’nin zamansal alemine de rastlayan 100 veya daha fazla seneden oluşur. Yeni cumhuriyet, Avrupalılaşma, batılılaşma, sekülerleşme ve modernleşme gibi gelişmeci projelerle toplumsal, kültürel ve politik kamusal hayatın neredeyse tüm katmanlarını radikal bir biçimde başkalaştırdı. Yapılan, yalnızca imparatorluğu alaşağı edip devletin sahibi olan bir ulus yaratmak değil; devlet söylemleri, politikaları ve pratiklerini kullanarak Aydınlanma idealleri etkisi altında, modern yurttaş-özne yaratmaktı. Bu büyük dönüşüme rağmen, eşcinsel cinsel edimler veya ’homoseksüel’ insan tipi yeni rejim tarafından bariz bir biçimde adlandırılmadı, gözlenmedi, denetlenmedi ve mücrimleştirilmedi. Türkiye’deki modern devrim, çekirdek aile yapısı, kadınların kamusal ve özel alanlardaki rolü ve cinsiyetlendirilmiş temsil politikaları üstünde titizlikle çalışmış olsa da (Arat, 1997; Sirman, 2005), eşcinselliğe müdahalede bulunma, ’iyileştirme’ çalışmaları ve sansürlemeyle uğraşamayacak kadar meşgul görünüyordu. Eşcinsellikle ilgili aktiviteler, ‘iğrenç’ ve gizli olmasına rağmen göz yumulan kentsel yeraltı kültürünün kayda değer bir parçası haline geldi. Çağdaş akademisyenler bu belirsiz zaman döneminin izlerini yerli ve yabancı tarihçilerin işleri kadar, romanlar ve diğer edebi türlerde sürebilirler. Büyük Türk yazarı Kemal Tahir’in bir çok roman ve hikayesi ve toplumsal tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun bitirilmemiş ancak namütenahi İstanbul Ansiklopedi’si (1946), diğer eserlerle beraber incelendiğinde bu isimsiz ama enikonu deneyimlenmiş cinsel gelgiti gözler önüne serebilir.

Eşcinsellik söz konusu olduğunda görece sönük geçen 1950’lerin ardından, Zeki Müren, 1960’larda ülkenin tarihinde kamuya mal olan ilk queer kişi oldu. Kariyerinin başında zamanının hegemonik erkeklik göstergeleriyle çelişen alternatif erkeklik etme biçimleri vücuda getirdi. Müren, ilerleyen yıllarda cinsel normları daha bariz biçimde istikrarsızlaştırmaya başladı ve bunu 1991’deki vefatına kadar devam ettirdi. Kadınlarla duygusal ve cinsel bir münasebeti olmamasına ve sahneye üstünde kadın kıyafetleri ve yüzünde ağır makyajla çıkmasına rağmen, halk tarafından ulusal kahramanmışçasına sevildi ve askeri liderler için kullanılan “paşa” unvanıyla çağrıldı. Yaşamının büyük çoğunluğunu açık bir travesti ve gizli bir eşcinsel, adeta pek muteber bir queer kral olarak geçirdi (Özbay, 2009).

İstisnai kamusal görünümüne rağmen, Türkiye’de eşcinsel bir hayat tarzı yaşamak söz konusu olduğunda Müren yalnız değildi. İstanbul’un Beyoğlu bölgesi uzun zamandan beri queer yaşamların kesiştiği bir merkezdi (Öz, 2009; Yüzgün, 1986, 1993). Ülkenin ilk popüler ’gay bar’ı Vat-69 (1975 yılında açıldı) ve neredeyse tüm selefleri Beyoğlu ve yakınlarında konuşlandı. 1960’lardan sonra, hem konvansiyonel aile ve akrabalık bağları yanında yeni, bireysel ve esnek eşcinsel toplumsal ağlara dahil olan hem de gay barlara ve diğer kamusal alanlara –örneğin belirli plaj, hamam ve parklara düzenli olarak “takılan” modern homoseksüel İstanbul’da ortaya çıkmaya başladı.

Bu tekil tarih içerisinde bir diğer mühim figür, şarkıcı Bülent Ersoy’dur. 1970’lerin sonlarında görünürde eşcinsel bir erkek olarak müthiş bir üne kavuştuktan sonra, 1981 yılında cinsiyet değiştirme operasyonuyla trans bir kadın oldu. Müren’in genel itibariyle yıkıcı queer performansı devlet tarafından bastırılmadıysa da, Ersoy’un sahnede gösteri yapması darbe dönemi askeri hükümeti tarafından yasal olarak engellendi. Ersoy, liberal Özal hükümeti 1988’de bu yasağa son verene kadar Almanya’da sürgündeydi. Müren’in epey makbul, neredeyse resmi olarak kabul gören travestiliğine karşıt olarak, Bülent Ersoy’un ameliyat ve bedensel dönüşüm anlatıları da içeren ve askeri iktidarla politik çatışmaya sahne olan radikal translığı, onu, Türkiye’de eşcinsellik ve cinsel kimlikler hususunda hala etkin olan ’duygu yapısı’na karşı cinsiyet mücadelelerinin tesirli bir sembolü haline getirdi (Yüzgün, 1986; Hocaoğlu, 2002). 1980’ler eşcinseller için aynı zamanda gaddar polis denetimlerinin, polis merkezlerinde işkencenin, barlar ve kamusal alanlarda tacizin ve ilk defa, kazanılmış bağışıklık yetmezlik sendromunun (HIV/AIDS) damgasını yemenin de yılları oldu.

1980’lerin sonları, ekonominin yeni başlayan neoliberalleşmesi, Batı dünyasına eklemlenmede ivmelenme ve küreselleşmenin kuvvetli akıntıları, bununla paralel olarak da Türkiye’nin kamusal kültürünün askeri yönetimden arınarak giderek sivilleşmesine sahne oldu. Bu değişimlerle beraber Türkiye’nin başlıca kentlerinde modern gay erkekler ortaya çıktı. Bu gayler, popüler trans şarkıcı imgelerini reddederek (Hocaoğlu, 2002; Tapınç, 1992), Avrupalı-Amerikalı gay’lik stillerini taklit etmeye, beden odaklı gay erkekliğini tecrübe etmeye, eşcinselliğin kamusal imgelemdeki kadınsı-efemine algısına karşı sembolik savaş ilan etmeye meylettiler. Bu dönemde daha gizli kapaklı ama daha iyi örgütlenen kentsel bir gay kültürü gelişti. Erkeklerle cinsel ilişkiye giren erkekler kendilerini İngilizce’deki gibi ’gay’ olarak tanımlamaya, diğer gay erkeklerle cinsel ilişkiye girmeye, duygusal ve uzun ilişkiler kurmaya, heteroseksüel görünen bedensel tutumları arzulamaya ve onlara imrenmeye ve yalnızca cinsel ve eğlenme amaçlı değil, ayrıca politik bir bağlılık ve homofobiye karşı cinsel aktivizm yürütmek için de bir araya geldiler. Uzun süren bir sessiz dönemin ardından, Türk film endüstrisinde eşcinsel edimleri mesele eden ilk ticari filmler 1980’lerde çekildi (Öztek, 2007) ve eşcinsellerin hikayeleri Türk romanlarında yeniden zuhur etti. Romanlarda ve filmlerde eşcinsellik temsilleri 1990’larda istikrarlı bir şekilde arttı ve Murathan Mungan’ın ve Selim İleri’nin kitapları, Ferzan Özpetek’in olumlu eleştiriler alan ilk filmi Hamam (1997) gibi başlıca queer sanat örnekleri iyi bilinir hale geldi.

Modern Türkiye’nin yakın tarihinde, metropol bölgelerin toplumsal ve fiziksel uzamında giderek görünürlüğünü ve çeşitliliğini kaybedecek olan gay hayat, 2000’lerin başında –en azından kültürel anlamda- doruğa tırmandı. Bu dönemde İstanbul’da birçok gay (ve kısmen lezbiyen) kafe, bar ve gece kulübü açıldı, işyerlerinde çok sayıda eşcinsel çalışan bulunuyordu, gazeteler ve medyada şaşaalı gay barlar ve müşteri kitlesi olumlu bir şekilde yer alıyordu; akademik yayınlar ve araştırma raporları yayımlanmaya, cinsiyet aktivizmi yapanlar muteberleşmeye ve fark edilmeye, ve kitlelerin gay ve trans gibi kavramlar hakkındaki kafa karışıklığı yavaş yavaş yok olmaya başlamıştı (Hocaoğlu, 2002; Bereket ve Adam, 2006). Kendinden emin gay erkeklere ilaveten, lezbiyenler de ilk gez görünür olmaya ve erkeklerden farklı olduklarına kani oldukları kendi problemlerini tartışmak için ayrı olarak buluşmaya başladı (Başdaş, 2007; Özbay ve Soydan, 2003; Savcı, 2011).

Türkiye’de modern gay ve lezbiyen toplumsal kimliklerinin oluşumunda üç farklı gelişme önemli rol oynadı. Bunlardan birincisi, polis baskınlarının, eşcinsel ve translara karşı şiddetin tedrici yavaşlaması ve sona ermesi oldu (Öz, 2009; Yüzgün, 1993). Bu anlamda, özellikle metropol bölgelerde gay ticari mekanların açılması ve işletilmesi daha makul ve kabul edilebilir olarak görüldü. Queer işletmelere gelen müşteriler, sosyalleşirken polis baskınına maruz kalma korkusundan arındılar. İkinci olarak, haber bültenleri ve gazetelerin tavrındaki gözle görülür değişim gösterilebilir. Genel olarak konuşacak olursak, marjinalleştiren, ötekileştiren ve hatta canavarlaştıran dil bir kenara bırakıldı; gayler ve lezbiyenler, tolerans ve saygı çerçevesinde yer bulan kendi kelimeleri ve gündemleriyle (Savcı, 2011) medyada yer bulur hale geldiler. Bu süreçteki üçüncü köşe taşı, internet’in yaygınlaşmasıydı. Böylece gay erkekler ve lezbiyenler birbirilerine, toplumsal örgüt ve gruplara, ve dünyaya, heteroseksüel topluma ifşa olmadan veya istemdışı ve kontrolsüz bir biçimde açılmak zorunda kalmadan bağlanabildiler (Hocaoğlu, 2002; Özbay ve Soydan, 2003). Başlangıçta Avrupa menşeili online çöpçatanlık siteleri bir çok insanı çevrimiçi alemde bir araya getirirken, ardından kurulan Türkçe web siteleri Avrupalı olanların yerini aldı, hatta kentsel bölgelerde ve taşrada daha popüler oldular. Belki de Türkiye’nin modern tarihinde ilk defa gay olmak ve eşcinsel faaliyetlerde bulunmak beraberinde toplumsal bedeller ve sonuçlar getirmedi.

Güncel Durum

Bugün Türkiye, eşcinselliğin veya norm karşıtı queer cinselliklerin yasal olduğu ancak polis güçlerinin kısıtlayıcı tavırları ve savcılık makamı gibi devlet kurumlarınca zapt edildiği birkaç ülkeden biri (Öz, 2009; Savcı, 2011). Eşcinsel cinsellikler söz konusu olduğunda ikili bir hayat eşzamanlı olarak deneyimleniyor. Bir yandan Türkiye devleti ve toplumu daha muhafazakar, dindar ve baskıcı hale geliyor; yalnızca belirli cinsellik türleri yasaklanmıyor, cinselliğin kendisi ve tüm kamusal temsilleri de tabu olarak yapılandırılıyor. Öte yandan, eşcinsel cinsellikler -tolere edilebildiği kadarıyla-, başlıca metropol bölgelerin belirli mahallelerinde olmak üzere müstesna bölgelerde icra ediliyor. Sıkı denetim altındaki bu kentsel alanlar, queer öznelerin eşcinsel cinsellikler ve gay sosyalleşmeleri gibi münasebetlerde bulunabilecekleri mekanlara ev sahipliği yaparken, devlet görevlileri dışarıda kalan alanlarda eşcinsellerin toplumsal temaslarını gözleyip, kontrol edebiliyor. Eşcinsel cinsiyet kültürlerinin bu ikili düzenlenişi, hoşgörü ve tahammülsüzlük, saygı ve müdahale, bağımsızlık ve kısıtlama, kökleşmiş çeşitlilik ve üstüne bindirilen tektipleştirme, devletin müdahilliği marifetiyle heteroseksüel kamusallığı ve gay erkekler ve lezbiyenleri göz yumulan istisnalar olarak bileştirir (Başdaş, 2007; Bereket ve Adam, 2006, 2008; Özbay, 2010; Özyeğin, 2012).

Eşcinsel yönelimlere sahip özneler, çokkültürlü bir küreselleşme eğilimiyle, muhayyel bir normallik adacığı ve demokratik olmayan bir homojenlik arasında salınan bu dayatmacı ikilik içinde hareket edebilmek için, kendi esneklik, çok yönlülük, çeşitlilik, uyum sağlayabilirlik, gizlilik, benmerkezcilik ve elbette kırılgan bir rol yapma kapasitelerini yürürlüğe sokarlar (Özbay, 2010). Bu süreçte ilk adım modern, Batılı, Avrupalı-Amerikalı gay ve lezbiyen kimliklerin kurulmasıdır. Bu kişiler cinsel kimlik ve faaliyetlerini gizleme amacı güden bir benlik algısı yaratmazlar; tersine, Batılı rol modellerinin telkin ettiği açılma stratejileri ve hikayeleri, gerçekten kim olduklarını ve gay kimliklerini ne denli içselleştirebildiklerini kurmalarında can alıcı bir rol oynar (Bereket ve Adam, 2006; Hocaoğlu, 2002; Özbay ve Soydan, 2003; Özyeğin, 2012). Cinselliğe dair bu Batılılaşmış görüşte, heteroseksüel ve eşcinsel kültür, erotizm, duygulanım (affect) ve kimlik arasında tertipli sınırlar vardır. Buna göre, bir kişi ya gay ya da heteroseksüel olabilir; tanımlar kesin ve stabildir.

Eşcinsellik ve heteroseksüellik arasında sözüm ona tertipli ama hiçbir zaman tarafsız olmayan ayrımı karmaşıklaştıran etmenler bulunur. Bunlardan en manidar olanı dinin gündelik hayata müdahil olma kapasitesidir. İslami doktrinler eşcinsel edimleri bariz şekilde yasaklar. Bazı en popüler dini söylemler ve tefsirlere ilaveten dindar kamu da gay erkekleri ve lezbiyenleri günahkar kişiler olarak dışlar ve yok sayar. Bu ötekileştirici, keskin gay’lik karşıtı konum en azından Sünni çoğunluk söz konusu olduğunda geçerlidir. Diğer yandan, Alevi azınlığın eşcinselliğe karşı tutumu muğlaktır, ancak genellikle bunun daha demokratik ve esnek olduğu varsayılır. İslam herhangi bir konuda yekpare ve tekil olmadığındandır ki, eşcinselliğe dair bir çok farklı perspektif ve yorum barındırır. Hıristiyanlıkta da olduğu gibi eşcinsellik ve din hakkında mükellef tartışmalar olmamasına rağmen, Türkiye’de yaşayan eşcinsel vatandaşların –tıpkı heteroseksüeller gibi- gündelik yaşamlarında dinle ilintilenmeleri ve kaçınılmaz olarak dini görüşleri hakkında bir ölçüde tatmin edici (olumlu ya da olumsuz) bir cevap sahibi olmaları gerekir (Bereket ve Adam, 2008). Gay erkekler ve lezbiyenler kendilerini çoğunlukla din aleminin tamamen dışında, şüphe götürmez bir biçimde inanış ve din sistemlerini reddeden bir biçimde; bazılarıysa tanrı inancı olan ancak dini pratiklerden ayrılan zımni bir sessizlik içinde yeniden kurarlar (Hocaoğlu, 2002; Özbay ve Soydan, 2003).

Türkiye’deki eşcinsel mizanseni oluşturan etmenlerden bir diğeriyse, dinin toplumsal örgütlenmesinden bağımsız sayılamayacak olan, sınıftır. Gay terimi, modern, küresel, rafine, Avrupalı, kültürel sermayesi yüksek olan bir kişiyi imlediğinden, Türkçe’de belirli bir orta ve üst sınıfı çağrıştırır. Diğer bir deyişle, Türkiye bağlamında gay olmak yalnızca erotik öznellikler ve cinsel deneyimleri değil, daima sosyal sınıfı da ilgilendiren bir meseledir (Armbrecht, 2001; Hocaoğlu, 2002; Özbay, 2010). Bu sınıf veçhesinden ayrı tutulmayan cinsellik anlayışına göre, bir kişinin erotik maceraları ve mahrem hayatı onun cinsel kimliğini nihai olarak belirleyemez; kendini gay (veya lezbiyen) olarak tanımlamak, diğer eşcinsellerle mahremini paylaşmak, veya queer toplumsal çevrelerin bir parçası olmak, “gay olmak” için kafi değildir. Bir kimsenin, “düzgün bir şekilde” gay olabilmesi için, modern gay’liğe içkin olan belirli sınıf kriterlerine sahip olması gerekir gibi gözükür. Bu sınıfsal işaretlerin en çok tekerrür edenleri arasında, kentin mutena bir orta-sınıf semtinde bir daire sahibi olmak veya yaşamak, üniversite öğrencisi veya mezunu olmak, yabancı dil bilmek, seküler bir yaşam tarzı benimsemek, küresel kültür akımları ve modalarını takip etmek, yurtdışına gezmeye gitmek, tüketim ideolojisi, kişisel bakım ve erkekliğin belirli bir tarzını (en azından erkekler için) bedenselleştirmek ve icra etmek gösterilebilir. Tam da bu ortamda gay olmak, kültürel sermayeden istifade ederek ve sembolik kodlarda ustalaşarak, ardından bunları bariz ve tasasız bir şekilde ayakta tutarak “gayleşmeye” ve “muteber bir gay olmaya” dönüşür.

Eğer bir kimse eşcinsel faaliyetlerde bulunur fakat sınıfsal nedenlerle orta-üst sınıf gay’lik kavramlarının doğru kodlarını takip edemezse, ne olur? Eğer bu kişi daha erkeksi ise veya etrafında heteroseksüel bir erkeğin halesini taşıyorsa, ’varoş’ diye nitelenmesi mümkün gözükür. Gündelik Türkçede varoş kelimesi hem yoksun, ‘kanunsuz’ mahalleleri, hem de bu bölgelerde yaşayan işçi sınıfını anlatmak için kullanılır. Varoş kelimesi apaçık biçimde menfi anlamlar taşır ve çoğunlukla işaret ettiği kişileri hor görmek için kullanılır. Buna mukabil, Türkçe gay lisanda varoş, yoksulluğu ve orta-sınıf değerlerinden yoksunluğu imleyen bir kelimeye dönüşmüşken; ayrıca gürbüz bir erilliğin ve saf, hakiki bir erkekliğin de altını çizer (Özbay, 2010). Bu anlamda, Türkiye’deki durum, işçi sınıfı erkekliğinin, cinsel kimliklerin, etiketlerin ve toplulukların reddiyesine muktedir olduğu diğer bağlamlarla benzerlik taşır. Eğer üst sınıf niteliklerinden yoksun olan kişi daha kadınsıysa, yani efemine bir tarzı bedenselleştirmişse, bu kişinin ’lubunya’ olarak anılması daha makbuldür. Lubunya, trans kültüründen alınmıştır ve en yalın anlamda kadınsı ve efemine olan anlamına gelir (Berghan, 2007). Lubunya kişiler kamu tarafından kolayca ünlü trans şarkıcıların hareketleriyle eşleştirilir ve bazı bağlamlarda travestilik ve transseksüelliğe yönelmiş sayılırlar. Türkiye’deki eşcinseller için sınıf, kişinin bedensel görünümünü, cinsiyete tabi hareketleri ve diğer insanlarla nasıl ilişkileneceğini etkileyen yorumlama biçimlerini yöneten arzularla iç içedir.

Günümüz eşcinselliğinin bir diğer mühim tarafı, çeşitli seviyelerde politikaların uygulamalarında zuhur eden devlet kurumlarının ahlak, doğruluk ve değer alemlerine olan müdahaleleridir. Bahsi geçen devlet müdahalelerinin en şiddetlisi zorunlu askerlik hizmetinde tezahür eder (Biricik, 2009; Tarhan, 2008). Yasaya göre, Türkiye vatandaşı olan tüm erkekler, kışlada çeşitli askeri gayelere hizmet etmek gerekçesiyle belirli bir zamanını askerde geçirmek zorundadır. Yalnızca önceden tanımlanmış, olağandışı sağlık durumları olan erkekler askerlik hizmetinden muaftır. Askerlikten diskalifiye edilmenin gerekçelerinden biri, fazlasıyla çağdışı bir terim ile, ’gelişmiş psiko-seksüel rahatsızlık’ olarak tanımlanan eşcinselliktir; böylece bu tekil ’rahatsızlığa’ mensup olduğunu kanıtlayan kişiler askeri hizmetten muaf sayılırlar. Kendi başvurularıyla tıbbi tahkike alınan eşcinseller, askeri personel tarafından gerçekleştirilen tuhaf ve çetrefilli muayenelerin ardından, onları resmi olarak tanınan eşcinseller olarak işaretleyen ve zımnen kamusal alandan dışlayan (Biricik, 2009) ’çürük raporu’ denen tıbbi dokümanı alırlar. Herkes, heteroseksüeller ve gay’ler, çürük raporu alan kimsenin, devlet okullarını da içeren devlet kurumlarında çalışamayacağına ve devlet dışı sektörlerde de dolaşıma giren bu belgenin görünürlüğü yüzünden işverenler tarafından eşcinsel olduklarının bilineceğine ve bu yüzden iş bulamayacaklarına kanidir. Hülasa, Türkiye’de yaşayan gay erkekler iki zorlu strateji arasında yollarını bulmak zorundalar: heteroseksüel olarak görünmek için her gün eziyet çekip uzun, zorunlu askeri hizmetini gizli bir gay olarak tamamlamak veya açılma stratejilerini ve hususi ve profesyonel hayatlarını yerle bir etme potansiyeli olan çürük raporunu almak.

Devletin, özellikle askerlik marifetiyle eşcinsel vatandaşların varlığını kanıtlamasına ve onları her fırsatta etiketlemeye çalışmasına rağmen, yasa onları tanımaz ve heteroseksüel vatandaşların normalde haiz olduğu ve başta evlilik, sivil birliktelik hakları ve emeklilik, miras, sigorta, sosyal güvenlik, ölüm durumunda cesede erişim gibi ortaklık imtiyazlarından hiç birini onlara tanımaz. Hiç bir Türk kanunu sosyal kurumlarda, devlet ofislerinde ve şirketlerde cinsel yönelim ve cinsellik temelli ayrımcılığı yasaklamaz. Hatta Türkiye ayrımcılığı, ailelerin muhafazasını, ailelerinden uzak durmayı yeğleyen bireylerin korunmasından ön planda tutan; konvansiyonel, “geleneksel” ve elbette heteroseksüel aile tanımlarına odaklanıp ailenin alternatif tanımlarına meydan vermeyen; nüfus artışı yanlısı (pro-natalist) politikalar vaaz eden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nı kullanarak, körükler. Eski bakan Aliye Kavaf, 2010’da, eşcinselliğin tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu dahi söyleyebilmiştir. Hemen ardından makamını yitirmesine rağmen, bir çok kişi bu ifadenin devletin eşcinsel cinsel temayülleri olanlara karşı resmi tavrını yansıttığına inanıyor. Devletin menfi tavrına dair ön kabulü destekleyen bir şekilde, HIV/AIDS hala ziyadesiyle bir eşcinsel hastalığı olarak görülüyor; enfeksiyonun önüne geçmek isteyen ve HIV-pozitif bireylerin hayatlarını idame ettirmelerine yardım eden sivil toplum kuruluşları da muhtemelen hem mağdurlar hem de yardım kuruluşları gay diye etiketlendiğinden, devletten yardım alamıyorlar.

2010’larda Sorunlar ve Görünürlükler

Bugün, gay erkekleri, lezbiyenleri, biseksüelleri, varoş ve lubunya bireyleri, transları, ayıları ve çoğunlukla daha genç nesilden olan ve cinsel kimliklerin değişmezliğini değil, kelimenin tam anlamıyla akışkanlığını savunan queer’leri ihtiva eden kentsel Türkiye’de, cinsel azınlıklar çok çeşitlidir (Çakırlar ve Delice, 2012; Özbay, 2010; Özyeğin, 2012; Savcı, 2011). Cinsellik, sosyal sınıf, din, askeri politikalar ve devletin kesişmesiyle ortaya çıkan meselelerin yanı sıra, LGBT ve queer bireylerin gündelik hayatlarında baş etmeleri gereken başka sorunlar vardır. Bu sorunlar arasında, yüzleştikleri öfke ile fiziksel ve sembolik şiddet; toplumsal muhayyilede gay ve trans kimlikler arasında (azalıyor da olsa) süren karmaşa; gay ve trans cinayetleri; siyasetçilerin ve popüler medyanın çekinmeden takınabildikleri homofobik tavır; queer mekanlara erişim sağlamanın güçlüğü ve var olan mekanların düşük fiziksel standartları; queer hayatlara her daim yön veren gizli-saklılık ve güvensizlik; aktif-pasif ayrımına dayalı heteronormatif cinsellik anlayışı; cinsellikler üzerine akademik ve bilimsel yazındaki korku ve tutukluk ile bu “dikenli bölgeye” girme cüretini gösteren araştırmacı ve akademisyenlerin tecrübe ettiği çarpıcı marjinalleştirilme ve dışlanma sayılabilir. Elbette bu sorunlardan bazıları Türkiye’de yaşayanlara mahsus olsa da, cinsel azınlıklar dünyanın farklı köselerinde farklı ayrımcılık ve şiddet biçimlerine muhatap oluyorlar.

Bu sorun ve sınırlara rağmen eşcinsel veya queer aktivizminin ortaya çıkışı ve yükselişinden bahsetmemek olmaz. Kaos GL, Lambda Istanbul ve İzmir Pembe Siyah Üçgen, 1990’lardan başlayarak görünürlük ve saygınlıklarını artırdı. 2000’lerin başından itibaren çeşitli kampüslerde bir araya gelmeye başlayan üniversite öğrencileri homofobi ve heteronormativiteye karşı yürütülen örgütlenmede halen başı çekiyor. İster sağ, ister sol kanattan olsun, Türkiye’de genelde muhafazakar ve dindar olarak tanımlanabilecek politikacılar, geleneksel olarak, eşcinsel siyaset başta olmak üzere cinsellik meselelerinden hep uzak durdular. Mamafih, son birkaç yılda özellikle iki sol parti CHP ve HDP’de küçük ancak cesur değişiklikler gözlemliyoruz. HDP’li bir vekil, anayasa komisyonunda, herkesin hukuk önünde eşitliği gibi genel ifadeler yerine belirgin olarak lezbiyenler, gay erkekler, biseksüeller ve trans bireylerin durumlarının açık bir biçimde ele alındığı yeni bir anayasa arzuladıklarını belirtmişti. Aralarında eski akademisyenlerin de bulunduğu CHP’li bir vekil grubu, LGBT ve queer bireylerin aileleriyle beraber bir basın toplantısı gerçekleştirmiş, cinsel azınlıklar için eşit haklar talep etmişti. Bir diğer CHP’li vekil, bir hapishanenin gay ve trans mahkûmların yattığı bölüme ziyarette bulunmuş ve onlarla talepleri hakkında bir görüşme yapmıştı. Yukarıda saydıklarım küçük fakat uzun vadede cinsel olarak eşit vatandaşlık ve demokratik kimlik sahibi olma ve temsil hedefleri yolunda sembolik olarak hatırı sayılır, fevkalade anlamlı eylemlerdir.

Son zamanlarda, queer sanatsal üretim ve temsil biçimlerinde de adeta bir patlama yaşanıyor. Aralarında Perihan Mağden (2006, 2012), Duygu Asena (2006) ve Elif Şafak (2007) çok satan romancılar olduğu kadar Niyazi Zorlu (2003) ve Mehmet Murat Somer (2008, 2009) gibi kimi bağımsız edebi figürleri de barındıran yazarların başarılı eserleri; ya da Kutluğ Ataman’ın Mağden’in kitabından uyarlanan ve Türkiye’nin popüler kültüründeki ilk modern lezbiyen film olarak anılan İki Genç Kız (2005) hemen akıllara gelebilir. Ulusalaşırı ölçekte beğeni kazanan ve queer çevrelerde olduğu kadar heteroseksüel kamuda da faydalı tartışmalara kapı açan, belgesel film yönetmeni ve akademisyen Can Candan’ın Benim Çocuğum (2013) adlı eseri de bu mütevazi patlamanın iyi bir örneklerinden biri.

Türkiye’de queer görünürlüğü söz konusu olduğunda en büyük hadise elbette Beyoğlu’nda 2001 yılından beri düzenlenen Onur Yürüyüşü kutlamalarıdır. Queer ve heteroseksüel, kadın, erkek ve trans, yaşlı ve genç binlerce kişi, tüm çeşitlilikleriyle, Türkiye’nin geneline kıyasla norm karşıtı kıyafetler ve tavırlarla buluşur, tören ve geçitler hazırlar, kentin diğer bölgelerinde tipik olarak fiziksel tacize ve homofobik tepkiye yol açacak biçimde rol yapar, öpüşür, dans ederler. Seyirciler hayatlarında belli biçimlerde gizlilik olan, baskı ve saklamaktan bitap düşen gay ve lezbiyenlere ilham veren, heteroseksist toplumsal değerleri şehrin göbeğinde açıkça protesto eden, karnaval havasındaki müşterek ruha tanık oluyorlar. Normalde her türlü politik gösteriye karşı çok sert tavır alan polis de bu yürüyüşe katılanlara saldırmaz, queer vatandaşların yürümelerine izin verir ve uzaktan gözleyerek güvenliği sağlar.

Onur yürüyüşünün hemen ardından, queer’ler için külfetli koşullar yeniden başlar. Toplumsal hayatın bir çok cephesinde eşcinsellikler hakkında çok ciddi tabular varlığını koruyor. Mesela spor, özellikle futbol, bu alanlardan biri. Bir çok taraftar grubunun açık desteğine rağmen Türkiye’nin ilk açık gay hakeminin ulusal federasyon tarafından maçlara atanmasının engellenmesi manidar (Karakaş ve Çakır 2013). Yasama, ilahiyat çevreleri ve bürokratik elitler queer üyelere açıkça değil, daha ziyade pasif bir şekilde ve zımnen karşılar. Yüksek öğretimde de işler -var olan veya müstakbel queer akademisyenlere karşı açık bir dışlama olmasa da- müphem ve pek o kadar kapsayıcı-kucaklayıcı değil. Bir CHP’li belediye başkan danışmanı ve bir belediye meclisi üyesi dışında, yerel ve ulusal düzeyde hiç açık queer politikacı yok. Bir kaç yaşlı oyuncu ve yazar dışında Türkiye’de itibarlı, başarılı, ilham veren ve saygı gören queer rol modeli, halen yok.

Türkiye’deki muhafazakar, mütedeyyin, neoliberal ve kurumsal müşterek bilince hükmeden mantık, queer bireyleri ve eşcinsel eylemleri yasaklar, savar, ayıplar, marjinalleştirir ve kara listeye alır. Devlet ve popüler kültür tarafından güçsüz kılınsalar da queer kişiler ve LGBT toplumsal gruplar hayatta kalmak için mücadele etmeye, kimlikleri ile barışmaya, birleşmeye, toplanmaya ve hasmane toplumsal düzeni heyecanla ve cesaretle değiştirmeye çalışırlar. Küreselleşmenin ve uluslararası akışların dinamiklerinin getirdiği fikir akışı ve ifade hürriyeti Türkiye’de olduğu kadar Orta Doğu’nun tamamında da cinsellik ve mahremiyet alanında bir takım yenilikler ortaya çıkardı (Özbay, 2012). Geçmişte vuku bulmuş queer eylem ve ilişkilerin gizli tabiatı nedeniyle 50 yıl önce eşcinsellikleri yaşamak daha mı kolaydı, bugün daha baskıcı bir toplumda mı yaşıyoruz sorusunu cevaplandırmak oldukça güç. Yine de, rahatlıkla denebilir ki queer ve cinselliklerin daha fazla yer kapladığı bugünün söylemsel çerçevesi cinsellik hakkında daha fazla şeyin konuşulduğu, düşünüldüğü ve bilindiği bir döneme işaret ediyor. Türkiye’deki durum küreselleşen, daha esnek ve özgürleşen akımlarla daha muhafazakar, otoriter ve mütehakkim bir anaforun bileşimini arz eder. Ezcümle, Türkiye’deki eşcinselliklerin nasıl bir izlekte olacağı tam olarak öngörülemez, ama yakın geçmişteki gelişmelerden ve içinde yaşadığımız dünyanın gidişatından açıkça görülebileceği üzere, queer’lerin homofobiye karşı sembolik, toplumsal ve politik mücadelelerin fitili artık ateşlenmiştir.

Boşanırsanız çocuğunuz gey olur !

Gazetelerde bu haftanın homofobi ve transfobisi: Star gazetesinden trans kadınlar ve ‘takma isim’ takıntısı; Önce Vatan gazetesinden ise hayal alemlerinden bir mit, boşanırsanız çocuğunuz maazallah gey olur ya da kötü yola düşer.

Kaos GL, medyayı takip etmeye devam ediyor, matbu basını homofobi, transfobi, nefret söylemi, ötekileştirme, ayrımcılık ve kalıp yargılar penceresinden yeniden okuyor.

25-31 Temmuz tarihleri arasında oltamıza takılan haber ve köşe yazıları şöyle:

Haftanın örnek haberi: Nokta ve Halil İbrahim Dinçdağ’ın hikayesi

Yayın hayatına yeniden başlayan Nokta dergisi bu hafta sayfalarına Halil İbrahim Dinçdağ’ın eşcinsel olduğu için hakemlikten atılmasının hikayesini taşıdı. Pervin Metin’in röportajında Dinçdağ’ın mesleğinden atılmasından günümüze yaşananlar özetleniyor.

Röportajın girişinden, soru cevap kısmına kadar mesele hak temelli bir bakış açısıyla aktarılıyor. Dinçdağ’ın çalışma hakkının gasp edilmesi, hedef gösterilmesi ve nefret sorgulanıyor. Metin, Dinçdağ’ın ifadelerini müdahale etmeden aktarıyor. Özne; kendi hikayesini, kendi dilinden okurlara aktarıyor.

Haftanın transfobisi: ‘Takma isim’ takıntısı

Bu hafta İzmir’de 5 yıl önce, Esra Yaşar, Ayşe Selen Ayla, son olarak da Azra Has’ı birer gün arayla öldüren katil Hamdi Ayrı’nın ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası Yargıtay tarafından onandı. Birçok gazete de bu gelişmeyi sayfalarına taşıdı.

Azra Has’ın trans kadın olması gazete sayfalarında ‘takma isimli’ travesti olarak yer aldı. Her ne kadar çok sayıda gazete benzer ajans haberini kullansa da Star gazetesi bu haftaki medya taramamızda ‘takma isim’ takıntısı ile haftanın transfobik haberi başlığının misafiri oldu.

Gazete, seri katilin öldürdüğü trans olmayan iki kadının fotoğrafını kullanırken Azra Has’ın fotoğrafını kullanmamayı tercih etti. Azra’nın kimlikteki ismini yazan Star, ‘travesti terörü’ haberlerinden dolayı olumsuz bir arka planı olan ‘travesti’ kelimesiyle öldürülen trans kadını tanımladı.

Birçok trans kadın ve erkek doğumlarında kendilerine atanan cinsiyeti ve haliyle o cinsiyete ait ismi reddediyor. Resmî olarak kimliklerindeki ismi değiştirmeseler bile, kullandıkları isim ile anılmayı tercih ediyor. Medya çoğu zaman bu isimleri ‘takma isim’ olarak görüyor. Ancak örneğin Cüneyt Arkın hakkında kimse kimlikteki ismi olan Fahrettin Cüreklibatur diye bahsetmiyor. Habercinin etik olarak habere konu olan kişiyi kendini tanımladığı biçimiyle yazmak zorunda olduğunu Star gazetesine ve ‘takma isim’ takıntılı diğer gazetelere hatırlatmak gerekiyor.

Gündelik hayatta, edebiyatta veya akademide sınırları belli olmak koşuluyla ‘travesti’ kavramı kullanılabilir. Ancak haber dilinin daha nesnel olması açısından yıllardır olumsuz imgelerle beslenen ‘travesti’ kelimesi yerine trans kadın tercih edilmeli.

Star gazetesi öldürülen bir trans kadının ardından yaptığı haberle transfobi sınavından sınıfta kalıyor. Bize ise örnek haber olarak KaosGL.org’un konuya ilişkin yaptığı haberi incelemelerini önermek kalıyor.

Haftanın homofobisi: Hakikaten sabrın hududu!

Bu haftanın homofobisi Önce Vatan gazetesinden geliyor. Gazetenin köşe yazarlarından Ferda Akgül gündemin koşturmacasından yorulmuş olsa gerek çok mühim (!) bir konu hakkında yazmış: Boşanmış ailelerin çocukları!

“Sabrın hududu” başlıklı köşenin yazarı Akgül Cem ile Gizem başlıklı yazısında kurgusal iki karakter üzerinden okurlarını uyarıyor: Sakın ha boşanmayın yoksa kızınız kötü yola düşer oğlunuz da eşcinsel olur!

Yeşilçam filmlerine taş çıkartacak bir kurguyla dünyanın en eski klişesini yineliyor Akgül: Eşcinsel olmak için muhakkak başından kötü bir şey geçmiş olmalı, tacize uğramalısın veya birileri seni kandırmalı.

Üzgünüz ama eşcinsellik doğuştan gelen bir yönelimdir. Akgül her ne kadar farklı hayaller kurup senaryolar yazsa da; eşcinseller duygusal/cinsel açıdan hemcinsine ilgi duyan kadın veya erkeklerdir. Eşcinsellik uzun yıllar boyunca bilim çevreleri de dahil olmak üzere çeşitli gruplar tarafından bir cinsel kimlik bozukluğu, hastalık, sapıklık gibi olumsuz ifadelerle tanımlandı. 1973 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği Ruhsal Bozuklukların Tanı ve İstatistiksel El Kitabı-IV (DSMIV) ile ve daha sonra 1992 yılında Dünya Sağlık Örgütü de Uluslararası Hastalık Sınıflandırması (ICD) ile eşcinselliğin ruhsal bir bozukluk olmadığı kararını aldı ve bu kavramı hastalık sınıflandırmalarından çıkardı. Türkiye’de de resmi olarak DSM-IV kullanılıyor.

Akgül’ün yazısı “eşcinselliğin mutlaka bir nedeni vardır ve bu neden de bize dayatılan standart mutlu çekirdek ailedeki bir aksaklıktan kaynaklanıyordur” yaklaşımıyla yazılmış bir yazı. Cevap Kaos GL’nin Sık Sorulan Sorular kitapçığından gelsin:

“Mutsuz bir ailede çocukların hepsi neden eşcinsel olmuyor, ya da mutlu bir ailede çocukların hepsi neden heteroseksüel olmuyor? Eşcinselliğin nedeni, iki yüzyılı aşkın bir süredir araştırılıyor. Bir olgunun nedenini merak etme ihtiyacımız, onu değiştirme isteğimizle şekillenir. Eşcinselliğin nedenini bulmaya ilişkin hiçbir araştırma bugün, “eşcinselliğin nedeni budur” diyemiyor. “Heteroseksüelliğin nedenini” değil de “eşcinselliğin nedenini” araştırma çabası, bizim eşcinselliği “normal olmayan, doğal olmayan” bir olgu olarak algıladığımız sonucunu çıkarır.

“Pozitif bilimler, açıklayamadıkları olgular 25 için “çoklu neden” kuramı ile hareket etmektedirler. Yani eşcinselliğin, biseksüelliğin, heteroseksüelliğin nedeni genetik, çevresel, psikolojik vs. olabilir ya da hiç biri olmayabilir. Ancak bizim sorgulamamız gereken, eşcinselliğin nedeni değil, eşcinselliği bir nedene bağlama ihtiyacı duyuyor olmamızdır.

“Eşcinselliğin normal bir yönelim olmadığı, mutlaka kötü bir deneyim sonrasında ortaya çıktığına ilişkin yaygın düşüncenin arkasında, eşcinsel erkek ve kadınların küçükken tecavüze veya tacize uğradığı, bu yüzden eşcinsel olduğuna inanmak yatar. Cinsel yönelimi neyin belirlediği ya da bir şeyin belirleyip belirlemediği bugün için bilinmiyor. Ancak bu alanda yapılan araştırmalar, eşcinselliğin, biseksüelliğin, heteroseksüelliğin nedeni içerisinde taciz ve tecavüz olduğu konusunda bir bilgi vermiyor.”

Sözün özü olmamış sayın Ferda Akgül. Yazdığınız ziyadesiyle dramatik senaryo hiç olmamış. Umarız kurgu ile hakikat arasındaki farka bir ara vakıf olabilirsiniz.

Cinsel davranış, Cinsiyet, cinsel kimlik, cinsel yönelim

Blogger Kırsalda Tıp Okuyan Gey kavramlar hakkında bilgi sahibi olmayan, bilgisini pekiştirmek ve tekrar düşünmek isteyenler için yazdı:

Selam vişne reçelleri. Bu yazıda günümüzdeki en büyük problemlerden biri haline gelen bir sorunu bir çözüme kavuşturmak, toplumumuzun kafasını çok karıştıran cinsiyet ve cinsellik rehberi eksikliğini gidermek istedim. Sizlere çok kapsamlı ve oldukça net örnekler içeren, ve eğer dikkatli okursanız, neredeyse her durumda kafa karışıklığınızı giderecek bir cinsiyet ve cinsellik rehberi hazırladım.

Başlığın çok veciz bir şekilde özetlediği gibi problem aslında bizim ne olduğumuz. Bizim cinsiyetimiz ne? Cinsel kimliğimiz ne? Yönelim ne? Homoseksüellik, eşcinsellik, heteroseksüellik, gey, lezbiyen, transeksüel, biseksüel, interseks nedir? Bu soruların cevabını bilmediğimiz için LGBTİ bireyleri tanırken ve tanıtırken çok büyük sorunlar yaşıyoruz.

Bu yüzden neden bu sorunu yaşadığımıza değinmek ve hemen çözüme geçmek istiyorum. Sorun aslında cinselliğin ilk incelenmeye başladığı zamanın 1800’ler, literatürün oluşturulmaya başladığı zamanın ise 1900’ler olmasına dayanıyor. Her ikisi de karanlık zamanlardı, özellikle de seks açısından. Bunu daha sonra genişleteceğim.

Terimlerin Türkçe ve İngilizcesi’yle ilgili önemli not:

cinsiyet=sex, cinsiyet kimliği = sexual identitiy,
cinsel yönelim = sexual orientation, cinsel davranış = sexual behaviour

İngilizce’de “sex” kelimesinin iki anlamı vardır. Birincisi Türkçe’deki seks eylemi, ikincisi ise ‘cinsiyet’. What is your sex? sorusuna ‘erkek (male)’ ya da ‘dişi (female)’ olarak cevap verirsiniz.

Sexual kelimesi sex’ten türetilmiştir, ve orijinal anlamı ‘seksle, cinsellikle ilgili olan’ demektir. Tek başına sexual kelimesini kullandığınızda cinsellikle ilgili konuşursunuz. Fakat bugün akademide, diğer kelimelerin başına ya da sonuna getirerek kullandığımız ve yeni bir kelime ya da bir tamlama oluşturan sexual kelimesi ‘hem seks hem duygusallık ve romantizmle ilgili’ anlamında kullanılmaktadır. Örn: heterosexual, sexual kelimesi eklenerek oluşturulmuş yeni bir kelimedir, ve sexual başka kelimelere eklendiğinde anlamı genişlediği için, heteosexual dediğimizde ‘hem cinsel hem de romantik anlamda’ demiş oluyoruz.

Oryantasyon, İngilizce “orientation” kelimesinin Türkçe’de yeniden oluşturulmasıyla elde edilen hibrit bir kelimedir. Kökeni Türkçe değildir, anlamı “yönelim”dir.

Toplamda 4 başlığımız var:

Cinsiyet: 2 tanedir: erkek, kadın ve interseks (3. olarak yeni eklendi)

Cinsiyet kimliği: 2 şekilde olabilir: erkek gibi hissetme, kadın gibi hissetme

Cinsel oryantasyon (yönelim): 3 tanedir: cinsel ve romantik anlamda erkekten hoşlanma, kadındandan hoşlanma, hem erkekten hem de kadından hoşlanma

Cinsel davranış: 2 şekilde olabilir: olduğu gibi, rol yaparak

Cinsiyet: Cinsiyet sizin bedeninize ait bir terimdir. Cinsiyet olarak ya erkeksiniz, ya da kadınsınızdır. Bu sizin biyolojik cinsiyetinizdir, ve özel tıbbi durumlar dışında, eğer sağlıklı bir üreme sistemiyle doğduysanız, erkek ve kadının arası olamaz. Biyolojik cinsiyetinizi kromozomlarınız belirler, ya erkek ya kadındır, ve sadece sizin bedeninizi belirtir, başka hiçbir şey söylemez. Bedeniniz erkeğe benzese bile kromozomlarınıza göre siz erkek ya da kadınsınızdır. Erkek XY cinsiyet kromozomlarına sahipken, kadında bu XX’tir.

Son yıllarda özel tıbbi durumlar nedeniyle kromozomları ve bedenleri erkek ya da kadına uymayan insanlar için İntersex terimi getirildi. İntersex bir cinsiyettir. Kromozomu XX ya da XY olmayan, XXY gibi farklı dizilişlere sahip olan, ve/veya kromozomları normal olsa da bedenleri ve üreme sistemleri tam olarak erkek ya da kadın üreme sistemi olmayan bireyler İntersex’tir. LGBTİ’deki beşinci harf İ bunu, İntersex olmayı temsil eder. İntersex, transeksüellikle aynı şey değildir. İntersex olmak, transeksüelliğin aksine kişinin nasıl hissetiğiyle değil, “nasıl olduğuyla” alakalıdır. Bedensel ve biyolojik bir durumdur. İntersex, LGBTİ’de temsil edilen tek biyolojik (doğuştan) cinsiyettir.

Cinsiyet kimliği: Biyolojik cinsiyetin bir de kimliği vardır. Toplumda erkek biyolojik cinsiyeti olan bir bireyden “erkek” gibi davranması ve yaşaması, kadın biyolojik cinsiyeti olan bireyden de “kadın” gibi davranması ve yaşaması beklenir. Toplumdan topluma bu beklentiler bazen büyük değişiklik gösterse de, genel algı aşağı yukarı aynıdır. Fakat bu algı zaman geçtikçe sürekli küçük değişikliklere uğramaktadır.

Eğer erkek cinsiyet kromozomlarına ve bunun doğal sonucu olarak erkek bedenine ve karakteristiklerine sahip olan bir birey, erkek olduğu gerçeğiyle mutluysa, bu bireyin cinsel kimliği de erkektir.

Eğer dişi cinsiyet kromozomlarına ve bunun doğal sonucu olarak dişi bedenine ve karakteristiklerine sahip olan bir birey, kadın olduğu gerçeğiyle mutluysa, bu bireyin cinsel kimliği de kadındır.

Bazen insanlar biyolojik bedenlerinden ve bu biyolojik bedenlere toplumun yüklediği anlam, beklenti ve sorumluluklardan memnun olmazlar. Bir erkek bedenine sahip, ancak kadın bedenine sahip olmak isteyen bireyler olabilir. Ya da kadın bedeniyle mutlu olmayan, ve toplumun “erkek” olarak belirlediği şeye kendisini daha yakın hisseden bireyler olabilir. Sonuçta bu bireyler bir operasyon geçirerek bedenlerini karşı cinsiyetin bedenine dönüştürdüklerinde, biz bu bireylere transeksüel diyoruz. Yani kadın olarak doğup, bir operasyon geçirerek erkek olmuş bireylere, ya da tam tersi durumu yaşayanlara… Bu bireylerin durumu cinsel kimlik kargaşası, ya da ne istediklerinden eminseler o zaman da cinsel kimlik memnuniyetsizliği olarak açıklanır.

ANAHTAR: Transeksüel bireyin cinsiyeti (biyolojik) ve cinsel kimliği aynı değildir. Erkek cinsiyete sahiptir fakat erkek olduğunu hissetmiyor, kadın olduğunu hissediyordur, yani cinsel kimliği kadındır. Kadın cinsiyete sahiptir fakat kadın olduğunu hissetmiyordur, erkek olduğunu hissediyordur, yani cinsel kimliği erkektir.

İşte transeksüellik bir geçiş/dönüşme durumudur ve sonuçta siz transeksüel olmazsınız, erkek ya da kadın olursunuz. Transeksüellik sadece sizin bir değişim geçirdiğinizi, bir başlangıcınız ve bir sonunuz olduğunu, bir değişimi arzuladığınızı ve bunu gerçeğe dönüştürdüğünüzü anlatır. Transeksüel bireylerin cinsiyeti, ya kadındır ya da erkektir.

Transeksüellik bir cinsiyet değildir, başarıya ulaşmış bir değişimi temsil eder, ve tamamen kişinin “nasıl hissettiğiyle” yani cinsel kimliğiyle ilgilidir.

Bir erkekseniz ve bir kadın gibi hissediyorsanız, o zaman sizin biyolojik cinsiyetiniz erkektir, fakat cinsel kimliğiniz kadındır. Bir değişim geçirme ihtiyacınızın olup olmadığı ise tamamen size ve arzunuza bağlıdır.

Kendisini erkek olarak hisseden bir kadın, bu değişimi henüz tamamlamadıysa ona “transeksüelite eğilimli kadın” diyoruz. Değişimi tamamladığında ise cinsiyeti bir erkek olacaktır ve gerçidiği, başarıya ulaşan değişimi Transeksüel terimi temsil edecektir.

NOT: Değişimini tamamlamış bir transeksüel birey, dönüşmek istediği cinsiyetin dış üreme organlarına sahip olur. Bir kadın, operasyon geçirerek erkek olduğunda ona penis nakli yapılır ve bedenini genel olrak erkek bedenine benzetmek için farklı ve oldukça fazla sayıda prosedürlerden geçer. Fakat iç erkek üreme organlarına (testis, prostat gibi) sahip olamaz. Bugünkü tıp imkanlarıyla bu mümkün değildir. Bu yüzden henüz erkek olmuş bu kadın birey, infertil olacaktır ve çocuk sahibi olamayacaktır. Aynı şey kadın olmak için operasyon geçiren erkek bireye de yapılır. Bu erkeğin penisi cerrahi olarak çıkarılır ve penisten elde edilen malzemeyle bu bireye bir dişi dış üreme organı, yani vajina yapılır. Ancak dişi iç üreme organlarına (over, gibi) sahip olamayacağı için infertildir. Bazı özel durumlarda erkeğin testisleri kendi isteğine bağlı olarak çıkarılmayabilir. Bu durumda tam transeksüellik söz konusu değildir. Bu bireylerin nasıl üreyebilecekleri ile ilgili farklı seçeneklerle araştırma yapmak gerekir.

Cinsel yönelim: Cinsel yönelim sizin kimden hoşlandığınız sorusunun cevabıyla belirlenir. Hoşlanmaktan kasıt: cinsel, duygusal, romantik anlamdadır ve sadece seksi içine almaz, aynı zamanda aşk, sevgi, tutku da buna dahil edilir. Sadece bir cinsiyetle cinsel ilişkiden zevk almak sizin cinsel yönelimizi belirlemez, duygusal ve romantik ilgi de yöneliminizin ne olduğunu belirlemek için şarttır.

Cinsel yönelim dediğimiz şey 3 ana başlıkta toplanır: Heteroseksüel, Homoseksüel, Biseksüel.

Peki madem hem aşk hem de seks, o zaman neden bu terimlerin hepsi de seks? “Seks” kelimesine takılmayın. İşte en başta bilimin karanlık çağlarıyla ilgili bahsettiğim problem buydu. Aslında cinsel yönelim dediğiniz şey, sizin hayatınız boyunca ‘her anlamda ilgi’ duyduğunuz kişinin cinsiyetiyle belirlenir.

İlgi 2 şekildedir. Cinsel ilgi ve romantik ilgi.
Cinsel ilgi: cinsellik (seks) ve türevi azruları içerir.
Romantik ilgi: duygusal bağ, bağlanma, aşk, sevgi vs.
Bir cinsiyete ilgi dediğimiz zaman ikisini de alıyoruz. Eğer sadece birisini alacaksak özel olarak cinsel mi romantik mi belirtmeliyiz.

Karşı cinse “ilgi” dediğimiz şeyin içerisine sadece seks değil, “romantizme dahil olan duygusal ilişki, aşk, tutku, bağlanma ve romantik eylemler olan el ele tutuşmak, sarılıp uyumak da” girer. Ama yıllar önce yapılan ilk bilimsel çalışmalarda bilim adamları önce seksi ele aldılar. Seks üzerine yapılan çalışmalarda terimlere de haliyle “…seksüel” eki getirdiler. Daha sonra çalışmalar genişletildiğinde bilim adamları bu terimleri değiştirme ihtiyacı hissetmediler, bu yüzden biz de bu terimlerle kaldık. Her ne kadar hepsi de “seks” ile bitse de, sözlük anlamları hem seksi hem de romantizmi içine alır.

ÖNEMLİ NOT: Terimin “…sexual olması”, örneğin heteroseksüel, bu terimin sadece cinsel yaşamı, seksi kast ettiği anlamına gelmiyor. Aksine, biz “…seksüel” desek de (homoseksüel, heteroseksüel, biseksüel), aslında hem cinsel yaşamı hem de duygusal ve romantik yaşamı kast ediyoruz. “…sexual” olan neredeyse tüm terimler için bu kural geçerlidir. Bu terimler büyük ihtimalle asla değiştirilmeyecek. O yüzden eşcinsellikten bahsederken “sexual/seksüel” dediğimiz anda, hem cinselliğin hem de romantizmin kast edildiğini anlamanız, öğrenmeniz ve kabul etmeniz, bir de buna alışmanız gerekli. Bunu yapmazsanız kafa karışıklığınız asla geçmeyecek.

Heteroseksüel: karşı cinsiyetteki bireylere cinsel ve romantik anlamda ilgi duymak (kadın olup erkeğe ilgi duymak, erkek olup kadına ilgi duymak)

Homoseksüel: aynı cinsiyetteki bireylere cinsel ve romantik anlamda ilgi duymak (erkek olup erkeğe ilgi duymak, kadın olup kadına ilgi duymak). Homoseksüel ve eşcinsel kelimeleri eş anlamlıdır.

Biseksüel: hem aynı hem de karşı cinsiyetteki bireylere cinsel ve romantik anlamda ilgi duymak (kadın olup hem erkeklere hem de kadınlara ilgi duymak)

Heteroseksüel ve Biseksüel ana başlıklarının alt başlığı yoktur.

Homoseksüel ana başlığının ise 2 alt başlığı vardır: Gey ve Lezbiyen. Bu ikisine birlikte eşcinsel de diyoruz. Homoseksüelle eş anlamlı bir başlık olduğunu söylemiştik. Yani homoseksüellik ve eşcinsellik, gey ve lezbiyen bireyleri bir arada temsil eder, ikisini de içine alır. Erkekseniz ve homoseksüelseniz gey, kadınsanız ve homoseksüelseniz lezbiyen olursunuz.

Gey: erkek olup erkeğe cinsel ve romantik anlamda ilgi duyan homoseksüel birey.

Lezbiyen: kadın olup kadına cinsel ve romantik anlamda ilgi duyan homoseksüel birey.

Eğer farklı şeylerden hoşlanıyorsanız, sizin cinsel yöneliminizi belirleyen şey ağır basan taraftır. Ağır basan tarafı ise “romantizm” belirler. Örneğin:

Ben hayatım boyunca kadınlarla ilişkiye girdim ve keyif aldım. Ama ayrıca erkeklerle cinsel ilişkiden de hoşlanıyorum ama duygusal olarak sadece kadınlara ilgi duyuyorum –> o zaman siz, erkeklerle cinsel ilişkiye girmekten de keyif alabilen bir heteroseksüelsiniz.

Ben kadınlarla cinsel ilişkiye girdiğimde de keyif alabiliyorum ama sabah uyanınca görmek istediğim kişi bir erkek –> bu durumda siz kadınlarla cinsel ilişkiye girmekten rahatsız olmayan bir eşcinselsiniz (gey).

Bu söz konusu iki kişi hem kadınlarla hem de erkeklerle cinsel ilişkiye girebildiği için biseksüel olmuyorlar. Çünkü biseksüelliğin tanımını hatırlarsak: Hem aynı hem de karşı cinsiyetteki bireylere cinsel ve romantik anlamda ilgi duymak.

Sonuç olarak sizin cinsel yöneliminizi, “yapabilirliğiniz” değil, “yapmak isteğiniz” belirler. Bir cinsiyetle ilişkiye girip bundan keyif almayı başarmak, sizi heteroseksüel ya da homoseksüel yapmaz.

(Yukarıdaki problemi başka bir yazıda detaylı olarak inceliyoruz. Şimdilik iki örnek yeterli.)

SONUÇ: Lezbiyenseniz, cinsiyetiniz bir kadın demektir ve siz, diğer kadınlarla cinsel ilişkiye girmekten zevk alıyor, diğer kadınlara aşık olabiliyor ve/veya hayatınızı bir kadınla/kadınlarla birleştirmek istiyorsunuz demektir. Gey için bir önceki cümledeki kadının yerine erkek koyun, biseksüel için de aynı cümledeki kadın yerine “hem kadın hem erkek” koyun ve cümleyi bu şekilde okuyun. Yani anahtar sadece seks değildir. Sizin bir lezbiyen olabilmeniz için, kadınlarla cinsel ilişkiden keyif almanız yeterli değil. Aynı zamanda kadınlarla romantik ilişkiye girmekten de hoşlanmanız gerekir.

NOT: Karşınıza çıkan her insandan hem cinsel hem de romantik anlamda hoşlanmanız imkansız olabilir. Bir erkekten ya da bir kadından sadece cinsel anlamda hoşlanmanız, sizin yöneliminizi değiştirmez. Önemli olan genel olarak o cinsiyetteki bireylere, şartlar sizin için uygun olduğunda, cinsel ve romantik ilgi duyabilmenizdir. Hayatınız boyunca bir bireye karşı bile cinsel + romantik ilgi duyabildiyseniz, ya da cinsiyeti aynı olan iki bireyden birine cinsel, diğerine romantik ilgi duyduysanız sizin yöneliminiz yine belirlenmiştir.

Soru: Cinsel yönelimimiz nasıl belirlenir?

Bu konu üzerinde uzun yıllardır araştırmalar yapılmaktadır. Her geçen daha çok bilgi eklense de, ulaşılabilen kesin bir sonuç henüz yoktur. Fakat konuyla ilgilenen bilim adalarının sunduğu popüler ve modern teroilerden biri, sizin cinsel yöneliminizi hem genetik bilginizin, hem de çevrsel etmenlerinizin belirlediğidir.

Soru: Cinsel yönelim değişebilir mi? Kendimi bir anda heteroseksüel ya da homoseksüel olmuş halde bulabilir miyim?

Evet. Ama bu evet ikinci soru için. Kendinizi daha önce olmadığınız halde bir anda heteroseksüel, homoseksüel ya da biseksüel bulabilirsiniz. Ancak bu cinsel yönelimizin değiştiği anlamına gelmez. Birincisi, siz en baştan beri cinsel yöneliminizi yanlış biliyor olabilirsiniz. Doğru zaman ve doğru kişi bir araya gelince gerçek cinsel yöneliminizi keşfetmiş olabilirsiniz. İkincisi ise, siz zaten biseksüelsinizdir, fakat bunu yaşamınız boyunca bilmemişsinizdir. Bir gün bir erkeğe, ya da bir kadına aşık olduğunuz zaman, heteroseksüelliğiniz yerine gerçekteki cinsel yöneliminiz olan biseksüellik gelmiş olur.

Evet. Bu da ilk soru için. Şu anda cinsel yönelimin değişebilirliği üzerine yapılan araştırmalar çok kısıtlı ve henüz elle tutulur bir bilgi ortaya koyamıyoruz. Bunun bir nedeni de bu araştırmaların büyük çoğunlukla denek ya da katılımcıların sözlerine güvenmek zorunda kalınarak hazırlanmış olması. Gelecekte yapılan araştırmalar belki de cinsel yönelimin değişebilir olduğunu ortaya çıkacaktır. Kim bilir, belki de cinsel yönelim %100 oranında genlerimiz tarafından belirleniyordur ve bu genlerin ifadesi yıllar içinde değiştiğinde, bizim de cinsel yönelimimiz değişebiliyordur. Gen ifadesinin değişikliği iyi bilinen ve vücudumuzun her yanında her saniye milyonlarca kez gerçekleştirilen bir eylemdir.

Soru: Ben heteroseksüelim, bir erkekle ilişkiye girince gey olur muyum?

Kadınlarla cinsel ilişkiye girmekten keyif alıyor ve onlara romantik ilgi duyuyor musunuz? İkisine de cevabınız evet ise ya heteroseksüelsiniz ya da henüz açığa çıkmamış bir biseksüelsiniz demektir.

Kadınlarla sadece cinsel ilişkiden zevk alıyorsanız, onlara romantik ilgi duyamıyorsanız, bu durumda gey olabilirsiniz ve henüz bilmiyor olabilirsiniz.

Bahsettiğiniz erkekle girdiğiniz ilişkiden keyif aldınız mı?
Cevabınız evetse ya biseksüel ya da gey olabilirsiniz. Bu durumda zaman içerisinde diğer erkeklere karşı romantik ilgi duyup duyamadığınızı gözlemlemeniz gerek. Kadınlara romantik ilgi duyan bir bireyseniz, ve eğer ileride ilişkiye girdiğinz/gireceğiniz bir erkeğe, ya da ilişkiye girdiğinizi söylediğiniz söz konusu erkeğe karşı romantik ilgi duyduysanız/duyarsanız, zaten en baştan beri biseksüelmişsiniz demektir.

Kadınlara romantik ilgi duyamıyorsanız, ve ve eğer ileride ilişkiye girdiğiniz/gireceğiniz bir erkeğe, ya da ilişkiye girdiğinizi söylediğiniz söz konusu erkeğe karşı romantik ilgi duyduysanız/duyarsanız zaten en baştan beri geymişsiniz demektir.

Kadınlara romantik ilgi duyuyorsanız ve eğer ileride ilişkiye girdiğiniz/gireceğiniz bir erkeğe, ya da ilişkiye girdiğinizi söylediğiniz söz konusu erkeğe karşı romantik ilgi duymadıysanız/duymazsanız heteroseksüeldiniz, heteroseksüelsiniz ve heteroseksüel olacaksınız demektir.

Bir erkekle yattığınız için biseksüel ya da gey olmadınız, o erkekle yattığınızda biseksüel ya da gey olduğunuzu fark ettiniz demektir. Eğer sadece cinsellikten keyif aldıysanız, fakat bir erkeğe asla bir kadına hissettiğiniz hisleri besleyemeyeceğinizi biliyorsanız, o zaman siz halen heteroseksüelsiniz demektir. Heteroseksüelliğinizden bir şey kabetmediniz ya da ona bir şey eklemediniz. Basitçe, erkeklerle ilişkiye girmekten de keyif alabilen bir heteroseksüelsiniz.

Yukarıda bahsedilen soruların hepsi de çok sık sorulan sorular olsa da, aslında genelde istisnai durumları temsil ederler. Birçok insan cinsel yönelimini henüz ergenliğe adım atmamışken dahi biliyor olur.

Bazı istisnai durumlarda insanlardan çevrelerinden de etkilener seks ve romantizm kavramlarının ne olduğunu tam olarak anlamamış olabilir, ve küçüklüğünden beri kafasına yanlış anlamlarla ve yanlış deneyimlerle yerleşmiş bu terimlerin gerçekte ne ifade ettiklerini ileri yaşlarda öğrenebilirler. Seksin ve romantizmin gerçekte ne olduğunu, seks ve romantizmin kendileri için nasıl olması gerektiğini ileri yaşlarda anlayan insanlar olabilir. Örneğin hayatı boyunca kadınlara aşık olduğunu sanabilir, ve bir gün bir erkeğe aşık olduğunda aşkın aslında ne olması gerektiğini ya da kendisi için ne ifade etmesi gerektiğini keşfedebilir. Bu durumda hayatı boyunca kadınlara karşı hissettiği şeyin aslında romantik ilgi olmadığını fark edecektir. Bu insanlar cinsel yönelim değişmesinin en dramatik örnekleridir. Aslında en baştan beri ait oldukları cinsel yönelimi hiç fark edemedikleri için hayatlarını yanlış bir şekilde yaşamış olacaklardır. Ve sonuçta gerçekleşen şey aslında cinsel yönelimin değişmesi değil, yanlış bildikleri cinsel yönelimlerinin doğrusunu keşfetmeleri olacaktır. Aynı şey hayatı boyunca erkeklere aşık olabildiğini zanneden bir geyin, gerçekte heteroseksüel olması durumu da olabilir. Bu bireylerin örnekleriyle de sıklıkla karşılaşıyoruz.

Yukarıdaki tüm örneklerden anlayabileceğiniz gibi, bir cinsiyetle gerçekleştirilen seks eyleminden keyif almak sizin cinsel yöneliminizi belirlemez ya da bunu değiştirmez. Cinsel yöneliminizi son ve kesin haliyle belirleyen şey, ya da cinsel yöneliminizin değiştiğine son olarak karar verecek şey romantik ilgi’dir.

Neden böyle? Neden iki cinsiyetle de cinsel ilişkiden keyif aldığımızda yönelimimizi bu belirlemiyor da romantik ilgimiz belirliyor?

Bu soru için imdadımıza biseksüeller yetişecek. Bu soruya cevap niyetinde verilecek en dramatik örnek, cezaevine girdikten sonra tatmin etme fırsatını bulamadığı cinsel açlığını koğuş arkadaşlarıyla ilişkiye girerek giderebilen heteroseksüel bir erkektir. Bu erkek diğer erkeklerle girdiği ilişkiden zevk alabildiğini, erkek bedeninin ona keyif verebildiğini keşfedecektir. Fakat birçok durumda olduğu gibi bu erkek ne ceza süresi boyunca ne de hayatının kalanı boyunca erkeklere romantik anlamda ilgi duyabilecektir. İşte tam da bu yüzden cezaevinden çıktıktan sonra büyük ihtimalle hayatının kalanını kadınlarla geçirecektir. Belki ara sıra cezaevinde keşfettiği bu yeni deneyimi yeniden yaşamak için erkeklerle olacak, ancak döndüğü kişi, yatağında yanında uyumasını istediği kişi, sabah uyandığında görmek istediği kişi ve daha da önemlisi “seni seviyorum” diyebileceği, ya da başka şekillerde aşkını dile getirmek isteyeceği kişi her zaman bir kadın olacaktır. Ve erkek ve kadın partner arasında bir seçim yapması istense, hiç düşünmeden bir kadını seçecektir. Bu, tam olarak onu heteroseksüel yapan şey olacaktır. Biseksüel dediğimiz bireyin bahsettiğimiz bu heteroseksüel erkekten kayda değer bir şekilde farklı olduğunu anlayabiliyorsanız, o zaman neden sorumuzun cevabını da almışız demektir. Biseksüel bireylerin tek tek her biri de yukarıda örneği verilen heteroseksüel erkekten çok farklı olduklarını, birçok durumda aralarında hiçbir benzerlik olmadıklarını söyleyeceklerdir.

Yukarıdaki örneğin biyolojik açıklamasını evrim teorisi rahatlıkla verir. İlk insanları cinsel ilişkiye ve üremeye teşvik etmek için bu insanların (ve halen bizim de) üreme sistemleri(miz) gereğinden çok daha fazla uyarılabilir durumda(ydı). Ve bazen/çoğu zaman cinsel organlarımız ve cinsel algılarımız gelen uyarılar üzerinde seçicilik yapmıyor, yapmak istemiyor ya da yapamıyor. Normalde cinsel uyarıları seçmenizi ve değerlendirmenizi sağlayan şey beyninizin cinsel yönelimle ilgili olan kısmıdır. (Eğer heteroseksüelsiniz, güzel bulduğunuz bir kadın gördüğünüzde sizi uyaran, yakışıklı bir erkek gördünüzde ise sizi uyarmayan merkez burasıdır). Fakat bu kısım aynı zamanda insanları üremeye teşvik etmek için cinsel aktiviteyi keyfe dönüştüren, ve cinsel aktiviteyi ve uyarımını gerek olandan çok çok üst düzeylere çıkaran kısımdır. Bazen sinyalleri ayırt edemeyebilir, etmeyebilir. Ya da inisiyatif alarak sinyalleri ayırt etmemeye, ayırt etse bile yine de sizi uyarmaya karar verebilir. Bu merkezin sinyalleri ayırt edemediği durumlardan birine örnek olarak uyuyan bir erkeğin penisi oral yolla uyarıldığında, penisinin erekte olduğu, hatta devam edilirse orgazm olacağı gerçeği verilebilir. Üreme işini şansa bırakmamak ve insan neslinin tükenmesini önlemek için bu kadar abartılı ve üst düzeylerde önlem alan üreme sistemimizin bir sonucu olarak, aslında cinsel hayatımız ne laboratuar ortamında ne de doğada standardize edilemez. Çoğu zaman cinselliğimiz spontandır. En basitinden hiç beklemediğimiz anlarda ereksiyon olan penislerimiz ya da ıslanan vajinalarımız bu spontanlığa örnektir. Sıklıkla rastgele olan, davranan ve uyarılan, bazen sinyalleri ayırt etmeyen, edemeyen, bilerek etmemeye karar veren, ya da sizin bilincinizle çarpışan, ya da sizin bilincinizin çarpıştığı bir cinsellik merkezimiz varken, bu merkezin çoğu zaman cinsel yönelime göre hareket etmesi beklenen şey olsa da, tek başına cinsel yönelimi belirlemesi imkansızdır ve kabul edilemez.

Bir ikinci neden ise üreme organlarımız kan akışına oldukça bağımlı, çok hassas organlarımızdır. Bu oranların ölmesini engellemek için ne olur ne olmaz mantığıyla beynimiz sık sık bize danışmadan bu organlara kan akışı başlatır. Hiç beklemediğimiz yerlerde ereksiyon olmamızın ya da ıslanmamızın ikinci nedeni de budur. Bu kadar hassas, beklenmedik, rastgele olabilen, beklemediğimiz anlarda beklemediğimiz tepkileri verebilen, hiç beklemediğimiz insanlardan ya da düşüncelerden uyarılabilen bir cinsellik sistemimiz varken, yönelimlerimizi belirleme işini ona nasıl bırakabiliriz, nasıl güvenebiliriz? şeklinde düşünebilirsiniz. Bu durumda da ağır yükü üstlenecek olan cinselliğe göre çok daha stabil ve kararlı olan romantik tarafımızdır.

LGBTİ’nin ilk 3 harfi yukarıda saydıklarımızdan iki alt başlığı ve bir ana başlığı temsil eder: Lezbiyen, Gey, Biseksüel. LGBTİ’nin dördüncü harfi T, Transeksüel için durur.

Cinsel davranış: Cinsel davranış cinsiyetten, cinsel kimlikten ve cinsel yönelimden ayrı olarak incelenir ve tüm bu başlıkların doğal ya da tercih edilen sonucu olan eylemdir. Eğer cinsel davranışınız tüm bu sayılan başlıkların beklenen sonucuysa, ‘olduğunuz gibi cinsel davranış’, beklenmeyen bir sonucuysa ‘rol yapan cinsel davranış’ olacaktır. Cinsel davranış tamamen seks sırasında büründüğünüz bir rol olup olmadığıyla ilgilidir.

Eğer:

Cinsiyetiniz erkek, cinsel kimliğiniz erkek, ve cinsel ilişki sırasında erkek kimliğiniz ve bedeniniz ile, ve bu bedenin algısı ile mutluysanız, buna “olduğunuz gibi cinsel ilişkiye girme” diyoruz. Bu söz konusu erkek erkeklerden hoşlanıyorsa gey, kadınlardan hoşlanıyorsa heteroseksüel olacaktır. Fakat iki durumda da bu erkek olduğu gibi, yani erkeklerden hoşlanan homoseksüel bir erkek olarak, ya da kadınlardan hoşlanan heteroseksüel bir erkek olarak cinsel ilişkiye giriyordur, ve bu kişinin cinsel davranışı: olduğu gibi’dir.

Eğer bir kadınsanız, ve cinsel ilişki sırasında kadın kimliğiniz ve bedeniniz ile, ve bu bedenin algısı ile mutluysanız, buna da kadınlar için “olduğu gibi cinsel ilişkiye girme” diyoruz. Bu kadın da homoseksüel, heteroseksül, ya da biseksüel olabilir. Önemli olan cinsel ilişki sırasında kadın olduğu gerçeğiyle mutlu olmasıdır.

Yukarıdaki erkek ve kadın, gün içinde zaten oldukları gibi mutludurlar. Onların cinsel davranışını “olduğu gibi” yapan şey, cinsel ilişki sırasında oldukları kişiden duydukları memnuniyettir. Yani cinsel davranış sizin cinsel ilişki sırasında kendi algınızla mutlu olup olmadığınıza bağlıdır.

Eğer bir erkekseniz, fakat cinsel ilişki sırasında kadınsı davranmayı, kadınsı bir ruha ve hallere ve görünüme bürünmeyi seviyorsanız, bu size özel bir cinsel davranıştır ve buna “rol yapma hali” diyoruz.

Eğer bir kadınsanız, fakat cinsel ilişki sırasında erkeksi davranmayı, erkeksi bir ruha ve hallere ve görünüme bürünmeyi seviyorsanız, bu size özel bir cinsel davranıştır ve buna “rol yapma hali” diyoruz.

Bu transeksüellikle karıştırılmamalıdır. Transeksüellikte sahip olunan bedenden ve cinsiyetten sürekli bir mutsuzluk söz konusu. “Rol yapan” cinsel davranış türünde ise sadece cinsel ilişki sırasında karşı cinsiyete benzer hareket, haller ve görünüm içerisine girme söz konusudur. Bazen “sadece cinsel ilişki sırasında sahip olduğu cinsiyet ve bunun sonucu olan bedenden memnuniyetsizlik” olarak da adlandırılabilir, bazense herhangi bir memnuniyetsizlik söz konusu değildir ve basitçe istek ve arzu vardır.

Bu “rol yapan” cinsel davranışa bir örnek verebilir miyiz? Elbette, buna en güzel örnek travestiliktir:

İstisnai bir kafa karışıklığı: Travesti nedir?
Travesti ve transeksüel aynı terimler değildir, eş anlamlı da değillerdir. Transeksüelliğin tanımını yukarıda yaptık ve dedik ki, “cinsiyeti ve cinsel kimliği birbiriyle uyuşmayan birey”dir.

Travestilik çoğunlukla bir cinsel davranış çeşididir, ve bireyin seks hayatıyla ilgilidir.
Bazense travestilik gün içinde girilen bir haldir, o zaman travestilik yaşam biçimi olur.
Ancak bazı travestilik durumlarında birey, travestiliği hem cinsel yaşamında hem de günlük yaşamında kullanır. Bu durumda bu bireyin travestiliği hem cinsel davranış, hem de yaşam biçimi olur.

Travesti, kadın olma eğilimi olmayan, ancak, kadınsı davranışları ve kadınsı yaşam tarzını seven, bunu da cinselliği sırasındaki görünümüne ve ruh haline, bazen de günlük hayattaki görünümü ve ruh haline de katan erkek / ya da / erkek olma eğilimi olmayan, ancak, erkeksi davranışları ve erkeksi yaşam tarzını seven, bunu da cinselliği sırasındaki görünüme ve ruh haline, bazen de günlük hayattaki görünümü ve ruh haline de katan kadın bireydir. Bu bireyin biyolojik cinsiyeti erkek ya da kadındır ve biyolojik cinsiyetiyle bir sorunu yoktur. Erkek ya da kadın olmaktan memnundur. Bu kişi ya kadınlara, ya erkeklere, ya da hem kadın hem de erkeklere ilgi duyuyordur. Yani travesti olan birey aslında heteroseksüel, gey, lezbiyen ya da biseksüeldir.

Travesti olmak bir cinsel yönelim değildir, bir cinsiyet de değildir. Travesti olmak basitçe sizin cinsel hayatınızda ve/veya günlük yaşamınızda büründüğünüz bir rol (act), girdiğiniz bir zihinsel ve bedensel bir hal (state of mind and body) ve çok kapsamlı bir şekilde gerçekleştirdiğiniz ve devamlı yapılan, cinsel ve/veya günlük yaşamınızın büyük bir kısmını kaplayan ve devamlı tekrarlanan bir fantezidir.

Travestiyi spontan role-play (fantezi)’den ayıran şey, bu davranışın sürekli ve bazen kontrol edilemeyecek şekilde arzulanması ve devamlı olacak şekilde tekrarlanmasıdır. Travestilik bu bireylerin yaşamlarının büyük kısmına hükmeder, ancak cinsiyet değiştirme arzuları yoktur. Cinsiyet değiştirme arzularının olmaması ve cinsiyet değiştirmemeleri onları transeksüellikten ayırır.

Cinsiyeti kadın olan bir birey, cinsel yaşamında ve/veya günlük yaşamında bir erkek gibi görünüyor, (kısa saç, takma bıyık, strip -takma penis- kullanıyor) ve bir erkek gibi davranıyorsa, fakat cinsiyetini değiştirme arzusu yoksa, orijinal cinsiyet organını (vajinasını) koruyorsa, travestidir.

Cinsiyeti erkek olan bir birey, cinsel yaşamında ve/veya günlük yaşamında bir kadın gibi görünüyor (peruk takma, oje, makyaj, göğüsleri olmadığı halde sutyen takma ve feminen haller), ve bir kadın gibi davranıyorsa, fakat cinsiyetini değiştirme arzusu yoksa, orijinal cinsiyet organını (vajinasını) koruyorsa, travestidir.

Söz konusu travesti birey erkekse, bu bireyi memnun eden şey, erkek olduğu halde, bir erkek bedenine sahip olduğu halde kadın gibi görünebilmesi, davranabilmesi, yani bir kadın rolü yapması, bir yandan da erkeklik organı olan penisine sahip olmaya devam etmesidir. Bu birey travestiliği sadece seks sırasında kullansa da (cinsel davranış), günlük yaşamında da kulansa (yaşam biçimi), ya da her anını, gününü 24 saat kadın gibi görünüp davranarak ve rol yaparak geçirse de (hem cinsel davranış hem de yaşam biçimi), yine travesti olacaktır, transeksüel değildir.

Eğer bir kimse travesti ise, sıralama (örnek olarak) şu şekilde gider:

ERKEK > GEY > TRAVESTİ. Bu kişi, cinsel yaşamında ve/veya günlük yaşamında travesti olan bir gey erkektir.

Cinsiyet kromozomları XY, bu onun (biyolojik, doğuştan) cinsiyetini erkek yapan şey.

Bedeni erkek ya da erkeğe yakın, üreme sistemi ise erkek üreme sistemi, bu ise, onun XY kromozomlarına sahip olmasının doğal bir sonucu.

Bu kişi biyolojik olarak erkek, cinsel ve romantik ilgi duyduğu cinsiyet de erkek, hayatını bir erkekle/erkeklerle birlikte olarak geçirmek istiyor, bu yüzden cinsel yönelimi gey.

Cinsel hayatında ve/veya günlük yaşamında bir erkek gibi davranmıyor, kadınsı davranış sergiliyor, ya da erkeksi ve kadınsı davranışları sentez ediyor, ve cinsel ilişki sırasında ve/veya günlük hayatta erkek ruhuna ve görünümüne bürünmeyi seviyor: peruk takma, oje, makyaj, göğüsleri olmadığı halde sutyen takma ve feminen haller vs., bu onu travesti yapan şey.

Ama bütün bunları yapıyor olmasına rağmen, penisinden ve erkek bedeninden memnun, biyolojik olarak kadın olmayı arzulamıyor, işte bu da onu transeksüellerden ayıran şey, travesti ve transeksüellik arasındaki farktır.

KADIN > HETEROSEKSÜEL> TRAVESTİ de olabilir. Bu kişi cinsel yaşamında ve/veya günlük yaşamında travesti olan heteroseksüel bir kadındır. Kromozomu XX, üreme sistemi dişi, bedeni dişi karakteristiklerine sahip, ve erkeklerden hoşlanmaktadır -> bu onu heteroseksüel yapıyor, cinsel ilişki sırasında ve/veya günlük hayatta erkeksi davranışlar sergileyip erkek ruhuna ve görünümüne bürünmeyi seviyor (kısa saç, takma bıyık, strip -takma penis- kullanıyor) –> bu da onu travesti yapıyor.

Travesti olup olmadığınızı belirleyen 2 soru şudur:

Erkek ya da kadın biyolojik cinsiyetinizden ve bunun doğal sonucu olan bedeninizden memnun musunuz?

Cevabın evet olması gerekli ve şarttır. Memnun değilseniz bu transeksüelite eğilimidir.

Siz birisiyle ilişkiye girerken, kendi cinsiyetiniz olarak mı ilişkiye giriyorsunuz, yoksa karşı cinsiyitten biri gibi davranıyorsunuz?

Eğer bir heteroseksüel erkekseniz, ve bir kadınla, bir kadın rolüne bürünerek ilişkiye giriyorsanız, o zaman travestisinizdir. (Bu durumda bu erkek kadını penetre ediyor, bundan hoşlanıyor, ancak bunu yaparken kendisi de bir kadın görünümüne ve ruhuna bürünüyor). Sizi travesti yapan şey ilişkiye girdiğiniz kişinin cinsiyeti olamaz. Sizi travesti yapan şey, sizin rolüne bürünmeyi sevdiğiniz cinsiyetin karşı cinsiyet olması şartıdır. Bu rolden kasıt sadece seks sırasındaki pozisyonunuz ya da ne yaptığınız değil, yaptığınız şeyleri nasıl yaptığınızdır. Bir kadınla ilişkiye giren bir erkek, bir kadın rolüne girip de bunu yapıyorsa (peruk, makyaj vs.), bu travestiliktir.

Travestiliğin ne olduğunu bilmek zorunda değilsiniz. Ancak ne olmadığını bilin: cinsiyet, cinsel kimlik, ya da cinsel yönelim değildir. En veciz şekliyle bir yatak odası hali, ruhu, rol yapma ve kısa süreli geçici değişimle sonuçlanan, bir rol yapan cinsel davranış, yaşam biçimi, bazen de her ikisidir. Bu bireyler travestiliği tecrübe ettikleri her an, yaptıkları eylemin sonucu olarak cinsel kimliklerini değiştiriyorlardır.

LGBTİ’ye yeni terimler:

Şimdi LGBTİ kısaltmasına geri dönelim. Buna göre bu kısaltmanın ilk 3 harfi cinsel yönelimleri temsil ediyor. Dördüncü harf T: Transeksüellik, bir durumu, tamamlanmış bir değişimi, ya da değişimini henüz tamamlanmamış ve transeksüellik eğilimi olan bireyleri temsil ediyor. Değişim tamamlandığı zaman ise Transeksüellik bir cinsiyete, erkek ya da kadın’a ait olacaktır. Son harf olan İ ise tıpkı erkek ya da kadın gibi biyolojik bir cinsiyettir. Erkek ya da kadın olmayan, arada ya da o ikisinin çok dışında kalan bireyleri temsil ediyor: İntersex diyoruz.

Bir de son olarak LGBTİ’ye Q eklendi, LGBTİQ olarak kullanılmaya başlandı. Q, İngilizcede “sorgulayan, henüz karar vermemiş, emin olmayan” anlamında kullanılan Questioning kelimesinin baş harfidir. Henüz LGB olup olmadığına karar verememiş erkekler ve kadınlar ya da intersexler, Transeksüel eğilimleri olabilir de olmayabilir de gibi duran erkekler ve kadınlar ya da intersexler için kullanılır. Bunlara Q diyoruz.

Son aylarda LGBTİQ’ya bir de A ekleme çabası var. A, iki terimi temsil ediyor. Birincisi İngilizce Ally kelimesinin baş harfi. Ally = yanında olan, müttefik anlamına gelir. LGBTİQ olmayan ama bu bireyleri destekleyen, onların mücadelesine katılmak isteyen bireyler Ally oluyor.

İkincisi ise Asexual: Aseksüel: Cinsel olarak erkeklere ya da kadınlara ilgi duymayan, cinselliği gerekli ya da keyfi olarak yaşamayan, bunu reddeden, bundan keyif almayan ve/veya erkek ya da kadınlarla romantik ilişki yaşamayan, bundan keyif almayan ve/veya reddeden bireyler. Gördüğünüz gibi terim Asexual. İçinde sex var, “sexual” ile bitiyor, ama kapsadığı şey hem seks, hem de romantizm (duygusal yaşam). Bu terimlerin tamamı için de bu kural geçerli demiştik en başta. Fakat aseksüel terimiyle ilgili hem akademik olarak hem günlük yaşamda büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Bunun nedeni de aseksüel bireylerin kendi içlerinde değişen derecelerde ve şekillerde aseksüelliği yaşıyor olmaları.

Aseksüel bireylerin kendi içlerinde bir çeşitlilik vardır. İşte aseksüel terimin diğer “…seksüel” terimler arasında bir istisna olarak karşımıza çıkmasının nedeni bu. Normalde, örneğin, homoseksüel dediğimiz zaman aynı cinsiyetten bir bireyle cinsel + romantik ilişki yaşayabilme şartı var demiştik. Bu şart, kesindir ve değiştirilemez. Fakat aseksüel terimi için, var olan çeşitlilik nedeniyle şartları bazen kırpıyoruz.

Aseksüel demek için temel olan iki örnek durumumuz var:

Kesin aseksüel (1.derece): hem cinsellik hem de romantizm yok. cinsel + romantik ilişki yaşamayan/yaşayamayan, buna isteksiz olan birey. Bu tanım akademide kullanıldığında kast edilen ve kesin aseksüelliği gösterendir.

Kabul edilen aseksüel (2.derece): sadece cinsellik yok. cinsellik yaşamayan fakat romantik ilişki yaşayan ve aşk ya da türevi kavramları kabul eden birey. Bu bireyin bir sevgilisi olabilir. Onu sevecek/ona aşık olacak, ve kendi sınırları dahilinde cinsellik türevi eylemler yaşayacak, fakat seks yapmayacaktır. Bu birey kendisi kabul ederse ve/veya talep ederse onu aseksüel kabul edeceğiz.

Bu iki bireyin ortak yanı cinsel ilgiden yoksun olmalarıdır. Cinselliği hem fikirde, hem de eylemde sevmeyeceklerdir.

O zaman aseksüelliğin son tanımı şu şekilde kabul ediyoruz:

Aseksüel: herhangi bir cinsiyetten bireye karşı cinsel, ya da cinsel ve romantik ilgi duymayan birey.
Ya cinsellik olmayacak, ya da cinsellik ve romantizm birlikte olmayacak. Bu istisna sadece aseksüelliğe özel yapılmıştır.

Hatırlatma: romantizm yaşamayan ama sadece seks yaşayan birey için akademik bir terim ya da kavram yoktur. Cinsel+romantik ikilisinin kırpıldığı tek durum yukarıda belirtilen “kabul edilen aseksüel” durumundadır.

Bu tanımla birlikte, aseksüellikle ilgili kafa karışıklığı genel olarak her yerde mevcut. Birçok insan aseksüelliği yanlış biliyor, ve aseksüel insanları sevme yetisi/cinsel hayatı hiç olmayan ya da olamayacak insanlar olarak düşünüyor. Aseksüel insanlar sevemeyen ya da insanlarla bağ kuramayan bireyler değillerdir. Tanımda da belirtildiği üzere, seksi ve romantizmi reddeder, bundan keyif almazlar. İşin daha ilginç yanı ise, bir kısım aseksüel bireyler toplumun romantizm ve seks olarak belirlediği şeyden keyif almıyor olabilirler, fakat kendilerine göre romantizm ve seks ne ise, romantizm ve seks olarak belirledikleri hal ya da eylemler var ise, bunlardan keyif alıyor olabilirler. Bazı bireyler için romantizm ve seksin diğer insanların düşündüğünden çok daha farklı anlamları olabileceğini kabul etmemiz gerekli.

Aseksüel bireylerin hiçbir şekilde cinsel aktivitesi olmadığını, olmayacağını, en basit haliyle mastürbasyondan bile zevk almayacaklarını düşünmek bazı klinik durumlarda doğrudur, fakat bazı örneklerde hatalı olacaktır. Sevebilme-dokunmaktan keyif alabilme, ya da bunları reddetme ve seksi-romantizmi reddetme, ya da bunlardan keyif almama farklı şeylerdir.

Aynı şekilde bazı ekstrem durumlarda dokunmayı hiçbir haliyle kabul etmeyen ve bundan hiçbir şekilde keyif almayan aseksüel bireyler de olabilir. Kısacası, aseksüellerin kendi içlerinde de bir çeşitlilik vardır ve hepsini de tek bir tanımla temsil etmek bazı durumlarda doğru olmayabilir.

Bazı istisnai durumlarda aseksüel bireyler eylemleri değil, eylemleri temsil etmesi beklenen kavramları da reddebilir, bunlardan ya da bunları sonucu olarak gördükleri eylemlerden keyif almıyor da olabilirler.

ÖNEMLİ NOT: Eğer aseksüel olduğunu söyleyen bir birey, seksin düşüncesini seviyor ancak fiziksel eylem halini sevmiyorsa, bu birey aseksüel değildir. Seks tek başına yapılabilen bir eylem değildir. Seksin düşüncesini sevebilmek için ilk önce o düşüncede karşı tarafta bir insanın olması gerek. Böyle bir insanın varlığı, o insanın bir cinsiyeti olacağı gerçeğiyle birleşince, o zaman aslında cinsel yönelim var diyeceğimiz bir tablo ortaya çıkıyor. Bu bireyin seksin düşünçesini sevmesi ve eylemini sevmiyor olması, basitçe bu cinsiyetle yapacağı seksin yapılma şekliyle bir problem yaşadığını, bununla rahat olmadığını gösteriyor olabilir. Bu şu anlama gelir: Eğer bu kişinin hayalindeki cinsiyetle yapılan seks, bu kişinin şartlarına daha yakın olsaydı, o zaman seksi fiziki eyleme de dökmek isteyecekti. İşte bu durumda söz konusu kişinin aktif sonuçları olan bir cinsel yönelimi olacaktır. Bu yüzden bireyler aseksüel değildir.

Bazı çok istisnai durumlarda bu söz konusu seksi düşüncede seven kişi cinsiyeti, görünümü olmayan zahiri bir bedenle seksi düşünüyor olabilir. Bu gerçekten aşırı istisnai bir durum ve bu rehberde yer vermeye gerek duymuyorum. Zaten böyle durum akademide de incelenmiyor.

error: İçerik Çalmak Emeğe Saygısızlıkdır . İsteyin Verelim.
ankara travesti | istanbul travesti | istanbul travesti | istanbul travesti